Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılında, Türkiye’yi hangi konumda görmek istediğimiz, ulusal bir vizyon olarak kabul görmüş ve bu kapsamda önemli hedefler belirlenmiştir. Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmesi ve yerli otomobil, yerli uçak, yerli helikopter ve benzeri yerli ürünlerin üretilebilmesi gibi iddialı hedefleri kapsayan 2023 Vizyonu hedeflerine ulaşılabilmesi, ancak en değerli varlığımız insan kaynaklarımızı, belirlenen hedefler doğrultusunda yetiştirmek ve etkin ve verimli kullanmakla mümkündür. Zira bu hedeflere ulaşabilmemiz için, Türkiye’nin önümüzdeki her yıl boyunca en az %15 büyümesi gerektiği ancak mevcut ekonomik politikalarla %5-%6’dan fazla büyüyemeyeceği, ekonomi uzmanları tarafından ifade edilmektedir.
Türkiye’nin kendisini 2023 Vizyonu bağlamında belirlenen hedeflere ulaştıracak yeterli insan kaynağının olduğu, ancak bu kaynağın etkin ve verimli kullanılamadığı, belirli bir stratejiden yoksun ve gelişigüzel belirlenen eğitim politikaları yüzünden en değerli varlığımız olan insan kaynaklarımızın israf edildiği görüşünden yola çıkılarak hazırlanan bu raporda, aşağıdaki tespit ve önerilere varılmıştır:
(Bu tespit ve öneriler, SASAM’ın Türkiye Kamu-Sen’in talebi üzerine hazırlamış olduğu Türkiye İnsan Kaynakları Raporu‘nun sonuç bölümüdür. Aşağıda atıf yapılan hususlara ve raporun tamamına ulaşmak için tıklayınız)
1- Gelişmiş ülkelerdeki yetişmiş insan kaynağı, bu ülkelerin istikrarlı bir şekilde büyümelerinde ve başta teknoloji olmak üzere pek çok alanda ilerlemelerinde etkili olmuştur. Hatta Asya kaplanları denen Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong gibi ülkeler, eğitime/beceri kazandırmaya büyük kaynaklar aktarıp yatırım yaparak ve beşeri kaynaklarını iyi kullanarak, bir nesillik dönem gibi kısa bir süre içerisinde, geri tarım toplumlarından gelişmiş sanayi toplumlarına dönüşebilmişlerdir.
2- Ancak gelişebilmek için, sadece insan sermayesinin kalitesini ve miktarını artırmak yeterli değildir. Aynı zamanda büyük emekler ve kaynaklar aktarılarak yetiştirilen insan kaynaklarının, doğru yönlendirilerek etkin ve verimli bir şekilde kullanılması da gerekmektedir.
3- Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olan Türkiye bugün; belirli bir stratejiden yoksun eğitim ve işgücü politikaları yüzünden, insanlarını ülke olarak ihtiyaç duyduğu ve gelecekte ihtiyaç duyacağı alanlara yönlendiremeyen ve böylece insan sermayesini ve kaynaklarını israf eden bir ülke konumundadır.
İstatistikî Verilere İlişkin Tespit ve Politika Önerileri
4- İnsan kaynakları alanında doğru stratejiler ve politikalar belirleyebilmek için, öncelikli olarak bu alanda kapsamlı ve güvenilir istatistiklere ihtiyaç bulunmaktadır. Karar alıcılar tarafından insan kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasına ve işgücü piyasasında arz ve talebin etkin bir şekilde eşleştirilmesine yönelik isabetli politikalar geliştirilebilmesi, ancak işgücü piyasasında arz ve talebe ilişkin anlık fotoğrafların çekilebilmesine, yani anlık (kapsamlı ve güvenilir) istatistiklerin elde edilebilmesine ve geleceğe ilişkin muhtemel ihtiyaçların tespit edilmesine bağlıdır.
5- Ancak yapılan araştırmalarda ve kurum görüşmelerinde, en ilgili kurumlar da dâhil olmak üzere hiçbir kurumun, insan kaynaklarına ilişkin bir strateji hazırlanması ve dolayısıyla da böyle bir stratejiye esas teşkil edecek istatistiklerin toplanmasına ilişkin bir çabasının olmadığı, üzülerek müşahede edilmiştir. En temel verilerden biri olan Türkiye’deki kamu çalışanlarına ilişkin istatistiklerde bile, Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının verilerinin uyuşmadığı tarafımıza iletilmiştir.
6- Ayrıca ilgili kamu kurumlarının tuttuğu istatistiklerde, çalışanların ve işsizlerin eğitim durumlarıyla, özellikle de yükseköğretim mezunlarının hangi bölümlerden mezun olduklarıyla ilgili sağlıklı veriler bulunmamaktadır. Bu durum, Türkiye İş Kurumu’ndan alınan bölümlere göre kayıtlı işsiz istatistiklerinde açıkça görülmüştür. Aynı bölümlerin farklı girişlerde farklı kaydedilebildiği, bazılarında harf hatası yapıldığı, bazılarında bölümün isminde yer alan kelimelerin eksik girildiği, bazılarında ise bölüm isminin hiç yazılmadığı (istatistiklerde bölüm olarak “Bilinmeyen” gibi bir kategoriye yer verilmiş) durumlarla karşılaşılmıştır.
7- Bununla birlikte, Türkiye İş Kurumunun (İŞKUR) iki yıldır gerçekleştirdiği “Türkiye İşgücü Piyasası Analizleri”, işgücü piyasasında arz ve talebe ilişkin istatistikler sunması bakımından çok önemlidir. Ancak bu çalışmaların kapsamının oldukça dar kaldığı ve diğer kurumların politikalarının belirlenmesinde (örneğin MEB tarafından meslek liselerinin açılması ve bölümlerinin belirlenmesinde) kullanılmadığı görülmektedir. Ayrıca İŞKUR’un “İşgücü Piyasası Araştırmaları”, mevcut durumu göstermekte ve kısa vadeli tahminlere ilişkin veriler sunmakta olup orta vadede işgücü piyasasının ihtiyaçlarını ortaya koyacak nitelik taşımamaktadır.
