1.GİRİŞ
Tüm dünyada insanların huzur ve mutluluk arayışları sürmektedir. Bu arayışın maddi ve menfaat temelleri üzerine kurgulanmış bir dünya anlayışından insanın manevi ve diğer insanları da hesaba katan empatik yönlerini de ortaya koyan yeni bir anlayışa doğru evrildiği görülmektedir. Bu anlayış sadece insanlar arasındaki ilişkilerin değil insanlar ile çevre arasındaki ilişkileri de kapsayacak şekilde yeni bir kavrayışı ifade etmektedir.
Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler, insanlığın refah seviyesini ve yaşam kalitesini her geçen gün yükseltmektedir.Gelişmeler dünya üzerindeki tüm çabaların insan odaklı olacağı yönünde bir eğilim sergilemektedir.Sanayi çağının insan modeli ve anlayışı ile buna bağlı olarak geliştirilen dünya algılaması da değişmek durumundadır.İnsanı bir makine düzeyine indirgeyen onu çalışma hayatında bir gider kalemi olarak algılayan bu anlayışın bilgi çağı olarak adlandırabileceğimiz yeni dönemde etkin olamayacağı düşünülmektedir.
Yaşamı algılama ve biçimlendirmede içinde büyüdüğümüz kapitalist paradigmanın etkisi büyüktür. En alt düzey eğitimden başlamak üzere tüm eğitim hayatı boyunca insanların düşünme şekilleri bu etki altında belirlenmektedir. Bu etkinin en önemli yansıması ise iktisat ve finans sahalarında güçlü bir biçimde görülür. İktisat, şirket, işletme, yönetim, finans gibi toplumsal hayata ilişkin birçok bilgi ve deneyimin sanayi devriminden sonra geliştiği varsayılır. Dünyanın diğer bölgelerinde var olan toplumsal yaşamlar ve bu yaşamların geliştirdiği kurumlar ve ilişkiler görmezden gelinir. Bunun sonucu olarak mesela borç ilişkilerindeki faizin meşruiyeti asla sorgulanmaz. Her koşulda ödenmesi gereken bir bedel veya alınması gereken bir kazanç gibi algılanır.
Bu algılama değişmek durumundadır. Zira faize dayalı ekonomi, toplumlar içinde gelir dağılımındaki adaletsizliğe çözüm bulamamakta, zenginler daha da zenginleşirken yoksullar daha da yoksullaşmaktadır. Diğer taraftan iktisadi yaşam toplumsal yaşamdan ayrıştırılamayacağı için toplumsal yaşam adil temeller üzerine kurulursa buna bağlı alanlar da adil olacağı sonucunu çıkarabiliriz.
Bu çalışmada, ülkemizde 1980’li yıllarda faaliyetlerine başlayan ve klasik bankacılığa alternatif olarak geliştirilen faizsiz finans kurumları veya diğer ifadeyle katılım bankacılığının finans sektörüne getirdiği yenilikler ve açılımlar açıklanmaya; alternatiflik, tamamlayıcılık, ekonomiye katkı, çeşitlilik ve derinlik ile güvenilirlik çerçevesinde irdelenmeye çalışılacaktır.
2.KATILIM BANKACILIĞI NEDİR?
Klasik bankacılığa karşı katılım bankacılığı esas olarak dini kaynaklıdır ve faizin haram olduğu yönündeki islami inanç bu bankacılığın esasını oluşturur. İslam inancında toplumsal ilişkilerde dürüstlük ve adaletin üstün tutulması yanında başkasının malvarlığına haksız şekilde sahip olunması da asla tasvip edilmez. Başkasının malvarlığının faiz vb şekillerde elinden alınması kesinlikle uygun görülmediğinden ekonomik ilişkiler bağlamında faiz konusuna özel bir duyarlılık sergilenmiştir.
Faizsiz bankacılık olarak da adlandırılan “katılım bankacılığı”, çeşitli bankacılık hizmetleri ve işlevlerinin faizsiz olarak yerine getirildiği finans sistemidir. Katılım bankaları, mevduat şeklinde kaynak toplama ve kullandırma hizmetlerini ortaklık temelinde yerine getirirler. Çalışma temeli ortaklık olduğu için, önceden oranı ve miktarı belirlenmiş sabit bir faiz yerine, çalışma ve emeğin sonucu olarak olarak ortaya çıkan kâr ve zarardan pay alırlar ve ortaklarına dağıtırlar.
Katılım bankacılığı sisteminde, kazanç sağlayanlar zararları da gerektiğinde yükümlenirler. Bu sebeple, işletmenin mali risklerine finans kurumları da aktif olarak katılırlar. Katılım bankacılığında kuruluşlar adına yapılan yatırımlar, hiçbir şekilde spekülatif olmamakta, dikkatli bir yatırım politikası, risk dağıtımı ve basiretli yönetim yöntemleri büyük titizlikle uygulanmaktadır.
Katılım bankacılığının doğmasına ve gelişmesine yol açan başlıca etmen, islam inancına sahip insanların elinde bulunan ancak, İslamda faizin yasak oluşu nedeniyle klasik bankacılık sistemine girmeyen tasarrufların değerlendirilmesi istemidir. Bununla paralel olarak müslüman ülke ve toplumları arasında sosyal, kültürel, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, canlandırılması, özellikle fon fazlası olan müslüman toplumlarından fon ihtiyacında bulunanlara doğru bir fon hareketinin sağlanması ve bu toplumların ekonomik kalkınmalarına katkıda bulunulması gibi diğer sebeplerle katılım bankacılığının prototipleri olan İslam Bankalarının kurulması gündeme gelmiştir.
3.FAİZ VE KÂR PAYI ARASINDAKİ FARKLAR
Katılım bankacılığının esası olan kâr payı ile klasik bankacılığın esası olan faiz arasındaki farkları anlamak, iki sistem arasındaki farkı görmek açısından büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle faizin ve kâr payının arkasındaki düşünce sistematiğini iyi anlamak gerekmektedir.
Faiz, en basit anlamıyla paranın fiyatı demektir. Ekonomi bilimince faizin tanımı “Ödünç olarak verilen paranın kira karşılığı, üretim faktörlerinden biri olan sermayeyi belirli bir dönemde kullanmanın bedeli.” şeklinde yapılmaktadır.[1]
Hukuki anlamda ise faiz, alacaklının nakdinden bir süre için yoksun kalması nedeni ile, nakdin kullanılması olanağını borçluya bırakması karşılığında elde ettiği, miktarı kanun ya da hukuki işlem ile belirlenmiş, para borçları açısından özel olarak düzenlenen, tahsil için zararın ve kusurun varlığı şart olmayan bir tür tazminat, bir medeni “semere(getiri)” veya “ivaz(karşılık)”dır.[2]
Bir başka açıdan faiz, belli bir paranın iade şartı ile belli bir zaman kullanılmasına karşılık kiradır denebilir. Kira müddeti kiraya verilen meblağın miktarı ve kira bedeli, faiz tutarının azalıp çoğalmasında etkili olur. Basit faiz ve bileşik faiz olmak üzere iki çeşidi mevcuttur. Basit faizde faize verilen miktar sabittir. Faiz tutarı ayrıca hesaplanır. Bileşik faiz hesaplarında her dönemin faiz tutarı ana paraya eklenir ve böylece bulunan tutar yeni kapitali teşkil eder. Yani, bileşik faiz daha önceki tasarruflardan elde edilen faizden faiz kazanmaya verilen addır.
Borç alan ve veren arasındaki ilişkiler, sözleşmeler, anlaşmalar, hesaplama yöntemleri ve yasal düzenlemeler göz önünde alındığında çok çeşitli faiz kavramlarının olduğu görülür. Kanuni faiz, temerrüt faizi, iç faiz, dış faiz, peşin faiz, bunlardan başlıcalarıdır. Ayrıca vurgulamak gerekmektedir ki banka uygulamasında borçlu hesaplarda yıllık gün sayısının 360 alacaklı hesaplarda 365 olarak alınması teamül halini almıştır.
