Türkiye’den 10.000’e yakın insanın IŞİD’e katıldığı söyleniyor. Avrupa’dan katılım da yaklaşık bu civarda. Ortadoğu ve Asya’dan katılımları saymaya bile gerek yok. İnsanlar neden IŞİD’e katılıyorlar ve bu katılımlar neden azalmıyor? IŞİD’in farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden bu kadar çok insanı kendisine çekmesinin sırrı nedir? Terör ve radikalizmin nedenleri konusunda çalışan binlerce uzman bu soruların cevaplarını arıyor. Dünyanın çok farklı yerlerinden arayan gazeteci ve akademisyenlerin bu sorularıyla muhatap oluyorum. Özellikle Avrupa’da radikalleşme ve çatışma üzerine çalışan yüzlerce kurum var.
Buna karşılık bu soruları Türkiye’de sormak ve cevap aramak oldukça zor ve meşakkatli bir çabayı içeriyor. Türkiye 30 yıldan fazla terörle mücadele etmiş olmasına ve terör konusunda çok uzmanlaşmış bir güvenlik bürokrasisine sahip olmasına rağmen Suriye meselesinde âdete gözü kapalı yol alıyor. Yüklü devlet yardımı alan kuruluşlar ve bu konuda hazırlanan raporlar ortada. Romantik İslamcılığın hakim olduğu yapılar düne kadar ne Suriye’de bir Kürt devleti tehdidini ne de Selefi Cihatçılık tehdidini öngörebildiler. Siyasal akıl bu meseleleri tanımlamak, analiz etmek ve muhtemel riskleri öngörmek için gereken kurumları inşa etmeye istekli değil. Bu nedenle yukarıdaki soruların cevaplarını sahadan gelen bilgiler üzerine bina edecek bir analiz imkânına sahip değiliz. Daha çok gazetelerde çıkan bireysel tahkiyeleri, batılıların sahadan elde ettiği bilgileri kullanarak bir değerlendirme yapabiliyoruz. Yabancı terörist savaşçılar konusu (home grown) özellikle son zamanlarda batı kamuoyunun çok fazla dikkatini çekiyor. Oldukça verimli bir literatür oluşmuş durumda. Türkiye’de ise ilk çalışmalardan birine sahip olarak, aşağıda hem batıdaki çalışmaları hem de Türkiye’deki yaklaşımları özetleyeceğim. Sonuç olarak da kendi özgün yaklaşımımı sizle paylaşacağım.
Batıda bir başka ülkeden bir başka ülkeye orada savaşmak için gelen yabancı terörist savaşçı (home grown terrorist) kavramı oldukça eskidir. İslami radikal örgütler için kullanımı 2004 Madrid ve 2005 Londra bombalı saldırıları ile başladı. 2009’da Batı Afrika’da Gana’da ki Vehhabi savaşçılar için akademik olarak bu tanım kullanıldı. Dolayısıyla 2009’dan itibaren Selefi ve Cihadistlerle yan yana anılmaya başladı. Bu konuda 3000’e yakın akademik tez çalışması yapıldı. Yazılan makaleleri ise saymama bile gerek yok kuşkusuz. Bu çalışmaların büyük yekûnu bu savaşçıların Selefi networke bağlı olduklarını açıkça söylüyorlar. Türkiye’de ise bu tanım yeni yeni kullanılmaya başlandı. Ve nedense Batıda akademik çevrelerde tercih edilmeyen ve bence de yanlış olan Sünni kavramı kullanılıyor.
I. Neden ve Nasıl radikalleşiyorlar?
Türkiye’de yabancı teröristler denince akla ilk olarak IŞİD geliyor. Oysa bu katılımın yalnızca IŞİD’e olmadığını hatta son 2 yıldır PYD’ye de çok sayıda yabancı teröristin gittiğini biliyoruz. Bu nedenle sorunun merkezine yalnızca IŞİD’i yerleştirmek yanlış olacaktır. Diğer bir konu da, yabancı teröristlerin gökten zembille inmediği ve boşlukta doğmadıklarının bilinmesi gerekir. Bu nedenle tüm çalışmalar bu insanların radikalleştikleri bir çevreye dikkati çekiyorlar. Batı’da yapılan çalışmaları ve bu konuda öne sürülen nedenleri üç başlık altında toplamak mümkündür. A. Çevre, B. Siyasal Kültür, C. Bireysel Yaşantı.