8- Sağlıklı bir insan kaynakları stratejisi hazırlayabilmek ve bu strateji bağlamında etkili politikalar geliştirebilmek için, yetişmiş insan gücünün eğitim seviyelerine ve bölümlerine göre istatistiklerini bilmek, istihdam edilen ve işsiz olanların mesleklerine/unvanlarına ve bölümlerine ilişkin anlık istatistikî bilgilere ve geleceğe ilişkin projeksiyonlara sahip olmak gerekmektedir.
9- Raporda lisans ve önlisans kontenjanları ve üniversite mezunu işsizlerin mezun oldukları bölümlerle ilgili yapılan analizler; yeni üniversite, fakülte ve bölüm açılmasına karar veren ve bölüm kontenjanlarını belirleyen karar alıcıların (başta YÖK olmak üzere), doğru ve güvenilir istatistiklere ve gelecek projeksiyonuna vakıf olmadan ve bir stratejiden yoksun olarak karar verdiklerini göstermektedir.
10- Karar alıcılar, hangi seviyeden (lise, önlisans, lisans vb.) ve hangi bölümden kaç mezun olduğunu, bunların kaçının işsiz olduğunu, kaçının hangi sektörlerde ve unvanlarda çalıştığını ve işgücü piyasasında açık işler için hangi seviye ve bölüm mezunlarına ihtiyaç duyulduğunu, sürekli takip edebilmelidirler. Örneğin önüne bir bölümün kontenjanının artırılması talebi gelen YÖK Yönetim Kurulu; o bölümden (eğer varsa) kaç kişinin işsiz olduğunu, kaç kişinin özel sektörde veya kamu kurumlarında hangi unvanlarda çalıştığını, eğer o bölüm mezunlarına ihtiyaç duyuluyorsa, hangi unvanlarda ve hangi miktarda ihtiyaç duyulduğunu ve orta vadede bu istatistiklerin hangi seviyelerde olacağına ilişkin projeksiyonları, anlık olarak görebilmelidir. Bunu temin edebilecek sağlıklı bir istatistik tutulabilmesi için;
a- Her bir eğitim seviyesi (ilk-orta-lise-önlisans-lisans vb.) ile meslek lisesi, önlisans ve lisans bölümüne birer kod verilmeli ve ortaöğretim kurumları ile yükseköğretim kurumları, her yıl mezun ettikleri öğrenci sayılarını, bu kodlara göre MEB’e ve YÖK’e bildirmelidir.
b- Türkiye İş Kurumu, iş için müracaat edenleri kaydederken, eğitim seviyeleri ve mezun oldukları bölümler için bu kodları kullanmalı ve yukarıda bahsedilen hata ve eksikliklerin yaşanması ihtimalini ortadan kaldırmalıdır. Yine İŞKUR, personel talep eden işletmelerin ve kurumların taleplerini, talep edilen eğitim seviyesi ve bölümlere göre mezkur kodları kullanarak kaydetmeli, ayrıca orta vadede ihtiyaç duyulacak unvanlara/mesleklere ve bölümlere ilişkin araştırmalar yaparak, ihtiyaçları yine bu kodlara göre kayda geçirmelidir.
c- Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK), kamu kurumları da dâhil olmak üzere, iş piyasasında kullanılan tüm unvanları belirlemeli ve bu unvanların her biri için tanımlamalar yaparak (üstlendikleri fonksiyonları belirleyerek), bu unvanların her birine kod vermelidir.
d- Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), kamu kurumları da dâhil olmak üzere tüm işverenlere, çalışanlarının mezun oldukları eğitim seviyesini ve bölümlerini, çalıştıkları unvanlarla birlikte belirlenecek bu kodlara göre bildirmelerini mecbur kılmalıdır.
e- YÖK, MEB, Türkiye İş Kurumu ve SGK’da toplanan veriler, Türkiye İstatistik Kurumu’nda derlenmeli ve hangi seviyeden ve bölümden kaç mezun olduğu, bunların kaçının işsiz olduğu, kaçının hangi unvanda çalıştığı, işletmelerin ve kurumların açık işler için hangi unvanlardan ve bölüm mezunlarından personele ihtiyaç duydukları ve orta vadede hangi bölüm mezunlarına/mesleklere ihtiyaç duyulacağı sürekli takip edilerek, istenilmesi durumunda karar alıcılarla paylaşılmalıdır. Bu verilere ilave olarak, uygulanan politikalarda bir değişiklik olmadığı takdirde, gelecek 5-10 yıla ait projeksiyonlar da, TÜİK tarafından karar alıcılara sunulabilmelidir.
f- Takip neticesinde işsiz sayısı artan veya eğitimini aldıkları alanlarda istihdam edil(e)meyen bölüm mezunlarının durumu ve bölümlere sonraki yıllarda ayrılacak kontenjanlar, gelecek projeksiyonları da dikkate alınarak ilgili kurumlar tarafından masaya yatırılmalı ve çıkan neticeye göre; ya bölüm kontenjanlarında ya da sektörün istediği becerilerin kazandırılması için bölüm müfredatında düzenlemelere gidilmelidir.
11- Yukarıda bahsedilen, hangi seviyeden (lise, önlisans, lisans vb.) ve hangi bölümden kaç mezun olduğu, bunların kaçının işsiz olduğu, kaçının hangi sektörlerde ve unvanlarda çalıştığı ve işgücü piyasasında açık işler için hangi seviye ve bölüm mezunlarına ihtiyaç duyulduğuna ilişkin istatistikler, belirli periyotlarla kamuoyu ile de paylaşılarak, velilerin ve öğrencilerin eğitim kurumları arasında doğru tercih yapmalarına yardımcı olunmalıdır.
