Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

Eğitim

ÜNVANLI KADROSUZ AKADEMİK PERSONEL SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Volkan ŞAKİR

Türkiye’de 2914 sayılı yükseköğretim personel kanununa göre öğretim elemanları üç şekilde sınıflandırılmaktadır. Bunlar; öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve araştırma görevlileri  sınıflarıdır. Bunlardan öğretim üyesi sınıfı; doktora derecesine sahip, üniversitelerde eğitim öğretim faaliyetlerini yürüten ve akademik çalışmalar yapan akademik personellerdir.

Öğretim üyeleri sınıfı; profesör, doçent ve doktor öğretim üyesi olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Profesörlük, akademik ünvanların en üstünde yer alırken aynı zamanda kadro anlamına da gelmektedir. Doçentlik, doktora sonrasında bilimsel yeterliliği Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) başkanlığı tarafından onaylanmış kişilere verilen bir ünvandır. Kadroya atanmak için ayrıca “doçent kadrosu” gerekir. Doktor öğretim üyeliği ise asgari atama kriterlerinin Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından belirlendiği ve  ilgili üniversitenin ilan ettiği şartları taşıyan doktora derecesine sahip kişilerin atandığı akademik bir kadrodur.

Araştırma görevlileri sınıfı; akademik kariyerin başlangıç seviyesi olarak kabul edilmektedir. Akademik projeler ve bilimsel çalışmalarla akademik kariyerin ilerleyen aşamalarına (Dr. Öğretim Üyesi, Doçent, Profesör) hazırlık sürecidir. Bu süreçte araştırma görevlileri ders verme, akademik yayın yapma ve araştırma gibi akademik kariyerin temel becerilerini kazanmakla beraber, doktora eğitimi süresince kazanılan birikim ve deneyimleri ile daha üst ünvanlar için gerekli alt yapıyı oluştururlar.

Öğretim görevlileri sınıfı ise öğretim üyesi sınıfından olmamakla birlikte 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 31. ve 33. maddelerinde atanma ve çalışma esasları açıklanan sınıftır. Öğretim görevliliği, genellikle uygulamalı dersleri yürütme görevini üstlenen, en az yüksek lisans mezunu olan kişilerin atanabildiği kadrolardır.

Akademik Yükselme Süreci

Ülkemizde akademik yükselme, ünvan temelli değil, kadro temelli yürütülmektedir. Öğretim görevlisi kadrosundaki bir kişi, doçent veya profesör ünvanı alsa bile terfi edebilmesi için öncelikle bir öğretim üyesi kadrosuna atanması gerekir. Ancak bu atama için herhangi bir terfi mekanizması bulunmamaktadır.

Norm Kadro Uygulaması

Norm kadro kısaca bir kurumun belirlenen amaçlarına ulaşabilmesi için, kullanılan teknolojik altyapı ve iş yükü analizi göz önünde bulundurularak, gereken personel sayısının tespit edilmesi sürecidir. Bu amaçla 13 Eylül 2018 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 17 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle öğretim elemanı kadroları hakkında yükseköğretim tarihinde ilk kez norm kadro sistemi kurulmasına ilişkin yasal düzenleme yapılmıştır. Norm kadro sistemi, iyi niyetle getirilmiş olsa da, uygulamada adaletsizliklere yol açmaktadır. Bu yasal düzenleme ile ÜAK’ın her yıl verdiği unvan sayısı, üniversitelerin kadro sınırlarının çok üzerindedir. Bu tarz yapısal sorunlar, uzun yıllardır ‘atanamama’ meselesinin yükseköğretim alanına da sirayet etmesine neden olmuş; böylece kamuoyunda yer edinmiş ‘atanamayan öğretmen’ ya da ‘atanamayan mühendis’ gibi ifadelerin yerini, giderek artan biçimde ‘atanamayan doçent’ ve ‘atanamayan profesör’ gibi söylemler almaya başlamıştır. Bu durum, akademik kariyerin ilerleyen basamaklarında dahi güvenceli istihdamın sağlanamaması gerçeğini açıkça ortaya koymakta ve yükseköğretim sisteminin insan kaynağı yönetiminde ciddi bir sürdürülebilirlik krizine işaret etmektedir.