Faizin temel mantığını anlamak bakımından para ekonomisinin olmadığı basit bir barter ekonomisini göz önüne alalım. Burada tasarruf sahibi birey servetini fiziki varlık şeklinde elinde tutar. Kişi bu servet fazlasını saklamak için muhtemelen bir depolama maliyetine katlanacaktır. Bu depolanan varlığın kalitesi, artan bir entropiye[3] maruz kalacağından zaman içinde daha da başka maliyetler ortaya çıkabilecektir. Dolayısıyla servetini elinde tutan kişi, varlığın niteliğine göre sık sık kaçınılmaz maliyetlerle karşılaşacaktır. (Diwany, 2008:27)
Birey fiziki varlığını elinde tutmak yerine elbette ödünç vermeye de karar verebilir. İşte buradaki soru böyle bir borç verme işleminde bu varlığı tutmaya ilişkin maliyete ne olacağıdır. Tarlayı sürmek için bir öküz ödünç alan kişinin aklına bu düşünce belki hemen gelmez, böylece bir kâr hesabının içine de girmez. Fakat bizim amacımız açısından öküz ödünç alan kişinin borcunu, tam olarak nasıl bir öküz olarak ödeyeceğini bilmemiz önemlidir. Bu ödünç alınan öküzün kendisi mi olmalıdır yoksa yaş ve sağlık olarak ödünç alınan dengi bir başka bir öküz mü? (Diwany, 2008:27)
Faiz temeline dayalı modern bir ekonomide 100 liralık bir borç,100 lira artı faiz olarak geri ödenmelidir. Mali geleneğimizi bu şekilde oluşturmakla esasen biz yukarıda verilen örnekteki borcun, ödünç alınan öküze yaş ve sağlık olarak denk bir öküz artı faiz olarak geri ödenmesi gerektiğini söylemiş oluyoruz. Bu geleneğin dikkat edilmesi gereken özelliği, öküzü ödünç olarak veren kişinin ödünç verme işlemi olmadığında katlanmak zorunda olmayacağı bir maliyeti ödünç alan kişiye yüklemesidir. Faizle borç verilen 100 liralık para, tahakkuk eden faizi karşılamak için paranın satın alacağı 100 lira değerindeki bir fiziki varlıkla aynı kanuna tabi değildir. Bileşik faiz uygulamasında bir parasal değer, sonsuza doğru geometrik bir artışla yürümenin keyfini yaşar. Fiziki servet ise tam tersine Frederick Soddy’nin de belirttiği gibi artan entropi nedeniyle sıfıra doğru giden ama sıfıra tam olarak ulaşamayan artan ivmeli bir azalış gösterir. Takas ekonomisindeki finansör varlıklarını depolar, daha sonra incelediğinde de bozulduğunu görürken bir borç işleminde bu varlıklar borç belgesi üzerinde hiç yıpranmaksızın varlığını sürdürmektedir. (Diwany, 2008:28)
Soddy diyor ki;
…Çağın egemen tutkusu, serveti gelecekte sürekli gelir elde etmek için borca dönüştürmektir. Serveti dayanıklı, çürümeyen maliyeti olmayan ve sürekli borç haline getiren bir servete dönüştürmektir.[4]
Bileşik faizli bir borç paranın şartlarını, ödünç alınan fiziki bir sermayeye uygulandığını varsayalım. Bu durumda söz konusu fiziki sermaye geri verilene kadar asla değer kaybetmeyecek üstelik bir de yeni servet yaratacaktır. Bu yeni servet, asla yıpranmayacak ve bu kez bildiğimiz bileşik artık süreciyle kendisine yeni servetler yaratacaktır. Böyle bir düzen gerçekten başarılabilirse harika olurdu. Ne var ki entropi ilkesi gereği bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. (Diwany, 2008:28)
Kâr, kısaca bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalık olarak tanımlanabilir.[5] Herhangi bir ticari faaliyet genellikle kâr sağlamak veya bir ihtiyacı karşılamak amacıyla yapılır. Ticari faaliyette bulunmak meşrû ise, doğal olarak kâr elde etmek de meşrûdur. Çünkü kâr, mal veya hizmet mübadelesinin semeresi olup, onsuz ekonomik bir hayat düşünülemez.
İktisadi süreçlerin bazısı servet yaratırken bazısı sadece servet transfer eder. Günümüzde ikinci tür sürecin giderek önem kazandığını görüyoruz. Finansal dünyanın bazı gelenekleri, servet transferi süreçlerini teşvik etme eğilimindedir. Bunlar değişik ekonomik aktörlerin katıldığı iktisadi süreçlerin çeşitlerini ve böylece kaynakların ekonomideki dağılımını belirleyen geleneklerdir.
Herhangi bir ticari/sınai faaliyette sermaye sahibi parasını ortaya koyar, hammaddenin işlenmesi ve sonuçta işlenmiş, mamul olarak çıkması gibi sermaye paradan mala, maldan tekrar paraya veya başka bir mala çevrilir, alım-satımlara konu olur. Sınai/ticari faaliyet veya girişim sonunda sermaye sahibi nasıl bir netice ile karşılaşacağını bilmez. Gelebilecek her türlü sonuca katlanmak zorundadır.
Belirli bir miktardaki anaparanın belirli bir vadede, belirli bir oranda elde ettiği getiri olarak tanımlanan faizde borç verenin (banka ya da özel kişi) vadeyi ve oranı belirlediği, alanın da kabul ettiği bir uzlaşma söz konusudur. Faizli uygulamalarda her iki taraf, üzerinde anlaşılan vade geldiğinde anaparanın dışında ne kadar vereceğini ya da alacağını bilmektedir.
Katılım bankacılığının temeli olan faizsiz çalışma esasına dayalı kâr payı ise, taraflarca belirlenen vadeye kadar ticari veya sınai bir ekonomik faaliyette kullanılan anaparanın elde ettiği kârın vadesi geldiğinde anlaşılan oranda taraflara dağıtılan kısmıdır. Tasarruf sahibinin katılım bankalarına yatırdığı para, bu kurumlarca sağlam ve verimli projelerde kullanılmak üzere yatırımcılara piyasa şartları içerisinde oluşan kâr oranları ile belirli bir vade için kullandırılır. Vade sonunda elde edilen getiri, yani kâr, %80’i tasarruf sahibine, %20’si kuruma olmak üzere dağıtılır. Görüldüğü gibi, faizin aksine kâr payı esasına göre çalışan sistemde anaparanın vade geldiğinde ne kadar kazandıracağı belirli değildir. Kaldı ki, kredilendirilen projelerden zarar edilmesi de ihtimal dahilindedir. Faizli sistemde ise bu mümkün değildir, vade geldiğinde önceden taahhüt edilen tutar mutlaka anapara sahibine ödenmelidir. Kısaca ve basitçe belirtmek gerekirse, kâr payı ile faiz arasındaki temel fark, faizde anaparanın vade sonundaki kazancı taahhüt edilirken, kâr payında kazancın destek verilen projelerin verimliliğine göre oluşmasıdır. Yani, faiz doğmamış ve ortada olmayan bir gelirin paylaşımı iken; kâr doğmuş, varlığı kesin olarak ortaya çıkmış ve miktarı tam olarak bilinen bir gelirin paylaşımıdır.
Kâr, reel bir mal veya hizmet üretim faaliyeti sonucu elde edilen reel bir gelirin paylaşılması sonucunda var olur. Faiz ise, üretim ekonomisinden daha çok, bugünkü yaygın deyişle, rant ekonomisinin sonucudur.
Faizde parasını faize yatıran kişi, parasını bankada faize yatırdıktan sonra paranın kullanımına karışmadığından kişinin iktisâdi faaliyetlerden tümüyle kopması söz konusudur. Yani faiz üretken bir çabanın sonucu değildir. Para durduğu yerden ilave para kazanmaktadır. Para sahibinin üretken bir çaba içinde olmaması, ekonomide girişimciliğin azalmasına yol açmaktadır. Oysa kâr-zarar ortaklığında girişimcilik, tüm üretim ve pazarlama boyunca tüm boyutlarıyla canlılığını korumaktadır.
Kâr dürtüsü, ticaretin kamçısıdır. Girişimci kârını artırmak amacıyla yeni icatlar yapma, daha çok çalışma, daha fazla üretim yapma cihetine gidebilir.
Parasını faize yatıran kişi, her durumda faizini aldığı ve girişimcinin olası zararına karışmadığı için gelir dağılımında dengesizlikler meydana gelebilecek, girişimcinin zarar etmesi halinde zararına katılacak bir ortağı ve yardımcısı olmadığından yıkılacak, iflas edecektir. Kâr ortaklığı durumunda ise sermaye sahibi girişimcinin zararına katılacağından onun tamamen yıkılmasını önleyecektir. Sonuç olarak faiz, her durumda sabit ve risksiz iken kâr değişken ve risklidir.
Faizle ilgili ayrıntılandırılması gereken bir diğer konu da teminatlardır. Borç verenlerin çoğu kendilerini girişimcilerin borca dair yükümlülüklerini ödeyememe riskine karşı girişimciden mutlaka bir teminat göstermesini isteyerek kendilerimi korumaya çalışırlar. Girişimci borcun anaparasını ve faizini ödeyememesi durumunda borç veren teminata el koyar ve ödenecek borcu tahsil etmek için nakde dönüştürür. Teminata el koymanın sonucu borç veren kişiye girişimciden kısmi veya tam olarak bir varlık transferi gerçekleşir. Bu kâr değildir. Her türlü ticari girişimin kârlılık oranı iş gerçekleşmeden önce tam olarak kestirilemediği için faiz oranları ticari girişimin kârlılığını doğru olarak yansıtabilecek düzeyde saptanamaz.