İlk ve Ortaöğretime İlişkin Tespitler ve Politika Önerileri
12- Son 15 yıl içerisinde özellikle ilk ve ortaöğretimde, geniş çaplı istişarelere dayanmadan çok sayıda sistem değişikliği yapıldı. Bu da başta öğrenciler olmak üzere, veliler ve eğitimcileri oldukça olumsuz etkiledi. Belirli bir stratejiden ve ortak akıldan yoksun bu sistem değişikliklerinin önümüzdeki 10 yıl içinde daha fazla olumsuz etkisinin görülmesi muhtemel görülmektedir.
13- Bir sonraki maddede verilen PISA testi skorlarının da gösterdiği üzere; ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimde köklü bir reforma ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak bu reformun içeriği, toplumun her kesimini temsil eden ve bu konuda söz söyleyebilecek nitelikte kişilerden oluşan geniş katılımlı istişare toplantıları ve ortak aklın neticesinde belirlenerek hayata geçirilmelidir.
14- Öğrencilerin ekonomik ve sosyal hayata katılmaya hazırlık seviyelerini ortaya koyan ve uygulandığı ülkelerin eğitim politikalarının belirlenmesine katkıda bulunacak veriler sunan PISA testleri, Türkiye ile ilgili şu gerçekleri ortaya çıkarmaktadır (3 yılda bir yapılan ve son olarak 2012 yılında yapılan test sonuçları);
a. Türkiye; matematik, fen ve okuma alanlarında, OECD ortalamasının altında yer almıştır ve OECD tarafından belirtilen asgari performans düzeyinin altında kalan öğrenci oranı, hâlâ OECD ortalaması kadar düşük değildir.
b. 2003-2012 yılları arasında Türkiye’nin matematikte “Düzey 1” ve altındaki öğrenci oranı %27,7’den %15,5’e düşmüştür. Ancak bu oran, hâlâ OECD ortalamasındaki “Düzey 1” ve altındaki öğrenci oranının yaklaşık 1,5 katıdır. Buna karşılık, son 10 yılda matematik alanında “Düzey 6”da bulunan öğrenci oranı ise %2,4’ten %1,2’ye gerilemiştir. Bu oran ise, OECD ortalamasının yaklaşık 2 puan gerisindedir.
c. Türkiye’de farklı türdeki okulların ortalama matematik başarı puanları incelendiğinde, geçmiş yıllarda da görülen okullar arasındaki ciddi farklılıkların hâlâ sürdüğünü göstermektedir. OECD ülkelerinde ortalama %37 olan bu farklılık oranı, Türkiye’de %62’dir.
d. Okullar arasındaki ciddi başarı farklılıkları, okulların alanlarında nitelikli öğretmenlere ihtiyaç duydukları sonucunu ortaya çıkarmıştır. Eğitimde altyapının yeterli hale getirilmesine ve eğiticilerin eğitimi başta olmak üzere kalite öncelikli politikaların öncelenmesine ihtiyaç duyulduğu görülmektedir.
15- PISA skorlarının gösterdiği OECD ortalamasının altında skorlar ile OECD ortalamasının üzerinde gerçekleşen bölgeler ve okullar arası farklılıklar; atama yapılmayan kadrolar nedeniyle öğretmen sayısının yetersizliğinden (niceliksel bir sorun) ve altyapı ile kalitenin öncelenmemesinden (niteliksel bir sorun) kaynaklanmaktadır. Öğrencilerin iyi yetişmeleri, öğrenci başına yeterli sayıda öğretmen olmasına ve öğretmenlerin iyi yetişmiş olmasına bağlıdır.
16- PISA 2012 sonuçları ayrıca, Türkiye’de eğitime ayrılan kaynakların, altyapı ile kalite öncelikli politikalarda kullanıl(a)madığını göstermektedir. PISA skorlarının, eğitime ayrılan kaynaklarla aynı ölçüde artmaması (Grafik 1), uygulanan politikaların verimli olmadığını göstermektedir. Eğitime ayrılan kaynakların, altyapı ve eğiticilerin eğitimi de dâhil olmak üzere kalite odaklı olarak kullanılması ve gerekiyorsa daha da artırılması gerektiği anlaşılmaktadır.
17- Eğitim Öğretim Hizmetleri Sınıfı, her ne kadar memurlar arasında 854.383 kişi ile en çok memur olan sınıf olsa da, bu rakamın yeterli olmadığı ve her yıl, ihtiyaç duyulanın çok azının atanabildiği, zaman zaman resmi ağızlardan ifade edilmektedir. Örneğin 2012 yılı itibariyle 138.130 öğretmene ihtiyaç duyulurken, sadece 40.000 atama yapıldığı, bizzat dönemin Milli Eğitim Bakanı tarafından açıklanmıştır. Bu da; 98.130 öğretmenin eğitim vermesi gereken öğrencilerin, bu kadrolara atama yapılmadığı için (yeterli) eğitim alamadığının, resmi ağızdan itiraf edilmesi demektir.
18- Eğitime ayrılan ödenek, öncelikle tüm boş kadrolara atama yapılmasında, öğretmen adaylarının arzu edilen niteliklerde yetişmelerinde ve öğretmenlerin hizmetiçi eğitimlerinde kullanılmalıdır. Türkiye İnsan Kaynakları Stratejinin kaldıraç işlevi görecek unsuru, “eğiticinin eğitimi” olmalıdır.