A. Çevre
B. Siyasal Kültür
C. Bireysel Yaşantı
II. Türk Kamuoyunun Bakışı
Şimdi de isterseniz Türkiye’de bu meseleye nasıl bakıldığını görelim:Neden Suriye ya da Irak’a savaşmaya gidiyorlar sorusuna basında verilen cevaplar genelde şöyledir:
III. Anlamak ya da Anlamamak İşte Bütün Mesele Bu
Batılı çalışmalara göre çevre, siyasal kültür ve bireysel yaşantı evrelerindeki etkenlerin biri ya da bir kaçı bir arada bulunabilir. Ama çoğu kez bu üç ana unsur arasında ortak bir ilişki vardır. Mesela kişi ekonomik olarak yoksundur, bir STK’dan yardım almaya başlar ve onlar sayesinde radikal bir çevreye girer. Bulunduğu ülkenin siyasal kültürü ya baskıcıdır veya yaşantısıyla yabancılık içindedir. Bu da onun önce siyasal olarak radikalleşmesini sağlar, sonrada savaşmak için hicret eder.
Anlaşıldığı gibi Batılı akademisyenler süreci anlamaya çalışırken Türkiye’dekiler bu süreci kimin oluşturduğunu ve failin kim olduğunu bulmaya çalışıyorlar. Akademisyenler daha çok nasıl radikalleştiler sorusuna cevap ararken Türkiye’dekiler bunları kim kullanıyor sorusuna odaklanıyorlar. Bu da ister istemez bu süreci ıskalamalarına neden oluyor. Çünkü nasıl radikalleştiklerini çözmeden kimin kullandığını ve oyunu kimin kurduğunu anlamak da zorlaşır. Bununla birlikte Batılı çalışmalarda gözlerden kaçan en önemli unsur, bireysel yaşantı ve siyasal kültürü şekillendiren ve ona anlam katan ideolojik çevre unsurudur. Son zamanlarda IŞİD’e katılan birbirinden çok farklı çevre ve siyasal kültürden insanlarla karşılaşmaya başladık. Özellikle Batı’da iyi okullarda okuyan ve yoksunluk çekmeyen bireylerin de terörist savaşçı olarak geldiklerine şahit oluyoruz. Bu da bu kadar farklı kültür ve çevreden aynı amaç için nasıl koşullandıklarını sormamızı sağlıyor. Aslında bu soruyu Türkiye’de PKK için de sormamız gerekiyor. Dindar, seküler, iyi eğitim almış, zengin ya da işsiz sınıflardan, farklı sosyal katmanlardan PKK’ya katılan çok sayıda terörist var. Neden ve nasıl? İşte tam bu noktada benim teorim araya giriyor. Aşağıda bu teoriyi dini radikal örgütlere uygulayacağım; ama aslında aynı süreçler PKK için de geçerlidir diye düşünüyorum. Bu kurama */Radikal Çevre ve İtikadi-İdeolojik Propaganda Kuramı /*adı veriyorum. Bu konuda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunda bireysel yaşantı ve siyasal kültürden gelen bireyin radikal bir çevre içinde damıtılarak radikalleştiğine dikkat çekiliyor. İdeolojik propaganda ise genelde ihmal ediliyor.
Radikal Çevre ve İtikadi-İdeolojik Propaganda Kuramı
Anlaşılıyor ki radikalleşme; sosyal, siyasal şartlar ve bireysel özellikler kadar, radikal bir çevre ve bu çevreye gömülü bir ideoloji gerektirmektedir. Bu iki alan arasındaki etkileşimi ve çevrimi aşağıdaki şekilde izah edebilirim.