Borç verenler halihazırda varlıkları olan girişimcilere kredi vermekte arzulu davranırken teminat olarak gösterilebilecek varlığı olmayanlara ise kredi vermek istemeyebilirler. Teminata dayalı finansman, fonların sadece zenginler arasında dolaşmasına yol açarlar. Zira en çok teminat gösterebilecek olanlar zengin kimselerdir. Ancak katma değeri yüksek projeler sadece zenginlerin ya da halihazırda varlıkları olanların tekelinde değildir. Yoksul insanların girişilecek yüksek katma değerli projeleri olabilir. Fakat bunu gerçekleştirecek sermayeleri yoktur. Sadece teminatlı yaklaşım geçerli oldukça da bu yatırımlar için ihtiyaç duyulan sermaye sağlanamayacaktır. (Diwany, 2008:161)
İslam dini faize karşı olduğundan müslümanların da faize yönelik tutumu olumsuz olacaktır. Faiz topluma zararlıdır ve bu vahiy bilgisinin bir parçasıdır. İnsan yüce yaratıcının hikmetini kavrayamasa da mukaddes rehberin doğruluğu daima sorgulanamaz olarak kalacaktır. İslam ekonomisinin dünya görüşü dini kaynaklı değer yargıları ile dini olmayan zihniyetten kaynaklanan değer yargıları arasındaki esaslı farkı anlamayı gerektirir. Eğe ölümden sonra bir hayat, bir ilah, bir hesap günü, dünyada yapılan herşeyin bir karşılığı varsa o zaman elbette ekonomik analizlerimiz de bu durumla tutarlı olmalıdır. Dünya hayatından sonraki bu gerçekler olmasa her bireyin farklı düşünme hakkının olduğu ve mutlak doğrunun çoğu zaman tanımlanamadığı bir dünyada sorularımıza kendi kendimize cevap aramaya devam edebiliriz. (Diwany, 2008:179)
İslam’ın, sermaye ve servet elde etmek ve arttırmak için tercih ve teklif ettiği teşvik aracı faiz değil, kâr ve zararda ortaklıktır.
Günümüzde ekonomik hayatın kuralları hâkim zihniyet olan kapitalizm tarafından belirlenmektedir. İslam günün şartları ne olursa ona uymak ve dindarları afyonlayarak soydurmak, sömürtmek, zalimlerin işlerini kolaylaştırmak için gelmemiştir; mazlumun yanında yer alıp zalimi yola getirmek için gelmiştir. Günün şartlarında âtıl para değer kaybeder ve parasını yastık altında tutanlar zarar ediyorsa bunu önlemenin meşru yolları vardır. Bu yolların en faydalı olanı da çeşitli ortaklıklar (adi ortaklıklar, şirketler, holdingler) kurarak büyük sermayeler oluşturmak, bu sermayelerle yatırım ve üretim yapmak, elde edilen kazancı adil bir şekilde paylaşmaktır. Ortada bir kusur bulunmadan zarar edilmiş ise buna da sermaye oranında katılmaktır. Müslümanlara tavsiye edilen, işten anlayanların şirket kurmaları, parası olanların da hisse senedi alarak şirketlere ortak olmalarıdır.
İslam, vâde farkı ile mal alım ve satımını caiz görmüş, vade farkı ile para alım satımını haram kılmıştır. Faizli finansmana karşı, bunun yerini tutmak üzere de ortaklığı tavsiye etmiştir. Kâr ve zarara ortaklıkla elde edilen sermaye daha ucuza mal edileceği için hizmet ve mal üretimi de daha ucuz olacak, çoğu dar gelirli insanların yaşadığı ülkeler ve dünyada, faiz ortadan kalkarsa hizmet ve malı, faiz miktarı (girdisi) kadar ucuza alıp kullanma imkânı oluşacaktır. Günümüzde banka kredisi ile iş yapanların önemli bir kısmı iflas edip, evini barkını da kaybetmektedir. Bankaya borcunu zamanında ödeyemeyenlerin borçları durmaksızın katlanarak artmaktadır. Halktan para toplayıp holding kuranların da bir kısmı ehliyetsiz veya ahlaksız oldukları için paraları iktisaden verimli kullanmamaktadırlar. Bu yüzden, aslı rahmet ve bereket olan ortaklık da işler bir alternatif olmaktan çıkma eğilimine girmektedir. Ama yine de müslümanların yapacakları şey, sözüyle değil özüyle de müslüman olanlarla işbirliği yapmak ve ortaklık yoluyla büyük sermayelerin toplanabileceğini, helal yoldan kazançların sağlanabileceğini dünyaya ispat etmektir.
Hesap gününde dünyada yaşamış olan her bir kişinin karşısına hayatının her bir anına ait kayıtlar, lehinde veya aleyhinde şahit olarak getirilecektir. O gün nihai adalet, Allah tarafından geçmiş amellerin karşılığı olarak dağıtılacaktır. İslama göre dünya hayatı sadece bir imtihandır ve potansiyel ödülü ebedi cennettir. İşte bu, kişinin dünyadaki parasal olmayan ve alışılmış ekonomik analizlere katılamayan sonsuz çabalarının bir mükafatıdır. Ancak eğer bir karşılık gerçekten var ise hatta var olduğu sadece hayal bile edilse o takdirde kişinin kendi dünyevi çıkarını ve servetini maksimize etme emellerine dayalı materyalist motivasyon modellerinin geçerliliği nereye konur? (Diwany, 2008:184)
Maddi varlıkların insanın mutluluğunda kısa ömürlü iyileştirmeler sağladığı doğru ise o takdirde geleneksel ekonomik politikanın hedefinin de daha fazla maddi servet olması şaşırtıcı değildir. Bugün insanların afyonu alışveriştir. İslam, tam tersine insanın faaliyetlerini düzenlemeyi amaçlamakta ve aynı zamanda bu faaliyeti ifade etmesine de bir çıkış yolu sağlamaktadır. İslam, insanın kişisel servet oluşturma arzusunu reddetmez. Ancak bu arzu, pür bir kapitalist toplumda görüldüğü gibi egemen olmayacak ya da komunist düzendeki gibi tamamen bastırılmayacaktır. İslamda servet oluşturma Allah’ın insan doğasına yerleştirdiği bir olgu olarak kabul edilir. İslam dininde servet oluşturmaya karşı zaman zaman çatışan arzulara karşı mücadele, hayattaki imtihanın tezahürlerinden birisi olarak görülür. Güç ve servet tıpkı yoksulluk ve zayıflık gibi insan kalitesinin sınandığı bir imtihandır. Zira her ikisi de maruz kalındığında insanı günahkâr davranışa iten kendine özgü saptırma özelliklerine sahiptir. Dünya hayatındaki fiiller bu nedenle hem bugünkü hem de ahiretteki sonuçları dikkate alarak gerçekleştirilmeli ve dünyevi kişisel çıkar fiilin dayandığı tek ölçüt olmamalıdır. Diğer dini dünya görüşlerinden olduğu gibi islamda da “ekonomik insan” yerine bütünüyle daha az materyalist türde bir birey tanımı yapılmaktadır. (Diwany, 2008:185)
4. DÜNYA’DA KATILIM BANKACILIĞI
Klasik bankacılığa alternatif olarak 1975 yılında İslam Kalkınma Bankası ve Dubai İslam Bankası’nın kurulmasıyla başlayan İslam’a uygun faizsiz bankacılık ve finansal hizmetler yaklaşık 45 yılda oldukça yüksek düzeylere ulaşmıştır. The Banker dergisinin araştırmasına göre 500 milyar dolar büyüklüğe ulaşan İslami aktifler %29 oranında büyüme hızına sahip bulunmaktadır. Katılım bankacılığındaki büyüme Financial Times gazetesinin bankacılık dergisi The Banker’ın da dikkatini çekerek konu üzerine eğilmesine neden olmuştur. The Banker’ın, danışmanlık şirketi Maris Strategies ile yaptığı araştırmaya göre en büyük 500 kuruluşun islami kurallara uygun aktifleri son bir yılda yüzde 29 büyüyerek 500 milyar doları aşmış bulunmaktadır.
Batılı ülkeler tarafından da kabul gören bu sektör, uluslararası finans sisteminin bir parçası olma yolunda hızla ilerlediği gözlemlenmektedir. Klasik bankacılık sektöründe dünya ölçeğinde faaliyet gösteren Citibank, Goldman Sachs, HSBC, Deutshce Bank, Union Bank of Switzerland, Amro Bank, ANZ Grindlays, United Bank of Kuwait ve Arab Banking Corporation gibi bankalar bünyelerinde faizsiz bankacılık birimi kurarak katılım bankacılığı sektörüne girmişlerdir.
Katılım bankacılığı alanında müslüman ülkelerin sermayesi ile kurulmuş finans kurumları dışında, dünyanın en büyük bankalarının da pay almaya çalıştığı yaklaşık 300 milyar dolarlık bir potansiyel bulunmaktadır. Citibank, HSBC, ANZ gibi dev klasik bankalar katılım bankacılığı sistemiyle çok yakından ilgilenmekte ve daha fazla pay almaya çalışmaktadırlar. Ortadoğu ve Pakistan, Malezya, Bangladeş gibi ülkelerde sahip olduğu iştirakler ve yaygın şube ağı, HSBC’nin bu alandaki know-how’ını her geçen gün artırmasını sağlamaktadır. Dünyanın 125. büyük bankacılık grubu ANZ, 1980’den beri İslami Bankacılık işlemleri gerçekleştirmektedir. ANZ, Pakistan bankacılık sisteminin faizli bankacılıktan faizsiz bankacılık sistemine geçişinde de rol almıştır ve bugün ülkedeki tüm bankalar, bankanın hazırladığı mevzuat ve dökümantasyonu kullanmaktadırlar.