19- Eğitim sistemimizde öğretmen eksikliği nedeniyle yaşanan niceliksel sorunlar, hâlihazırda ihtiyaç duyulandan fazla mezun olması nedeniyle, yeterli kaynak ayrıldığı takdirde kolayca çözülebilecek sorunlardır. Ancak mevcut ve yeni atanacak öğretmenlerin iyi yetişmiş olmalarını ve öğretme becerilerini içeren kalite sorunları, kısa zamanda çözülebilecek sorunlar değildir. Bu nedenle, öğretmen yetiştiren fakülte ve bölümlerde, kontenjan fazlalığından ve öğretim görevlisi eksikliğinden kaynaklanan sorunlar bir an önce çözülmeli, gerekiyorsa bu fakülte ve bölümlerde müfredatlar, YÖK’ün koordinasyonunda zamanın gereklerine uygun olarak sık sık yenilenmelidir. Bunun yanında atanmış öğretmenlerin öğretme becerileri, her yıl hizmetiçi eğitimlerle artırılmalı/tazelenmeli ve öğretmenlere yurtdışında bilgi-görgü edinmeleri ve eğitim görmeleri için fırsatlar sağlanmalıdır.
20- Yüksek performanslı sistemlerin, iyi öğretmen yetiştirmekte çok başarılı oldukları bilinmektedir. Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşmasını sağlayacak yüksek performansa kavuşması, iyi yetişmiş insan kaynakları ile mümkündür. İnsanımızın iyi yetişebilmesi ise, ancak onları yetiştiren öğretmenlerin/akademisyenlerin iyi yetişmesi ile mümkün olabilecektir. O halde ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimin her kademesindeki öğretmenlerin ve akademisyenlerin iyi yetişmeleri ve öğretme becerilerinin zamanın gereklerine göre sürekli takviye edilmesi ve yenilenmesi, ülke olarak en öncelikli politikalarından biri olmalıdır.
Mesleki Eğitime İlişkin Tespitler ve Politika Önerileri
21- Türkiye İş Kurumu tarafından yapılan araştırmalarda, mesleki beceri ve nitelik gerektiren işlerde açık iş oranlarının yüksek olduğu tespit edilmiştir. İş Kurumunun bu tespiti, meslek eğitimi planlaması anlamında bir an önce adım atılması gerektiğini somut bir şekilde ortaya koymaktadır.
22- Başta veliler olmak üzere, ilköğretim çağındaki öğrenciler; mezun olduklarında iş bulamayacakları lise, önlisans veya lisans bölümlerine devam etmektense, ihtiyaç duyulan alanlarda meslek sahibi olabilecekleri meslek liseleri veya önlisans programlarının tercih edilmesinin daha isabetli bir karar olacağı konusunda bilinçlendirilmelidirler. Okullardaki rehberlik servislerine ve basın yayın kuruluşlarına, bu konuda görev yüklenmelidir.
23- Yukarıdaki politikanın bir bileşeni olarak mesleki eğitim; meslek edindirme kursları da dahil olmak üzere, çıraklık eğitiminden meslek liselerine, meslek yüksek okullarından fakülte ve yüksekokullara kadar bütüncül bir vizyon içinde yeniden kurgulanmalı ve velilerin ve öğrencilerin tercih edebilecekleri hale getirilmelidirler. Bunun için de tüm bu eğitim kurumlarımız, iş dünyası ile sürekli iletişim halinde olmalı ve öğrencilere iş dünyasının ihtiyaç duyduğu becerileri kazandırabilecek müfredat geliştirebilmelidirler.
24- Yine yukarıdaki politikaların bir bileşeni olarak; mesleklere ve mesleki eğitime itibar kazandıracak politikalar geliştirilmelidir. Bu politikaların önemli bir bileşeni, sanatsal ve kültürel etkinlikler ile sinema ve televizyon dizileri gibi unsurlar olmalıdır. Bu kapsamda örneğin sinema filmlerinde ve popüler televizyon dizilerinde, meslek sahibi olup alın teri ile geçimini sağlayan ve topluma örnek teşkil edebilecek popüler karakterler gösterilerek, insanımızın meslekler ve mesleki eğitim algısı, olumlu yönde etkilenebilir.
25- Özellikle sinema filmleri ve popüler TV dizileri, insanların algıları üzerinde (olumlu veya olumsuz) büyük etkiler oluşturmaktadır. Günümüzde bu etki, meslekler ve mesleki eğitim yönünden maalesef olumsuz olmaktadır. Popüler dizilerin pek çoğunda; ofiste çalışan ve yine pek çoğunda ofiste bile iş yaparken görüntülenmeyen ama son derece lüks hayatlar yaşayan karakterler ön plana çıkarılmaktadır. Bu da gençleri ve ailelerini, illa memur olmaya veya ofis işlerinde çalışmaya şartlandırabilmektedir. Bu algılar nedeniyle de; sanayide, sahada veya şantiyelerde çalışmak, sanki ayıplanan bir hal haline dönüşmekte ve gençler, bazen kısa süreli meslek kurslarıyla garanti iş bulabilecekleri meslekleri bile tercih etmemektedirler. Bu nedenle de iş garantili kurslara yeterli müracaat olmadığı yönünde sık sık haberler yapılmaktadır.
Yükseköğretime İlişkin Tespitler ve Politika Önerileri
26- Son 9 yılda kurulan 98 yeni üniversite ile bugün itibariyle ülkemizin her ilinde (Anayasa’nın 132’nci maddesine göre özel hükümlere tabi yükseköğretim kurumları olan Harp Okulları ve Polis Akademisi de dahil) toplamda 114 devlet ve 76 Vakıf yükseköğretim kurumu olmak üzere, 190 yükseköğretim kurumu (üniversite, akademi, okul, enstitü) bulunmaktadır.
27- Altyapısı hazırlanmadan toplu halde kurulan üniversiteler, Anayasa ve kanunlarla yükseköğretim kurumlarına yüklenen ve raporda özetlenen kaliteli ve kalifiye insan yetiştirme amacından uzak kalmaktalar. Altyapısı hazır olmadan ve popülist yaklaşımlarla kurulan yükseköğretim kurumları, üniversite kapısında bekleyen öğrenci sayısını azaltmaya yardımcı olurken işsizlik sorununa çare olamamakta, raporda analiz edildiği üzere, sadece yüzbinlerce gencin işsizlikle yüzleşmesini dört-beş sene daha ötelemektedir.