Sonuç olarak Radikalleşme itikadi-ideolojik bir bilinçlenme ve bu öğretilerin gömülü olduğu bir çevre gerektir. Radikal çevre ise bu ideolojiyi organizasyonlar aracılığıyla inşa eder. Bu organizasyonlar radikal çevrenin aktörlerince yönetilir, kişi bu radikal çevreye nüfuz eder ve bu çevreye gömülü ideoloji aracılığıyla da bu organizasyonun bir parçası haline gelir. Radikalleşme tüm bu süreçlerin etkili bir psikolojik propagandası ile iletişiminin ve etkileşiminin bir sonucudur.“Bilgisizliğin yarattığı cehalet talimle giderilebilir; tehlikeli olan bilginin yarattığı cehalettir; onu giderecek bir yöntem henüz yoktur.” Radikalizmle mücadele dini konularda cehaletle bir mücadele değildir, aksine bu mücadele kendilerinin en doğru en sahih ve otantik bir din anlayışına sahip olduklarını iddia edenlerle bir mücadeledir. Bu nedenle bu mücadelenin bilgiye karşı-bilgi konseptinde yürütülmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu “Yeni Terörizmin” itikadi ideolojisini ve bu ideolojinin kullandığı sembolik araçları ve dili anlamadan bu yeni durumla mücadele etmesi imkânsızdır. Bugün dünyada bir çok ülkede itikadî eğitim ve temel eserler bu çevrelerce yönlendirilmektedir.
Şimdi gelelim en baştaki sorumuzun cevabına,IŞİD’e katılımlar neden azalmıyor?
1. IŞİD’i besleyen organizasyonlar çok güçlü ve canlılar.
2. İslam ve Batı dünyasındaki en güçlü ağ olan Selefi network hala çalışıyor.
3. IŞİD batı medeniyeti için ciddi bir tehdit olmadığından, Batı IŞİD’i besleyen kanalları kesmek yerine kontrol edip yönetmeyi tercih ediyor.
4. IŞİD ve benzeri yapılar aslında İslam medeniyeti için ciddi bir tehdit olmasına rağmen, Ortadoğu bu yapıyla mücadele potansiyeline sahip değil.
5. Radikalleşmeye karşı kullanılabilecek organizasyonlar ve Sünni-tasavvufi ideoloji güçlendirilmek yerine ya pasifize ediliyor ya da içerisi boşaltılarak zayıflatılıyor.
6. IŞİD ve benzeri yapılara karşı en ciddi mücadele imkan ve potansiyeline sahip ülke Türkiye olmasına rağmen Romantik İslamcılık bu yapıları çalıştırmıyor.
O halde, Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin kendi sınırları içinde yüz yüze kaldığı yabancı terörist savaşçılar ve Selefi Cihatçı teröristler sorununu yalnızca güvenlik sorunu olarak göremeyiz. Bu konuda, bunların arkasında kim var, sorusu da çok anlamlı değil. Öncelikle mekanizmanın nasıl çalıştığını bulmamız gerekir. Mekanizmanın nasıl çalıştığını anladığımızda aslında bunu kimler kullanıyor sorusu da cevaplanmış olur. Bu nedenle bu sorunla baş edebilmek için mutlaka kültürel ve ideolojik mücadeleyi işin içine katmak zorundayız. Maalesef Türkiye PKK ile mücadelede ideolojik mücadele ayağını çoktan kaçırdı. Bu gidişle radikalizmle mücadelede de aynı hataları işleyecek gibi. Unutmayın ki, radikal çevrelerce beslenen şiddet teolojisi ve şiddet dili ancak şiddet dili içermeyen bir teolojiyi ve bir arada yaşama kültürünü inşa edecek kültürel bir çevre ve bu çevreyi temin edecek organizasyonlarla durdurulabilir. Bugün için romantik İslamcıların bürokrasiye hâkimiyeti bunu yapmamıza engel oluyor.
.
Hilmi DEMİR – 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yazının orijinali için tıklayınız.
Comments are closed