İngiltere’de, ülkenin ilk İslamî bankasının faaliyete başlamasına izin verilerek faaliyete geçmesi sağlanmıştır. İngiltere Malî Hizmetler İdaresi, faizsiz katılım bankacılığı alanında hizmet verecek olan Islamic Bank of Britain, (Al Rayan Bank) başkent Londra’da ilk şubesini açmasına izin vermiştir. Merkezi Birmingham’da bulunan bankanın, Birmingham ve Leicester şehirlerinde de birer şube açmıştır. Islamic Bank of Brtiain adıyla hizmet verecek olan bankanın bütün faaliyetleri, İngiltere’nin finans merkezi olan City’nin koyduğu kurallara uygun olarak yapılırken, Banka’nın faaliyetleri de Finans Hizmetleri Birliği tarafından denetlenmektedir.[6]
İspanya’da tüketim ürünlerinin İslam’a uygunluğunu denetleyen ‘Helal Kurumu’, İslami Banka kurmak için Deutsche Bank ve Bank Corios ile anlaşma imzaladığı duyurmuştur. Hâlihazırda İspanya’da bir buçuk milyondan fazla müslümanın yaşıyor olması ve gittikçe daha iyi mali imkânlara kavuşması müslümanların ticari faaliyetlerinde de artışa yol açmaktadır. İspanya hükümeti gerek Avrupa’daki mültecilerin ticari girişimleri için gereken finansal kaynağı gerekse yatırım yapmak isteyen Avrupa dışında yaşayan müslümanların paralarını ülkeye çekmeye çabalamaktadır.[7]
Menkul kıymet ürünlerinin faizsiz bankacılık alanında geliştirilmesinde önderliği Malezyalı bankacılar yapmışlardır. Bu tür ürünler hem kamu hem de özel sektör için çıkarılmaya başlanmıştır. Menkul kıymet ürünlerinin geliştirilmesinde temel amaç yatırımcıları likiditesi olan ürünlerle buluşturmaktır. Ayrıca, ‘Varlığa Dayalı Tahvil veya Faizsiz Bono’ uygulamaları da ilk olarak Malezya hükümeti tarafından 2002 yılında gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta 500 milyon dolar olarak ihraç edilen, gelen 1,1 milyar dolarlık taleple 600 milyon dolara yükseltilen Malezya Sukuklarının yüzde 51’i Körfez ülkelerinde, yüzde 30’u Asya’da, yüzde 15’i Avrupa’da ve yüzde 4’ü de Amerika’da satılmıştır. Uygulanan yapı ise, bir kamu kurumu olan Federal Malezya Arsa Ofisi elindeki arsaların kurulan bir SPV’ye (Kamu Varlıkları Şirketi’ne) satılarak, oradan Malezya Hazine’sine kiralanarak elde edilen kira gelirlerinin, SPV’ce ihraç edilen sukukların satıldığı kişilere gelir olarak aktarılmasını sağlayan bir yapı üzerine inşaa edilmiştir.
Aralarında Sudan ve Güney Afrika’nın da bulunduğu birçok yeni ülke 2007 yılında yeni ve yüklü İslami tahvil (sukuk) ihraçları gerçekleştirmişlerdir. ABD’deki mortgage krizi sonrası popülerliği biraz daha artan İslami bankacılık piyasasına 2007’de ilk kez bir Afrika ülkesi dahil olmuş oldu. 500 milyon müslüman nüfusu ile İslami bankaların dikkatini çeken Afrika’nın en büyük ekonomilerinden Sudan 2007’de Nil nehri kenarındaki bir çimento fabrikasının finansmanı için çıktığı 130 milyon dolarlık sukuk ihracı ile İslami finans piyasasına giren ilk Afrika ülkesi olmuştur.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkede yıllardır başarıyla uygulanan katılım bankacılığının sınırları hızla genişlediği görülmektedir. Avrupa ülkelerinin birçoğu hem yaşadıkları finans sıkıntısını atlatabilmek hem de ülkelerinde yaşayan müslüman toplumunun taleplerine cevap verebilmek için bu bankacılığa yönelmeye başlamışlardır.
5.TÜRKİYE’DE KATILIM BANKACILIĞININ GELİŞİMİ
Ülkemizde katılım bankacılığının temeli16.12.1983 tarih 83/7506 sayılı kararname ile atılmıştır. Turgut Özal’ın ilk başbakanlık günlerinde kabul edip hayata geçirdiği bu yeni bankacılık/finansman anlayışının esas amacı, ekonomiye katılamayan mali değerleri yastık altından çıkararak yabancı sermaye ile birlikte milli ekonomimizin emrine tahsis etmektir. 25 Şubat 1984 tarihinde Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın, 21 Mart 1984 tarihinde T.C. Merkez Bankası’nın yayımladığı tebliğlerle de sistemin ayrıntıları düzenlenmiştir. Daha sonra çıkarılan çeşitli tebliğ ve düzenlemeler sonucunda bu sistemin yasalar ve mevzuat bakımından alt yapısı tamamlanmıştır.
Başlangıçta 83/7506 sayılı kararname ile yönetilen katılım bankaları ile ilgili olarak hukuki alt yapılarını güçlendirmek amacıyla 17.12.1999 tarih ve 4491 sayılı Bankalar Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun hazırlanmış, 19 Aralık 1999 tarih ve 23911 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe sokulmuştur. Söz konusu Kanun’un 20. maddesine ilave edilen 6 no’ lu fıkra ile katılım bankaları mevcut çalışma prensiplerini koruyarak Bankalar kanunu kapsamına alınmıştır. Katılım bankalarına ilişkin 83/7506 sayılı Kararname ve bu Kararname’ye istinaden çıkarılmış olan bütün mevzuat yürürlükten kaldırılmıştır.
Özellikle 2001 ekonomik krizi ve diğer krizler tasarruf sahibinin psikolojisi üzerinde olumsuz etkilerde bulunduğundan, klasik bankalarda olduğu gibi katılım bankalarında toplanan fonlar için de bir güvence sistemine ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır. Bu amaca matuf olarak 4672 sayılı Kanun ile 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 20/6. maddesi yeniden değiştirilmiş ve katılım bankaları için devrim sayılabilecek değişiklikler gerçekleşmiştir. 4672 sayılı yasa ile:
- Faaliyet izni iptal edilen katılım bankalarının tasfiyesine ilişkin özel hükümler düzenlenmiş,
- Şahsi sorumluluk kurumu getirilmiş,
- Özel Finans Kurumları Birliği kurulmuş,
- Güvence Fonu oluşturulmuş,
Ülkemizde 1984 yılından sonra 6 katılım bankası kurulmuş, daha sonra bunlardan İhlas Finans Kurumunun faaliyetlerine son verilmiştir. Anadolu Finans Kurumu ile Family Finans Kurumu birleşerek Türkiye Finans Kurumu olmuştur. Halen 6 katılım faaliyet halindedir. Bunlar;
– Al Baraka Türk Katılım Bankası A.Ş
– Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş
– Türkiye Emlak Katılım Bankası A.Ş
– Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş
– Vakıf Katılım Bankası A.Ş
– Ziraat Katılım bankası A.Ş
1983 yılında katılım bankalarının kurulmasına izin verilmesinin ana hedef ve beklentileri şu şekilde ifade edilebilir:
– Petrol ihracatçısı İslam ülkelerinde 1974 yılından beri biriken fonların sermaye ve yurtdışı cari hesaplar yoluyla ülkemize çekilmesi,
-50 milyar dolar olarak tahmin edilen, ülkemiz âtıl tasarrufunun harekete geçirilmesi,
-1980 yılında başlatılan dışa açılma politikalarına uyum sağlayarak tarihi ve manevi bağlarımız bulunan İslam ülkeleri ile finansal ve ekonomik iliskilerin güçlendirilmesi,
– Bu ülkelerdeki yoğun kalkınma çabaları ve yatırımlar ile büyük ölçüde artan ithalatlardan daha büyük paylar almak ve ortak girişimleri bu yollarla finanse etmek,
-Arap finans düyasındaki dış fonlar’ın bu kurumlar yoluyla kullanılması ve ekonomik sorunlarının çözümünü kendi aralarındaki isbirliğinde gören İslam ülkelerinin İslam Bankası- İslam Konferansı Teşkilatı- OPEC- Arap Birliği -Kalkınma Fonları- İslam Finans Kurumları gibi kurdukları teşkilatların bir kısmına üye olan Türkikiye’nin bunlara uygun mali teşkilatlarını oluşturmasıdır. (Www.muzafferdeligoz.blogcu.com.tr)
Faizsiz bankacılık olarakkatılım bankaları ülkemizde faaliyete geçtikleri 1985 senesinden 16.12.1999 tarihinde 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun kapsamına alınana dek Bakanlar Kurulu Kararına dayalı olarak faaliyet göstermişlerdir. Bu gelişme birçok yönden yeterli bulunsa da faizsiz finans kurumlarının “banka” vasfına net bir tanımlama sunmayışı tartışmaları tümüyle sonlandıramamıştır. Öte yandan “özel finans kurumu” olarak adlandırılan kurumların bu adlandırmayla son derece yetersiz biçimde tanımlanıyor oluşu ve yanlış çağrışımlara neden olunması yeni isim arayışlarına yol açmıstır. Nihayet katılım bankacılığı kavramı ortaya atılmış ve kısa sürede kabul gören bir tanımlama haline gelmistir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile özel finans kurumları “katılım bankası” adını almış ve böylece bu bankalar için yeni bir dönem, katılım bankacılığı dönemi başlamıştır. Adı geçen kanun ile Türk bankacılık sektöründe yer alan banka türleri; mevduat bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları ile katılım bankaları olarak tasnif edilmiştir.