28- 2014 yılı itibariyle üniversitelerimiz bünyesinde lisans eğitimi veren farklı isimde 130 fakülte ve yüksekokul bulunmaktadır. Bunlar arasında; Denizcilik Fakültesi, Deniz Bilimleri Fakültesi, Deniz Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi, Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Fakültesi, Denizcilik Yüksek Okulu, Denizcilik ve Ulaştırma Yüksek Okulu gibi birkaç kelime değişikliğiyle ismen farklılaşan ama içerik ve hedeflenen istihdam kaynakları itibariyle çok da farklılık arz etmeyen fakülteler ve yüksekokullar bulunmaktadır. Bu fakülte ve yüksekokullar, hedeflenen istihdam kaynağını tam olarak ifade eden ortak isimler altında birleştirilmeli, altlarında yer alan bölümler, müfredatları ve öğrencilere kazandırılan asgari beceriler anlamında asgari standartlara kavuşturulmalıdır.
29- Yine 2014 yılı itibariyle ÖSYM tarafından yerleştirme yapılan üniversitelerde, 426 farklı lisans ve 204 farklı önlisans bölümü bulunmaktadır. Bunlar arasında; “Uluslararası Lojistik”, “Uluslararası Lojistik ve Taşımacılık”, “Uluslararası Lojistik Yönetimi”, “Uluslararası Ticaret ve Lojistik”, “Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi” ve “Uluslararası Ticaret, Lojistik ve İşletmecilik” gibi, birkaç kelime değişikliğiyle ismen farklılaşan ama içerik ve hedeflenen istihdam kaynakları itibariyle çok da farklılık arz etmeyen bölümler bulunmaktadır. Bu bölümler, hedeflenen istihdam kaynağını tam olarak ifade eden ortak isimler altında birleştirilmeli, müfredatları ve öğrencilere kazandırılan asgari beceriler anlamında asgari standartlara kavuşturulmalıdır.
30- İşgücü piyasasının aradığı nitelikleri mezunlarına kazandıramayan ve çoğu kere de kapsamlı bir stratejiden yoksun olarak pek çok alanda işgücü piyasasının ihtiyacından fazla mezun üreten üniversiteler, daha fazla kurulmamalı ve hatta verilecek makul bir süre içinde altyapı ve insan kaynağı anlamında asgari standartları sağlayamayan üniversiteler, kapatılmalıdır.
31- Mevcut üniversite kontenjanları, raporda örnek bölümler için yapılan analizler benzeri analizlerden sonra, işsiz mezun sayısı yüksek olan tüm bölümler için azaltılmalıdır. En büyük sermayemiz olan gençlerimizin en değerli çağları, mezun olduklarında iş bulamayacakları alanlarda eğitim görmeleri sağlanarak boş umutlarla ellerinden alınmamalı, bunun yerine bir an önce ihtiyaç duyulan mesleklere yönlendirilerek, kaynakların verimli kullanılması sağlanmalıdır.
32- Raporda detaylı incelenen İİBF, Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri ve benzeri fakülte ve yüksekokullar altında yer alan sözel bölümlere ayrılan kontenjanlar, önemli ölçüde azaltılmalı ve başta nano-teknoloji, nükleer teknolojisi ve uzay bilimleri gibi Türkiye’nin 2023 vizyonu hedeflerine uygun teknik bölümlere daha fazla kontenjan ayrılmalıdır.
33- 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi ve otomobil, uçak, helikopter vb. ileri teknoloji gerektiren ürünleri yerli imkânlarla üretmeyi hedefleyen ülkemiz, bu hedeflere ulaşmak için Ulusal Yenilik Sistemi 2023 yılı hedefleri kapsamında Ar-Ge harcamalarını (2023’te 85 milyar dolar) ve araştırmacı sayısını (300 bin) artırmayı hedeflemektedir. Ancak 2011 yılında belirlenen bu hedefler arasında yer alan Ar-Ge’yi gerçekleştirecek araştırmacı yetiştirilmesinde, kayda değer bir mesafe alınamadığı görülmektedir. Zira araştırmacı yetiştiren üniversitelerimizin durumları, raporda detaylı bir şekilde incelendiği şekliyle ve YÖK Başkanı Sn.Yekta SARAÇ’ın ifadesiyle, vasatın altında bulunmaktadır.
34- Türkiye’nin 2023 vizyonu için ilgili kamu kurumlarınca belirlenen hedefler, oldukça iddialı hedefler olup bu hedefler ulaşılmaz olmamakla birlikte, ilgili kurumların ve karar alıcıların özellikle insan kaynaklarına yaklaşımıyla, oldukça zor görünmemektedir. İyi yetişmiş ve girişimci insan kaynaklarının, nasıl büyük başarılara imza atabileceği, bir teknoloji devi haline gelen Apple firmasının performansında net olarak görülebilmektedir. Apple’ın piyasa değeri, 710,7 milyar dolara ulaşarak, Türkiye’nin gayri safi yurt içi hâsılasına (GSYİH) yaklaşmıştır.
35- 2014 yılında, bütün üniversitelerimizde 15 ileri teknoloji bölümü için ayrılan toplam kontenjan, sadece 2.839’dur. Ülkemizi gelişmekte olan ülkeler seviyesinden gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak ve 2023 hedeflerine ulaştıracak tek çare olan ileri teknoloji yatırımları için insan kaynağı yetiştiren bölümlerin kontenjanları, 2023 vizyonuyla uyumlu şekilde artırılmalı, bölüm öğrencilerinin yurtiçi ve yurtdışı stajlarla donanımlı bir şekilde mezun olmaları sağlanmalı ve mezunlarının istihdamı için altyapı oluşturulmalıdır.