06.04.2023 tarihinde İzmir milletvekili Müsavat Dervişoğlu, meclis kürsüsünden; “Doçent ünvanı almış araştırma görevlisi, öğretim görevlisi ya da doktor öğretim üyesi kadrosunda çalışmakta olan yaklaşık 25 bin akademisyen keyfi uygulamalar nedeniyle çalıştıkları üniversitelerden hak ettikleri doçentlik kadrosunu alamamaktadır.” ifadelerini dile getirmiştir. Hal bu durumdayken aynı anda, aynı akademik alanda doçent ünvanı almış iki veya daha fazla akademisyenden yalnızca biri kadroya alınacaksa, “öncelik hangisindedir?” sorusunu akla getirmektedir. Akademik yayının niteliği ve niceliği, proje ve araştırma deneyimi (TÜBİTAK, AB projeleri, BAP destekli projeler), ders verme ve öğrenci yetiştirme deneyimi, yabancı dil, uluslararası deneyim, bilimsel etkinlikler ve hakemlik gibi somut kriterle belirlenmeyen kadro süreci, tamamen yönetimin inisiyatifine ya da keyfiyetine bırakılmıştır.

Akademinin Üvey Evlatları

Yükseköğretim kurumlarının temel taşlarından biri olan öğretim elemanları, sadece eğitim-öğretim faaliyetleriyle değil, bilimsel araştırma ve teknik altyapının sürdürülebilirliği gibi çok boyutlu alanlarda da kritik roller üstlenmektedir. Bu çerçevede, üniversitelerin araştırma merkezleri, laboratuvarları ve teknik birimleri bünyesinde görev yapan, eski adıyla “uzman”, güncel ünvanıyla “öğretim görevlisi” kadrosundaki akademik personeller, ders verme yükümlülüğü bulunmaksızın bilimsel araştırmalar, projeler, teknik danışmanlıklar, cihaz yönetimi, araştırmacı eğitimi ve nitelikli akademik içerik üretimi gibi görevleri yürütmektedir.

Onlar da akademinin diğer üyeleri gibi bilime adanmış bir hayat sürmektedirler. Aynı çatı altında olmalarına rağmen, sistemin sınırlarında konumlanmakta, görünmez bir emek döngüsünün içinde yer almakta ve yaşadıkları yapısal sorunlar uzun yıllar göz ardı edilmektedir. Bu kadrolarda çalışan akademisyenlerin görev ve sorumluluklarına paralel bir akademik yükselme mekanizması, sosyal statü ya da mali hak tanımı bulunmamaktadır.

Doktora derecesini tamamlayan ve hatta doçentlik ünvanını almış olan öğretim görevlilerinin öğretim üyesi kadrosuna geçiş sürecinde “dış atama” statüsünde değerlendirilmesi ve sanki bir yabancı gibi muamele görmeleri, uzun vadede akademik motivasyonlarını zedelemekte ve sistemin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Bu sorun, kurumsal aidiyetin ve nitelikli bilimsel üretkenliğin azalmasına, kuruma ve sisteme güvenin zedelenmesine ve kurumların nitelikli insan kaynağı yatırımının israf edilmesine yol açmaktadır.

Bu durum, akademik camiada; “ders vermeyen akademisyen, akademisyen değildir” gibi örtük bir ayrımcılığa da yol açmaktadır. Oysa araştırma merkezlerindeki öğretim görevlileri, üniversitelerin bilimsel üretkenliğini artıran, projeleri yöneten, laboratuvarları işleten ve hatta öğrencilere dolaylı yoldan mentorluk yapan kişilerdir. Ancak uygulanan kadro politikaları, onları akademik sistemin “üvey evlatları” haline getirmektedir.