6.
KATILIM BANKACILIĞINDA SUNULAN BAŞLICA HİZMETLER
Katılım bankacılığı sisteminde tasarruf sahiplerinden kâra ve zarara katılma esasına göre fon toplanmaktadır. Buna göre, tasarruf sahibine anapara güvencesi verilmediği gibi, oranı önceden belli bir getiri taahhüdünde de bulunulmamaktadır. Başka bir deyişle, tasarruf sahibi, bankaya bir nevi ortak olmakta ve klasik bankacılıktan farklı olaraksonuca katılmaktadır. Tasarruf sahibi-banka ilişkisi, klasik bankacılıktaki mudi-banka ilişkisinden tamamen farklıdır ve bariz vasfı katılımcılığıdır. Bu ilişki tarzı sadece bu tür bankacılıkta söz konusudur.İkincisi, kâra ve zarara katılmayı esas alan bankacılıkta, toplanan fonların kullandırılmasında da sonuca katılma vardır. Bu tur bankacılıkta her ne kadar kurumsal finansman desteği (üretim desteği), bireysel finansman desteği ve finansal kiralama (leasing) yöntemleri, uygulamada, proje bazında kâr ve zarara katılma yöntemine göre daha ağırlıklı ise de teoride nihai hedef, kâra ve zarara katılma yöntemiyle finansmanın baskın hale gelmesidir. Dolayısıylatopladığı fonlarda tasarruf sahibini sonuca iştirak ettiren katılım bankası, bu kez kullandırdığı fonda kendisi girişimciyle birlikte sonuca katılmaktadır. Yani, projenin gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan neyse (kâr veya zarar), ona razı olmaktadır.Üçüncüsü, kâra ve zarara katılma esasına göre çalışan katılım bankaları,her türlü bankacılık hizmetini vermektedirler. Bu özellik, bunların klasik bankalarla olan ortak özelliğidir.
Katılım bankacılığı tarafından klasik bankacılıktan farklı olarak sunulan hizmetleri kısaca açıklamakta fayda mülahaza edilmektedir.
6.1.Mudarabe
Katılım bankalarının en fazla kullandığı yöntemlerden olan mudarebe işleminde banka, projenin bütün masraflarını karşılar. Başka bir ifadeyle, yapılan yatırımdaki tüm sermayenin sahibi bankadır. Fon kullanan müşteri ise, işe emek ve ustalığının koyar. Fon kullandırma işlemi müşterek mudarebe anlaşması içinde cereyan eder. Bu anlaşma içinde katılım bankası rabbü’l-mal (sermayedar), fon kullanan ise mudarib durumundadır. Mudarib işte sadece emek ve ustalığını kullanır.
Fonu kullanacak müşterisiyle mudarebe anlaşmasını yaptığı sırada katılım bankası isteyeceği kâr oranını da müşterisine bildirir. Kullanılacak fonun miktar ve şartlarına göre katılım bankası müşterilerden değişik kâr payları isteyebilir. Bu yöntemle fon kullandırmak ve mali destek sağlamak, proje uygulama alanına, başka bir ifadeyle piyasaya yeni giren, yetenekli fakat mâli kaynaktan mahrum girişimci kimselerin bu yeteneklerinden istifâde etme amacına en uygun düşen yoldur.
Yetenekli ve başarılı kişiler, emin ve güvenilir olmaları şartıyla katılım bankalarından mudarebe usulüyle fon kullanabilirler. Mudarebe usulü daha çok ticaretin finansmanında kullanılmaktadır. Teşebbüs sonucu elde edilen kâr daha önceden belirlenen oranlarda banka ile müşterileri arasında paylaştırılır. Kâr ve zararın nötr olması halinde banka sermayesini aynen geri alır. Bu durumda ne bankaya ne de müşteriye kâr düşer. Zarar halinde ise, bu zararı banka tazmin eder. Müşteri geçen süre içinde boşa çalışmış olmakla zaten zarara uğradığından, o da zararı emeğiyle telafi etmektedir. Fakat zararın meydana gelmesinde müşterinin kasıt ve ihmali varsa, bu zarar kendisine tazmin ettirilir.
Bununla beraber banka, faaliyetin kârlı olması ve zarar etmemesini sağlamak üzere gereken her türlü önlemi almak durumundadır. Bu amaçla, sermayeye ihtiyacıyla proje getiren bir müşterinin projesini çok yönlü incelemeye tabi tutar. Projeyi uygun ve kârlı görmesi halinde banka müşterisine fon kullandırır. Kötüye kullanma ihtimaline karşı katılım bankası müşterisinden alım-satım işlerinin düzenli bir şekilde hesabının tutulmasını isteyebilir.
6.2.Müşareke
Sermaye ortaklığı (müşâreke); iki veya daha fazla şahsın belirli bir miktar sermaye koyarak, birlikte iş yapmak ve meydana gelecek kâr veya zararı paylaşmak üzere kurdukları ortaklığa denir.[8]
Müşarekeye İslam hukukunda şirketu’l-inan denmektedir. Mudarebe anlaşmasında bir taraf sermaye, diğer taraf emeğini ortaya koyarken, müşarekede taraflar işe hem emek hem sermayelerini koyarlar.
Müşarekede ortaklığa katılanlardan bir veya birkaçının işi yapması sonucu kâr oluşabilir ve ortaklardan her biri, işin yapılmasına katılmayanlar da dahil olmak üzere, kâra önceden üzerinde anlaştıkları oranda hak kazanırlar. Kârın tespitinde tarafların rızaları esastır. Yani sermayeler eşit olduğu halde kâr payları farklı olabilir veya tersine, sermayeler farklı olduğu halde kâr payları eşit olabilir. Bu farklılık ortaklığa katılanlardan bazılarının işi daha fazla yapmaları veya daha fazla kabiliyet sahibi olabilmelerinden kaynaklanır.
Müşarekenin uygulaması şu şekildedir: Katılım bankası, ortağı durumundaki müşterisi tarafından istenilen sermayenin bir kısmını sağlama sorumluluğunu üzerine alır. Müşteri ise kendi mâli imkanları ve projenin özelliğine uygun olarak proje sermayesinin geri kalanını sağlar. Müşteri kendi uzmanlığı nedeniyle istenilen ve alınan mâli yardımın idare, denetim ve gözetiminin sorumluluğunu üzerine alır. Bu sorumlulukların müşterinin üzerine kalması ona kârdan daha fazla pay alma hakkını kazandırır.
Bu yöntemde net gelirden ortaklardan birisi olan müşteri yaptığı iş ve uzmanlığı nedeniyle bir pay alır. Gelirin geri kalanı yatırıma mâli katkısı bulunan iki ortak arasında, iştirak paylarıyla orantılı olarak dağıtılır. Zarar olduğunda ise, zarar tarafların ortaklıktaki sermaye paylarıyla orantılı olarak dağıtılır. Müşteri ilave bir zarara maruz bırakılamaz
6.3.Murabaha
Murabaha bir satış türüdür ki bu satışta satıcı malın maliyetini bildirir ve bu maliyetin üzerine alıcıyla anlaştığı miktarda kâr payı koyar. Alıcının kabullenmesi halinde bu alış-veriş türü murabaha olarak gerçekleşir. Murabaha işleminde malın fiyatı, kâr marjı ve nihai satış bedeli açıkça belli edilir. Pratik ve getiri oranı yüksek olan bu yöntem katılım bankalarının, özellikle faiz ortamı içinde, ortaklık çeşitlerinin uygulama imkânlarının daraldığı zamanlarda sık kullandığı bir enstrümandır.
Bir mala ihtiyacı olup da gerekli kaynağı bulamayan müşteri, katılım bankasındandan söz konusu malın satın alınmasını ister. Burada müşterinin hem katılım bankasına malın satın alınmasını emretmesi, hem de katılım bankasının satın aldığı malı müşterinin bankadan satın alma vaadi vardır. Müşterinin bu emri ve vaadi üzerine katılım bankası nitelikleri belirtilen malı satın alır. Maliyetinin üzerine müşteriyle anlaştıkları miktarda bir kâr koyar. Müşteri bankadan bu malı alır. Parasını bankaya taksitlerle ve bankayla anlaştığı şartlar çerçevesinde öder.
Örneğin yeni diş hekimi olmuş bir kimse, işinde kendisine lâzım olan bir tıbbi teçhizatı alma gücünde olmadığı takdirde katılım bankasından söz konusu teçhizatı kendisi için satın almasını talep eder. Diş hekiminin, adı geçen teçhizatı katılım bankasından alma vaadi vardır. Katılım bankası teçhizatı satın alır. Maliyet fiyatının üzerine diş hekimi ile anlaştığı oranda kâr koyar ve bu kârla teçhizatı diş hekimine satar. Diş hekimi teçhizatın bedelini bankaya, aralarında anlaştıkları şekilde taksitlerle öder.