36- PISA sonuçlarının gösterdiği ilk ve ortaöğretim okullarımız arasındaki ciddi başarı farklılıklarının, benzeri bir ölçüm yapıldığı takdirde yükseköğretim kurumlarımız arasında da olduğu görülecektir. Yükseköğretim politikalarımızın öncelikli hedefi; üniversitelerimiz arasındaki kalite farklarının asgariye indirilmesi ve her bölümün mezunlarının, mezun oldukları üniversite fark etmeksizin asgari nitelikleri haiz olarak iş hayatına başlamasının sağlanması, olmalıdır.
37- Üniversitelerimiz arasındaki eğitim kalitesi farklarının asgariye indirilebilmesi; altyapı eksikliklerinin giderilmesi için ayrılacak finansal kaynakların yanında, üniversitelerde eğitim veren eğiticilerin (öğretim görevlileri) asgari nitelikleri haiz olmasına, yani öğretim görevlileri adaylarının iyi yetiştirilmelerine, bu kadrolara yapılacak atamalar için sağlıklı bir yarışma ortamının sağlanmasına ve en iyi adayların bu kadrolara atanmalarına ve son olarak atanan kadroların hizmetiçi eğitimlerle bilgi ve becerilerinin sürekli pekiştirilmesine ve yenilenmesine bağlıdır.
38- Türkiye’de yükseköğretim alanında yaşanan niceliksel (sayısal) gelişmelerin, nitelikli mezun üretilmesi için yeterli olmaması, Türkiye’den yükseköğretim için her yıl yurtdışına (30 bini üniversite eğitimi, kalanı dil eğitimi için olmak üzere) 90 bin civarında öğrenci gitmesine neden olmaktadır. Bu haliyle Türkiye, yurtdışına en fazla öğrenci gönderen ülkeler sıralamasında, dünyada ilk 5’e girmiş bulunmakta ve yurtdışı eğitim için, ülkemizin yılda tahmini olarak 1,5 milyar dolarlık finansal kaynağı, yurtdışına aktarılmaktadır.
39- Daha önce vurgulanan, başta yükseköğretim kurumlarımız olmak üzere tüm eğitim kurumlarımızda nicelikten ziyade niteliğe yatırım yapılması gerekliliği, yukarıdaki tespitten de anlaşılmaktadır. Eğitim sistemimizde kaliteye (kaliteli öğretici ve kaliteli mezuna) yapılacak yatırım, ülkemizin ve yükseköğretim kurumlarımızın, uluslararası eğitim sektörü için bir cazibe merkezi haline gelmesini de sağlayacaktır.
Kamu Personeline İlişkin Tespitler ve Politika Önerileri
40- TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusu, 31 Aralık 2014 tarihi itibariyle 77.695.904 olmuştur. 2014 yılı itibariyle toplam kamu çalışanı sayısının 3.263.777, toplam memur sayısının ise 2.425.177 olduğu dikkate alındığında; 2014 yılı itibariyle hizmet için memur başına, 32 kişi; kamu çalışanı başına ise 24 kişi düşmektedir. Bu rakamlar, OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye’de ortalama bir kamu çalışanının daha fazla kişiye hizmet sunduğu anlaşılmaktadır.
41- Bu istatistikler değerlendirildiğinde, Türkiye’de memur ve kamu görevlisi sayısının iddia edildiğinin aksine, çok yüksek olmadığı, bilakis gelişmiş ülkelere oranla oldukça az olduğu görülmektedir. Bu istatistikler ve raporun ilgili bölümlerinde değinilen üniversite mezunu işsizlere ilişkin istatistikler birlikte değerlendirildiğinde, öncelikli alanlar dikkate alınarak her yıl daha fazla kamu görevlisi istihdam edilebileceği anlaşılmaktadır.
42- Kamu görevlisi istihdamında öncelik; öğretmen ve akademik personel gibi eğitimciler ile hakim-savcılara verilmelidir. Çünkü eğitim ile adalet, maddi gerekçelerle ötelenemeyecek kadar önemli alanlardır.
43- İhtiyaç olduğu halde öğretmen ataması yapılmadığı için yeterli eğitim alamayan öğrencilerin, devlet eliyle dezavantajlı hale getirilmesi söz konusu olmaktadır.
44- Aynı şekilde yeterli hakim ve savcı bulunmaması ve hakim-savcı başına düşen dosya sayısının çok yüksek olmasını ve bu da; hem adaletin gecikmesini, hem de hakim ve savcıların birikme dolayısıyla dosyaları yeterince inceleyemeden karar vermelerini beraberinde getirmektedir. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü web sitesinden duyurulan istatistiklere göre; 2013 yılı itibariyle bir savcıya 1516 dosya, bir hâkime ise 484 dosya düşmüştür. 2014 yılında 248 işgünü olduğu dikkate alındığında; her iş günü için savcı başına ortalama 6, hâkim başına ise 2 dosya düşmektedir. Bu iş yükü altında hâkim ve savcıların sağlıklı karar vermeleri, mümkün gözükmemektedir.
45- Son beş yıl içinde çok sayıda oluşturulan şahsa bağlı kadrolarda ve yine oldukça fazla sayıda olan müşavir, merkez valisi vb. “kızak kadro” olarak tabir edilen kadrolarda bulunan ve her ay maaşlarını almaya devam eden yetişmiş insan gücü, bir kenara itilerek heba edilmektedir. Bu kadroların hizmetlerinden kamu kurumlarında yararlanılmak istenmiyorsa, hiç olmazsa farklı sivil toplum kuruluşları ile düşünce merkezlerine yönlendirilerek, birikimlerini topluma ve özellikle de gençlere aktarmaları sağlanmalıdır. Böylece bu insan gücü için harcanan kaynaklar, israf edilmemiş ve topluma aktarılmış olur.