Öğretim üyeleri, belirli bir sıralama ve kriterler dahilinde akademik kadrolara atanırken, araştırma merkezlerindeki öğretim görevlileri için bu süreç idari inisiyatife bırakılmıştır. Bu durum; kayırmacılık, belirsizlik ve motivasyon kırıcı bir ortam yaratmaktadır. Bir başka çelişki ise ders verme zorunluluğu olmayan bu öğretim görevlilerinin ek ders ücreti alabilmek için öğretim üyeleri gibi zorunlu ders yüküne tabi tutulmalarıdır. Bu durum, onları ya haksız bir yük altına sokmakta ya da ek gelirden mahrum bırakmaktadır.

Son dönemlerde meslek yüksek okullarında görev yapan öğretim görevlileri için yapılan iyileştirmeler ve akademik yükselme süreçlerinde getirilen pozitif düzenlemeler, oldukça kıymetlidir. Ancak aynı iyileştirmenin, araştırma merkezlerinde görev yapan öğretim görevlileri için geçerli olmaması, akademik sistemde bir çifte standarda işaret etmektedir. Bu kişiler, eğitim-öğretimden çok araştırma ekseninde çalıştıkları için sıklıkla görünmez kalmakta; emekleri, üretimleri ve birikimleri çoğu zaman kurum içi politik dengelerin gölgesinde yok sayılmaktadır. Belki de bu adaletsizliğin sebebi, sistemin öğretim görevlilerinin rolünü ve önemini yeterince anlamamasıdır. Sistemin katı kuralları, onların da bilim üreten, araştırma yapan, projeler yöneten akademisyenler olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir.

Bu sorunların çözümü için atılması gereken adımlar açıktır: öğretim görevlilerinin doktora sonrası öğretim üyeliğine geçişleri için kurum içi geçiş süreçlerinin liyakat ve şeffaflık temelinde yapılandırılması gerekmektedir. “Dış atama” tanımı, uzun yıllardır görev yapan akademik personel için adil bir değerlendirme sağlamamaktadır. Açılan öğretim üyesi kadrolarında, kurum içi öğretim görevlilerine belirli oranlarda kontenjan ayrılmalı ya da öncelik verilmelidir. Akademik yükselmede nesnel kriterler belirlenmeli, idari keyfiyetin önüne geçilmelidir.

Aynı ünvana sahip öğretim üyeleri ve öğretim görevlileri arasında maaş, teşvik, ek ders ücreti gibi konularda yaşanan uçurumun giderilmesi, sadece bireysel refah açısından değil, akademik motivasyonun sürekliliği açısından da önemlidir. Araştırma merkezlerinde, laboratuvarlarda ve teknik birimlerde görev yapan öğretim görevlilerine, uzun vadeli kariyer planı sunulması, kurumun insan kaynağı yatırımı olarak görülmelidir. Bu kişilerin başka kurumlara yönelmesi, sadece bireysel değil, kurumsal bir kayıptır.

Akademik sistemin eşitlikçi ve liyakate dayalı bir yapıya kavuşması için öğretim görevliliği kadrosunun yeniden tanımlanması ve akademik kariyer planlamasının sağlanması elzemdir. Üniversiteler, sadece ders anlatan değil; aynı zamanda bilgi üreten, araştıran, yön gösteren ve teknolojik altyapıyı geliştiren akademik kadrolara sahiptir. Ve bu kadrolar arasında, yıllardır akademinin sessiz emekçileri olarak çalışan öğretim görevlilerinin de artık görünür kılınması yalnızca bir hakkın teslimi değil, aynı zamanda akademik etik açısından da bir gerekliliktir.

“Akademinin üvey evlatları” olarak görülen bu kadro, doğru politikalarla sisteme entegre edildiğinde Türkiye’nin bilimsel üretim kapasitesine ve yükseköğretim kalitesine önemli katkılar sağlayacaktır.

.

Volkan ŞAKİR
SASAM Uzmanı

Comments are closed

Benzer Gönderiler