Murabaha yöntemi daha çok dış ticaretin finansmanında, işletmelere ham madde ve yarı mâmul malların sağlanmasında kullanılır.
6.4.İcare
Katılım bankaları icare veya leasing denilen kiralama yoluyla da müşterilerine fon kullandırırlar. Kiralama usulü günümüzde gittikçe önem kazanmaktadır. Kiralama, daha çok orta ve uzun vadeli bir finansman yöntemidir.
Kiralama, kiraya veren ile kiralayan arasındaki anlaşma üzerine kurulur. Anlaşmada kiranın bedeli ve süresi belirtilmelidir. Kiralanan malın mülkiyeti malın sahibi olan katılım bankasına aittir. Kiralayan müşteri maldan istifade eder. Buna karşılık bir kira bedeli öder. Kiralama müddeti malın kullanabilirlik ölçüsüne göre 5-15 yıl arasında değişebilir.
Menkul ve gayrimenkul değerlerin finansmanında kullanabilen kiralama yöntemi, günümüz ekonomilerinde daha çok modern teknolojiye daha kolay yollarla sahip olabilmek amacıyla kullanılmaktadır. Mesela katılım bankası bir taşınmazı, bir tezgâhı müşterisine kiraya verebileceği gibi, modern teknolojinin yeni bir ürününü, mesela bir bilgisayarı müşterisine verebilir. Normal olarak kendi imkânlarıyla bilgisayara sahip olmayan müşteri böylece kolay ve ucuz bir şekilde bilgisayarı elde etmiş olur.
6.5.Mal Karşılığı Vesaikin Alım-Satımı
Bu yöntem katılım bankalarına ait fon kullandırma şekilleri arasında tartışma götüren bir uygulamadır. Vadeli olarak gerçekleştirilmiş bir ihracat işlemine ait belgeler, ihracatçıdan peşin para karşılığı satın alınır. Sonra aynı ihracatçıya vade farkı eklenerek geri satılır, bedeli taksitlerle geri alınır. Örneğin, 50 bin dolarlık vesaiki, kurum müşteriden 45 bin dolara satın alır ve bu tutarı kendisine peşin olarak öder; aynı anda belgeleri ona vadeli olarak 50 bin dolara geri satar. 5 bin dolar kurumun kârı, müşterinin maliyeti olur.
Esas itibarıyla bu işlem bir iskonto muamelesidir. Söz konusu belgelerin malı temsil ettiği ve alınıp satılanın murabahada olduğu gibi, ticarî bir mal olduğu, kısaca yapılan işin ticaret olduğu iddia edilebilir ise de, böyle bir savunmanın kabul edilmesi oldukça güçtür. Çünkü bu muameleye konu olan ihracat, bitmiş bir ihracattır. Mal, ülke gümrük sınırlarından çıkmış, alıcının bulunduğu ülke gümrük hattından geçmiştir veya en azından ülke sınırları dışında bir yerdedir. Kesinlikle söz konusu belgelerdeki malın mülkiyeti ihracatçıda değildir. Ancak, ihracatçı alacaklı durumdadır ve bu belgeler arasında bulunması gereken, lehine düzenlenmiş bir poliçe veya senet, alacağının kanıtıdır. Katılım bankasının satın aldığı ve geri sattığı belge, malın kendisi olmadığına göre, malla ilgili alacağın kanıtıdır. İhracatçının vadeli alacağı bugünden kendisine ödenmiş ve karşılığında bir bedel tahsil edilmiştir. Başka ifadeyle, müşteriye zaman satılmıştır. Bunun finans sistemindeki adı paranın zaman değeridir ve karşılığında alınan, verilen de faizdir.
İthalatçının ve bazen de ayrıca ona kefalet veren bankanın imzasını taşıyan poliçe veya senet bir finansal enstrümandır. Bu belge ithalatçı tarafından nakit ödemeye bir alternatif olarak düzenlenir. Yani, ithalatçı malın mülkiyetinin kendisine aktarılması karşılığında, böyle bir borç belgesi düzenlemiştir. Bu senet iki amaca hizmet eder:
– Söz konusu dış ticaret işleminden doğan borç-alacak ilişkisini kanıtlar.
– İhracatçının, vadeyi beklemeden ihracat bedelini bir banka veya mali kurumda iskonto etmek suretiyle nakde kavuşmasını sağlar.
Bu açıklamalardan çıkacak sonuç; katılım bankacılığının sevk sonrası bitmiş ihracatı değil, sevk öncesi hazırlık aşamasındaki ihracatı desteklemeye uygun yapıda olduğudur. İhraç edilecek malın bünyesine girecek ham madde ve ara mallar ihracatçıya murabaha yoluyla temin edilebilir.
6.6.Diğer Hizmetler
Klasik bankalar tarafından sunulan bankacılık ürünlerinin ve hizmetlerinin tümü artık katılım bankacılığı yapan kurumları tarafından, parasını İslami esas ve usullere göre değerlendirmek isteyen kitleye sunulabilmektedir. Bazı ürünlerin sadece adları değişirken, bazılarında ise faizin bertaraf edilmesi için farklı uygulamalar yapılmaktadır.
Bunların haricinde son zamanlarda sıkça konuşulan bir başka katılım bankacılığı enstrümanı da “faizsiz bono” veya Sukuk İcara’dır. Ekonomi büyüyüp geliştikçe ve karmaşıklaştıkça somut varlıklardan kağıtlara geçiş söz konusu olmaktadır. Kaynak temin etme konusunda devlete ve şirketlere alternatif bir imkân sunan Sukuk İcara; devletin elinde bulunan otoyolların, köprülerin, binaların, barajların vb. iktisadi varlıkların gelirlerine bağlı olarak işletilmesi düşünülen kağıtları temsil etmektedir.
Sukuk İcaranın bir avantajı da ikinci el piyasasının oluşması halinde katılım bankalarına kısa vadeli fon sağlayacak olmasıdır. Bu kağıtların alım-satımında katılım bankaları aracılık yapabilir veya katılım bankalarınca toplanan bir kısım fonlar kısa vadeli olarak bu kağıtlara yatırılabilir.
Katılım bankaları, faizin söz konusu olmadığı her türlü bankacılık faaliyetini yapabilmektedirler. Bu faaliyetler;
-Özel cari hesaplar üzerine keşide edilmek üzere çek karnesi vermek,
-Kredi kartı ihraç etmek,
-Seyahat çeki vermek,
-Spot döviz alım satımı yapmak,
-Yurt içi ve yurt dışı havale ve transfer işlemleri yapmak,
-Çek ve senet tahsil işlemleri yapmak,
-Fatura tahsilatı yapmak,
-Kambiyo hizmetleri vermek,
-Kiralık kasa hizmetleri sunmak,
-Sigorta aracılık hizmetleri sunmak,
gibi temel bankacılık hizmetleridir.
7.KATILIM BANKALARININ EKONOMİYE KATKILARI
Ekonomik yaşama bakıldığında reel sektör ile katılım bankalarının iç içe faaliyette bulunduğu görülür. Bu biraz da katılım bankacılığının mantığından kaynaklanmaktadır. Çünkü katılım bankası için başka bir finansal enstrüman tercihi imkânı zayıftır. Katılım bankalarının faaliyet esasları veya misyonları, ağırlıklı olarak fiilen üretim ile iştigal eden, ticaret yapan, reel sektörlerin finansman ihtiyaçlarının temin edilmesidir. Katılım bankalarının kuruldukları günden bu tarafa geçmiş dönemlerde topladıkları kaynakları krediye dönüştürme oranı, yani reel sektörü fonlama klasik bankalara göre oldukça yüksek düzeylerde olduğu gözlenmektedir. Bu oran katılım bankaları için %90’ler civarında seyretmektedir. Katılım bankaları tarafından toplanan fonlar Merkez Bankası’na yatırılan munzam karşılıklar ve elde tutulan likitler dışında reel sektöre kullandırılmaktadır.
Katılım bankacılığı hem aktif hem de pasif hesaplarda faiz riski taşımadığı için kriz zamanlarında nisbi bir rahatlık yaşamaktadır. O yüzden finansal piyasalardaki dalgalanmalar katılım bankalarıyla çalışan müşteriyi birinci derecede olumsuz etkilememektedir.
1985 yılının ilk aylarından bu yana ülkemizde faaliyet gösteren katılım bankalarına Türk milletinin bakışı olumlu olmuştur. Katılım Bankaları Türk ekonomisine bir çok açıdan katkılarda bulunmuştur. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz[9]:
-Katılım bankaları mudaraba, müşareke, murabaha, icare gibi ülkemize yeni finansman usulleri getirmişlerdir. Katılım bankalarının fon toplama ve fon kullandırma alanında uyguladığı yeni usuller hem tasarruf sahipleri hem de fon kullanan sektörlerce kısa zamanda benimsenmiş ve Türk mali sistemine kazandırılmışlardır. Bu sistem, fon kullanana düşük maliyet, tasarruf sahibine de yüksek kâr elde etme imkânı sağlamış ve her iki kesimi de memnun etmiştir.