46- Özellikle 2001 ekonomik krizinden sonra, önde gelen üniversitelerimizde yetişen nitelikli insan gücü, kamu kurumlarına yönelmiştir. Bu vesileyle kamu kurumlarında nitelikli insan gücü sayısında önemli bir artış yaşanmıştır. Başta kariyer meslekler olmak üzere, tüm kamu kadrolarında yaşanan bu kalifiye personel artışı, kamu kurumlarının izledikleri yanlış politikalar yüzünden arzu edilen şekilde değerlendirilememektedir. Pek çok kurumda, kamu personelinin liyakat esaslarına göre terfi edeceği bir kariyer sistemi uygulanamamakta, yükseköğretim kurumlarımızda da görülen kayırmacılık, tarafçılık ve kolaycılık gibi eğilimlerin ağır bastığı ve kalitenin gittikçe düştüğü bir süreç yaşamaktadır.
47- Eğitime ayrılan kaynağın kesinlikle israf olmadığı, özellikle belirli stratejilere göre planlanan eğitim faaliyetlerinin uzun vadede çok büyük faydalarının görüleceği dikkate alınarak, her seviyedeki kamu personeli için hizmetiçi eğitim uygulamaları yaygınlaştırılmalı, kamu persone¬linin bilgi ve beceri düzeyi artırılmalı ve son olarak kamu insan kaynakları süreçlerinde liya¬katin temel alındığı düzenlemelere gidilmelidir.
48- Kamu insan kaynakları stratejisinin ve bu strateji bağlamında düzenlenmesi gereken eğitim faaliyetlerinin belirlenmesinde, Devlet Personel Başkanlığına önemli görevler düşmektedir.
İşgücü Piyasasına İlişkin Tespitler ve Politika Önerileri
49- İşsiz sayısı, 2014 yılında 2 milyon 853 bin kişi olmuş ve işsizlik oranı %9,9 seviyesinde gerçekleşmiştir. En büyük zenginlik kaynağı olarak gördüğümüz 15-24 yaş grubunu içeren gençler arasındaki işsizlik oranı ise; genel işsizlik oranının yaklaşık iki katı düzeyinde, %17,9; bunlar arasında yüksekokul veya fakülte mezunu olup işsiz olanların oranı ise; %10,6 olarak tespit edilmiştir.
50- İşsizlik oranı %9,9’a ulaşmışken, Türkiye İş Kurumu’nun yaptığı araştırmalarda; 2.704 farklı meslekte 282.704 kişinin temininde güçlük çekildiği ve 198.582 kişilik açık iş bulunduğu tespit edilmiştir.
51- Türkiye genelinde firmaların sadece yüzde 20,1’i işe aldıkları mezunların görevlerine hazır olduğunu belirtirken, yeni mezunların yeteri kadar hazır olmadıklarını söyleyen firmaların oranı yüzde 51, mezunların hiç hazırlıklı olmadığını söyleyen firmaların oranı ise yüzde 29’dur. Bu sonuçlar, eğitim sistemimizin işgücüne kazandırdığı beceriler ile firmaların beklentileri arasında bir fark bulunduğu sonucunu ortaya koymaktadır
52- Her beş işyerinden birinin açık işinin olması ve her beş işyerinden üçünün eleman temin ederken güçlük çekmesi, işgücü piyasasındaki arz ve talep arasındaki uyumsuzluğun bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eleman temininde güçlük çekilen mesleklerdeki güçlük çekilme nedeninin; ağırlıklı olarak gerekli mesleki nitelik ve beceriye sahip eleman bulunamaması olması ise, başta yükseköğretim kurumlarımız, yani üniversitelerimiz olmak üzere, eğitim sistemimizin işgücü piyasasının aradığı nitelik ve özelliklerde eleman yetiştiremediğini ortaya koymaktadır.
53- Yukarıda zikredilen beceri ve donanıma sahip yeterli birey yetiştiremediğimizin göstergeleri, pek çok alanda karşımıza çıkmaktadır. Türkiye İş Kurumu’nun yukarıda zikredilen “2014 Yılı Türkiye İşgücü Piyasası Araştırması” sonuçlarının gösterdiği, işgücü piyasasında (genellikle) nitelik ve beceri gerektiren mesleklerde, eleman bulunmasında zorluk çekildiği gerçeğinin yanında, OECD tarafından gerçekleştirilen ve uluslararası kabul görmüş PISA testlerinde, ortaöğretim çağındaki gençlerimizin hala OECD ortalamasının altında kalması, hem ilk ve ortaöğretim, hem de yükseköğretim kurumlarımızın gerekli beceri ve donanıma sahip bireyler yetiştiremediğini göstermektedir.
54- Yeni mezunların nitelikleri ve işe hazırlık durumları ile özel sektörün beklentileri arasındaki farkın kapatılmasına yardımcı olması amacıyla, özel sektör ve eğitim kurumları arasındaki işbirliği geliştirilmelidir. Teknik ve sözel bölümlerde okuyanlar da dahil tüm öğrencilerin, eğitim aldıkları dönem boyunca, eğitimlerini aldıkları alanlara ilişkin faaliyet gösteren firma, atölye ve/veya kurumlarda staj yapmaları ve böylce işgücü piyasasının kendilerinden hangi nitelikleri ve becerileri beklediklerini görerek, kendilerini yetiştirmeleri teşvik edilmelidir. Bu kapsamda TOBB Eğitim ve Teknoloji Üniversitesinin uygulamakta olduğu Ortak Eğitim Programı, diğer yükseköğretim kurumlarımız ve hatta meslek liselerimize örnek teşkil edecek bir uygulamadır.
55- Her yıl çalışma çağına gelen yaklaşık bir milyon insanlarımıza istihdam oluşturmanın yolu, yeni girişimlerden ve yatırımlardan geçmektedir. İnsanlarımızın iş bulması kadar, iş kurması da büyük öneme sahiptir. Girişim sonucu kurulan yeni işyerleri sayısı arttıkça, hem ekonomi büyüyecek hem de işsizlik azalacaktır.
56- Ancak geliştirilecek politikalar, sadece istihdama yönelik olmamalı, istihdamın da niteliklisini üretmek için öncelikler ve politikalar belirlenmelidir. Eğitim ve ekonominin yoğun etkileşiminin ara kesitinde, ülkenin bilimsel ve teknolojik Ar-Ge sistemi yer alır. Ar-Ge sistemi, bir yandan ekonominin ihtiyaç duyduğu innovasyon, girişimcilik ve büyümeyi tetiklerken; diğer yandan nitelikli insan kaynaklarının yetişmesi, sürekli iyileşmesi ve istihdamına katkı yapar. Ayrıca; Ar-Ge sisteminin ana bileşenlerinden olan üniversite ve sanayinin işbirliği, ülke ekonomisine dinamizm kazandırarak girişimcilik ve rekabet potansiyelini artırır. Dolayısıyla, 2023 hedefleri kapsamında dünyanın ilk ekonomisi arasında yer almak isteyen bir Türkiye’nin, Ar-Ge sistemini iyileştirmesi, insan gücü ve altyapı olanakları bakımından güçlendirmesi ve değişik mekanizmalarla desteklemesi, olmazsa olmazlar arasında yer almaktadır.
57- Ülkemizin bugün gelinen noktada, orta gelir tuzağı denilen eşiği geçebilmesi, yukarıda değinildiği gibi ancak yüksek katma değer oluşturan sektörlere yatırım yapılabilmesi ile mümkündür. Yüksek katma değer ise bilgi ve teknoloji yoğun mal üretilen sektörlerde gerçekleşmekte ve bu sektörler; temel bilimler ve matematik donanımlı, sorunları tespit etme ve çözüm üretebilme becerisine sahip, değişen koşullara uyum sağlayabilen yaratıcı bireyler istemektedir. Ülke olarak hala bu becerilere ve donanıma sahip yeterli sayıda bireyler yetiştiremediğimiz için, ekonomimiz hala düşük katma değer oluşturan mal ve hizmetlere dayanmaktadır.
58- Gerek uzun dönemli genel ve mesleki eğitim politikalarının, gerekse kısa vadeli aktif işgücü piyasası politikalarının işgücü talebi eğilimleri dikkate alınarak belirlenmesi, talebin etkin karşılanabilmesi için önemlidir. Bunun için de kapsamlı ve güvenilir istatistiklerin tutulması ve elde edilmesine yönelik ilk bölümde yer verilen stratejilerin önemi, bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
59- İşgücü piyasasında iş güvencesi ve çalışma esnekliği sağlanmalıdır. Binlerce işsiz insanın devlet kapısında yığılması ve kamuda işe girmek istemesinin ardında yatan gerekçe; iş güvencesidir. Bu durumu ifade etmek üzere; “Devlete kapağı atmak” diye bir deyim bile üretilmiştir. Bir kez kamu çalışanı olan kişi, fiilen çalışsa da çalışmasa da düzenli maaş garantisi elde etmektedir. Böylece kamu sektöründe gereksiz bir yığılma olmakta; verimsizlik, faydasızlık had safhaya ulaşmaktadır. Özel sektörde üretken sahalarda kullanılabilecek kaynaklar, bu şekilde kamuya kaydırılarak üretimden uzak ve verimsiz bir şekilde israf edilmektedir. Bu sakat yaklaşımın önünde geçebilmek için özel işyerlerinde iş güvencesi sistemi geliştirilmeli, verimli ve üretken çalışan işçiyi, işverenin keyfiyetine bırakmadan çalışmasını sağlayacak bir “İşçi İstihdamı Garanti Sistemi” oluşturulmalıdır. Ayrıca, gerek kamuda gerekse de özel sektörde çalışan kişilerin boş ve artan zaman dilimlerinde çalışmalarına da fırsat sağlayan bir düzenleme yapılmalıdır. Çalışana birden fazla işyerinde çalışabilmenin yolu açılmalıdır.
60- Bir yandan ileri teknoloji gerektiren sektörlere yoğunlaşıp, bu sektörlere yönelik kalifiye personel yetiştirilirken, bir yandan da birikmiş işsiz sayısını azaltabilmek için yoğun işçi çalıştıran emek-yoğun sektörlerin özel olarak desteklenmesi gerekmektedir. Ulusal İstihdam Stratejisi belgesinde de belirtildiği üzere inşaat, tekstil ve hazır giyim, turizm, sağlık gibi sektörlerin güçlendirilmesi şarttır. Her bir sektör için sektör aktörlerinin kuracağı ve devletin denetleyeceği sektör yönetim idaresi kurulmalıdır. Söz gelimi, “İnşaat Sektörü İdaresi Başkanlığı” adı altında sadece bu sektörün sevk ve idaresini yapacak yönetsel bir birim oluşturulmalıdır. Bu başkanlık Mesleki Yeterlilik Kurumu ile işbirliği halinde öncelikle inşaat sektöründe işçi, usta, ustabaşı, kalfa olarak çalışacak kişiler için mesleki yeterlilik standartlarını belirlemelidir. Bu sektörde çalışacaklar için mesleki yeterlik belgesi şartı aranarak hem nitelikleri garanti edilmiş olacak, hem üretkenlik ve verimlilik sağlanmış olacak, hem de yapılan işte çalışana sorumluluk yüklenmiş olacaktır. Aynı şekilde Turizm sektöründe, sağlık sektöründe, tekstil ve hazır giyim sektöründe, bilişim sektöründe ve tarım sektöründe özel yapılanmalara gidilmelidir. Bu şekilde hem kayıt dışılığın önüne geçilebilecek, hem üretkenlik artırılabilecek, hem de istihdam artışı sağlanabilecektir.
Comments are closed