-Katılım bankaları bankacılık sistemine yeni müşteriler kazandırmışlardır. Katılım bankaları, diğer ülkelerindeki katılım bankalarında olduğu gibi, faize duyarlı ve klasik bankacılık sistemine uzak önemli bir kesimin elindeki âtıl fonları ekonomiye kazandırma başarısı göstermiştir. Bu konuda istenilen seviyeye henüz ulaşılmasa da, bu tür atıl fonların ideal seviyede finans sistemi içine çekilebilmesi bu kurumların sistem içine tam anlamıyla yerleşmesine bağlıdır.
-Katılım bankacılığı finans alanında alternatif yollar geliştirmiştir. Bu sisteme uygun kurulan katılım bankaları topluma sunduğu kâr ve zarar ortaklığı fikri, ekonomik hayata alternatif yatırım ve tasarrufları değerlendirme imkanlarının girmesini sağlamıştır.
-Katılım bankaları atıl fonların ekonomiye kazandırılmasını sağlamıştır. Katılım bankaları genel olarak, dini inançlarından dolayı faiz esasına dayalı klasik bankalar ile temasa geçmeyen veya bu işlemlerden huzursuzluk duyan kimselerin ellerindeki tasarrufların milli ekonomi emrine verilmesinde aracı olmuşlar, böylece âtıl fonları harekete geçirmişlerdir. Bir anlamda risk sermayesi (Venture Capital) kuruluşu niteliğinde olan katılım bankaları, topladıkları âtıl (yastık altı) fonları doğrudan Türk sanayicisi ve müteşebbisinin ihtiyaç duyduğu hammadde, yarı mamul ve mamul maddeler ile yatırım mallarının temininde kullanmak suretiyle ülke ekonomisine ciddi katkılar sağlamaktadırlar.
Katılım bankacılığı sistemi ile manevi inançlar dolayısıyla tasarruf kurumlarına akmayıp yurt içinde ve dışında altın, döviz, bina, arsa şeklinde tutulan ve hatta yığın biçimde saklanan tasarrufların üretim sürecine sokulma imkânı doğmuştur. Yaratılan ve üretime akan ek kaynak dolayısıyla, üretim artarken, banka kaynakları üzerinde var olan talebin düşmesi de mümkündür. Bu husus bankaların daha az merkez bankası kaynağı ile çalışması sonucunu yaratırsa, emisyon hızını azaltmak için bir yol daha açılmış olacak, böylece banka kredileri için yapılan emisyonun yarattığı enflasyonist baskı düşebilecektir.
– Katılım bankaları genel faiz oranlarını aşağıya çekici bir etki yaratmaktadırlar. Bir ekonomideki faiz oranlarını düşürücü ve aşağıya doğru çekici, her eylem ve girisim, işlevsel olarak ekonomiye olumlu katkıda bulunmaktadır. Katılım bankaları, fon toplama yöntemleri ve ticarete dayalı finansman biçimleriyle klasik banka sistemine göre, cari faiz oranlarını asağıya çekici bir işlev üstlenmektedir. Bu ise, ekonomide yatırımların hacminin artmasına sebep olarak, üretilen mal ve hizmetlerin değerini, yani mili hasılayı artırmaktadır (Yıldırım, 1993:94).
-Katılım bankaları girişimcileri kaynak sıkıntısından kurtarmaktadır. Katılım bankaları, daralan ekonomik koşullarda dahi plasman yapmak zorunda olmaları sebebiyle, ekonomik krizlerin reel sektör üzerindeki yıkıcı etkilerini yumuşatmaktadırlar. Hatta ekonominin resesyona girdiği dönemlerde, birçok bankanın kredilerini geri çağırmasına karşın, katılım bankaları çalısma prensipleri gereği bu yola başvurmamaktadırlar. Bu durum, yatırımcı müteşebbislerin kaynak sıkıntısından dolayı yaşayacakları muhtemel sıkıntıları azaltabilecektir (Tosun, 2000:189).
-Katılım bankaları rant ekonomisi içinde değil reel ekonomi içerisinde yer almaktadır. Katılım bankaları, ekonominin temelini oluşturan reel üretim ekonomisine hizmet etmektedir. Günümüz Türkiye ekonomisinin en önemli problemlerinden birisi, ekonominin üretim ekonomisinden çıkıp rant ekonomisine dönüşmüş olmasıdır. Bankacılık sektörüne yönelen kaynaklar tarım, sanayi, ticaret ve hizmet gibi reel ekonomik sektörlerde değerlendirilmemektedir. Bankalar tasarruf sahiplerinden düşük faizlerle topladıkları büyük mevduatları ekonominin emrine sunmak yerine, yüksek faizli devlet tahvil ve bonolarında değerlendirmektedir. Reel yatırımları desteklemek yerine bankalar arası piyasalarda borç verme veya uluslararası başka finansal kuruluşlarda daha yüksek faiz için tutma gibi yöntemleri tercih etmektedirler. Ekonominin ihtiyaç duyduğu sermaye fonları üretim faaliyetleri yerine yüksek rant gelirlerine yönlendirilmektedir. Kamu borçlanma gereği yüksek olduğu için de devlet çok yüksek faizlerle bu fonları çekmekte, böylece korkunç bir faiz yükü altına girmiş bulunmaktadır. Bankacılık sektörü elindeki kaynakları reel ekonomi yerine bu rant ekonomisinde değerlendirmek suretiyle, Türkiye ekonomisine faydalı olmaktan çok bu rant pastasından yararlanma yolunu seçmiştir. Katılım bankaları ise faizden uzak durdukları için mecburen reel ekonomiyi desteklemekte, ekonomine gerçek olarak katkıda bulunmaktadırlar.
Batı’daki benzerleri gibi faizcilik esasına göre çalışan klasik bankalar, amaçlarının aksine üretime katkıda bulunmamışlar, yatırımların yönünü saptırmışlar, ülke için yararlı yatırım ve üretimler yerine kısa zamanda dönen ve çok kazanç sağlayan alanlara kredi vermişler, bu krediler de çoğu kez dönmemiş ve batmıştır. Bankalar faizci mûdilerini (müşterilerini) ürkütmemek için yine de faiz ödemeye devam etmişler, batmamak için de devletten “mevdûâtın sigortalanması” avantajını koparmışlardır. Sanki ülkeye hizmet etmişler de halk da bu hizmete karşılık onların uğradıkları zararı karşılıyormuş gibi bir meşrûiyet anlayışı içinde, batırdıkları parayı da bunların faizlerini de devlete/halka ödetmişlerdir.
-Katılım bankaları kayıtlı ekonominin gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Türk ekonomisinin en önemli sorunlarından birisi kayıt dışı ekonomi ve bundan kaynaklanan vergi kaybıdır. Vergi gelirleriyle karşılanamayan harcamalar iç ve dış borç yükünün artmasına yol açmakta ve enflasyonu beslemektedir. Alım satım konusu her malı gerçek değeri üzerinden finanse eden katılım bankaları her işlemi kayıt altına almakta belgeli bir şekilde işlemleri gerçekleştirerek kayıtlı ekonominin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Katılım bankalarının faaliyetleri Türkiye’de kayıtlı ekonominin gelişip büyümesine, bunun sonucu olarak vergi gelirlerinin artmasına olumlu katkıda bulunmaktadır.
-Katılım bankaları ekonominin sigortası konumundadır. Katılım bankaları faizli işlemlere giremedikleri ve ellerindeki fonları her şekilde reel ekonomide değerlendirmek zorunda oldukları için, Türkiye ekonomisinde adeta sigorta ve emniyet sübabı fonksiyonu görmektedirler. Türkiye’nin geçirdiği ekonomik krizlerde, katılım bankaları krizlerden en az etkilenen kurumlar olmuşladır ve böylece Türk ekonomisinin güvencesi olmuşladır.
-Katılım bankaları Türkiye’nin ortadoğuya ve islam coğrafyasına açılan köprüsu olmuşlardır. Katılım bankaları özellikle Ortadoğu ülkeleri ve diğer İslam ülkeleriyle ülkemiz arasında bir köprü vazifesi görüp, Türkiye’nin dış ticaret hacminin büyümesine ve ekonomik imkanların daha iyi şartlarda değerlendirilmesine aracı olmalarıdır.
-Katılım bankaları kaynakların etkili kullanılması imkanını sağlamıştır. Katılım bankalarının finansal teknikleri gereği, toplanan fonların proje bazında kullandırılması, proje esasına dayanmayan fon taleplerinin karşılanmaması, kaynakların en verimli alanlarda değerlendirilmesini sağlamaktadır. Bu finans sistemi çerçevesinde, kaynak tahsislerinin üretim ve ticari saha dışına kayması mümkün olmamakta ve böylece kaynakların geri dönmeme ihtimali asgariye inmektedir. Bankacılık sektöründe karşılaşılan geri dönmeyen alacaklar problemiyle katılım bankalarında çok az karşılaşılmasısnın en önemli sebebi budur. Bunun doğal bir sonucu olarak ekonomiye katılım bankaları kanalıyla aktarılan fonlarda kaynak israfı söz konusu olmamaktadır.
-Katılım bankaları ekonomide maliyetlerin düşürülmesine katkıda bulunmuşlardır. Günümüzde geri kalmış ve kalkınmakta olan ekonomilerde karşımıza çıkan en büyük iktisadi sorun yüksek maliyetlerdir. Bunu belirleyen temel araçlardan birisi de üretimden tüketime kadar malın geçtiği her aşamada sermayenin payı olarak maliyetlere ilave edilen faizlerdir. Faizli işlem yapan klasik bankalar gerek üretimin gerekse ticaretin her aşamada maliyet arttırıcı unsurlar üreterek mal ve hizmet fiyatlarında sistematik bir şekilde bu artışa aracılık etmektedirler. Katılım bankalarısı ise, finanse ettikleri üretim ve ticaretin her aşamasında faiz yerine kâra ortak olduklarından maliyetlerin makul ve düşük seviyelerde gerçekleşmesine yardımcı olmaktadırlar. (Tosun, 2000:190).
Katılım bankaları finansman sıkıntısı içinde olan şirketlere, sabit bir bedeli olmayan, karşılığı, kârdan verilecek payla ödenen risksiz bir kaynak sağlayarak üretimi canlandırıp, üretimin maliyetini aşağı çekmektedirler.
-Katılım bankaları psikolojik olarak Türk halkının tarihi ve kültürel yapısına daha uygundur. Türk milletin tabanını oluşturan çoğunluğun insan tipi, binlerce yıldır kendine güvenmiş, Allah’a dayanmış (tevekkül) insan tipidir. Bu sebeple parayı çalıştırmak veya iş ortaklığı onun psikolojik eğilimlerine, fâizden daha uygun düşmektedir. Ortaklık, üretim gücünü arttırmaya varan bir yardımlaşma şeklidir. Ayrıca ortaklık, kredi kullanan üreticiye, rizikolar ve krizlere karşı cesaret ve dayanma gücü vermektedir. Beklenmedik olaylar karşısında toplulukların, fertlerden daha güçlü olduğunda büyük bir görüş ayrılığı yoktur.
Diğer taraftan parayı çalıştırmayı da ihtivâ eden ortaklık prensibi, herkesin istediği adâlet çizgisine daha yakındır. Bu ise halkın, direnmeden bankanın vazifesi etrafında toplanmalarını, halka teşkil etmelerini sağlıyor ki katılım bankasının işini başarmasında bunun hayatî önemi vardır.
Katılım bankanın kredi alan girişimcilere ortak olması, ilim ve tecrübesini de ortak olduğu projenin hizmetine koymasına sebep olmaktadır. Bu tecrübe ve bilgi yardımı üç fayda temin etmektedir: Projenin başarısını teminât altına almak. Topluma karşı borcunu ödemiş olmak. Bilgi ile çaba arasında birlik sağlamak.
-Katılım bankaları içtimai ve insani amaçlar gerçekleştirmektedirler. Fâizle kredi veren klasik bankaları birinci derecede ilgilendiren husus maddî teminâttır. Halbuki katılım bankalarının hedefi, esas itibariyle insanî ve içtimâîdir. Onun ilk aradığı şey ortak olacağı projenin sosyal yönü ile uygulanacağı bölgeye faydasıdır. Projelerde bu sosyal ve insanî yönün ağır basması, ancak, katılım bankasının kredi alan girişimciye ortak olması yoluyla temin edilebilir. Bu yol ile girişimci hem teşvik, hem de teminâta aynı zamanda kavuşmuş olur.
-Katılım bankacılığı kavramı birleştirici olduğu kadar, dinamik, katılımcı ve gelişmeye açık bankacılığı da ifade etmektedir. Katılım bankacılığı, bu yeni ruh ve heyecanla mali sektöre öncülük görevini de üstlenmektedir. Toplumsal dayanışmayı, yardımlaşmayı ve paylaşmayı esas alan bu yeni bankacılık anlayışı, barış ve kardeşliğin pekişmesinin simgesi olacaktır. Sonuç olarak bu tanımlama ile birlikte, bankacılık sektörü mevduat bankaları, katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları olmak üzere üç grupta uzmanlaşacaktır. Böylelikle,katılım bankalarının alternatif değil, tamamlayıcı, gerekli ve vazgeçilmez olduğu gerçeği daha net olarak anlaşılacaktır.
-Katılım bankacılığında yatırımlar ahlâka uygun konularda yapılır. Yatırımlar; sadece İslam dini ve genel kurallarına uygun ise desteklenir. Bu bağlamda katılım bankaları çevre dostu, sadaka verici, toplum iştirakini sağlayıcı, insanî değerlere saygılı, porno, silahlanma, alkol ve kumarı dışlayan yatırımları desteklerler.
-Katılım bankaları yabancı kaynak transferi sağlamaktadırlar. Türkiye’de faaliyette bulunan katılım bankalarının sermayelerinin büyük kısmı yabancı kaynaklıdır. Bu da ükemiz ekonomisi içn ek bir kaynaktır. OPEC ükelerinde, sermaye bolluğuna karşın yatırım fırsatı kıtlığı vardır. Ülkemizde ise yatırım fırsatı bolluğuna karsın sermaye kıtlığı söz konusudur. Bu iki durum arasında bir bağ kurulduğunda, gelecek olan sermaye Türkiye’de daha fazla getiri elde edecek, Türkiye’deki firmalar da daha ucuz maliyetli sermaye sağlamıs olacaklardır. Burada, bir tamamlayıcılık mevcuttur.
Ayrıca, katılım bankalarına yurt dışından gelen, mevduat şeklindeki kaynak transferinin büyük oranı, yurtdışında yaşayan Türk işçilerden gelmektedir. Bunun nedeni; katılım bankalarının dövizli çalışmada daha fazla güven telkin etmeleri, faizsiz çalışmaları ve Türk işçiler tarafından daha iyi tanınmalarıdır. (Küçükkocaoğlu, 12.12.2006).
Gelismekte olan bir ülkenin dış yardımlardan yararlanması doğaldır. Ülkemizin, Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkileri bir hayli gelişmiştir. Yalnızca, İslam Kalkınma Bankasından 1975 yılından 1988 yılına kadar toplam olarak, 804.04 Milyon Dolar kredi sağlanmıs olup, bunun, 110,39 Milyon Doları 1986 yılında, 31.50 milyon doları ise 1987 yılı içinde kullanılmıstır.
Görüldüğüğü gibi, müslüman olan bağlantılarımız bir hayli gelişmiştir. Tükiye gibi, sermayenin kıt olduğu yerlerde getiri yüsektir, bu bakımdan körfez bölgesi paraları katılım bankaları kanalıyla ükemize getirilip, güvenilir bir alanda,yapılacak yatırımlar her iki taraf için de fayda sağlayacaktır.
-Katılım bankaları ihracat ve ithalatın finanse edilmesine yardımcı olmaktadırlar. Katılım bankaları, topladıkları fonların asgari %25’ini döviz kazandırıcı işlemlere tahsis etmek zorunda oldukları için, ithalat ve ihracatın finanse edilmesine yardımcı olmaktadırlar. Nitekim ülkemizde faaliyet gösteren katılım bankaları, söz konusu oranı da aşmıslardır.
-Katılım bankaları istihdama olumlu katkı sağlamaktadırlar. Ülkemizde faaliyette bulunan katılım bankaları, yıldan yıla şube sayılarını artırarak, istihdam ettikleri personel sayılarıyla istihdama olumlu yönde katkı sağlamaktadırlar.
-Katılım bankaları olası krizlerden daha az etkilenmektedirler. Katılım bankaları, topladıkları fonları çalışma prensipleri gereği, faizli işlem yapılan bankalar arası piyasada ve bono-tahvil piyasasında değerlendirememektedir. Dolayısıyla faizlerin kriz zamanlarındaki anormal yükselişleri bu kurumları etkilememektedir. Topladıkları fonların çok büyük bölümünü döviz hesaplarının oluşturduğu katılım bankaları bu fonları döviz ya da dövize endeksli olarak kullandırdıkları, yani topladıkları USD ya da EURO cinsinden fonları yine USD ve EURO olarak, TL fonları da TL olarak kullandırdıkları için açık pozisyon tutmamakta ve böylece kur riski de taşımamaktadırlar. Bu durum, esas aldıkları faizsiz finansman prensipleri itibariyle katılım bankalarındaki tasarruflar için fiili bir güvence oluşturmaktadır.
8.KATILIM BANKACILIĞINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER
90’lı yıllarda Türkiye’de katılım bankacılığının gelişmeye başlamasıyla birlikte, bu türden uygulamalara pek de sıcak bakmayan kesimin eleştirileri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Faizsiz bankacılık yapan kuruluşlar, 90’lı yılların ikinci yarısında kimi yasal düzenlemeler nedeniyle ciddi duraklamalar yaşamış olsalar da, 23 sene önce ilk finans kurumunun açılmış olmasından bu yana, gerek hizmet çeşitliliği, gerekse mevduat bazında epey mesafe almışlardır. O günden bugüne yapılan eleştirilerde, katılım bankalarının aslında faizli çalışan bankalardan farkları olmadığı, sadece faizin adını kar payı olarak değiştirdikleri sürekli olarak tekrarlanmaktadır. Genel olarak yapılan eleştiriler şu şekildedir:
-Faizsiz bankacılık veya katılım bankacılığı, ilk olarak Türkiye’de veya müslüman bir ülkede kurulmuş olan bir sistem değildir. Gerek ABD gibi Batı ülkelerinde yaşayan ve tasarruflarını faiz içermeyen yatırım araçlarıyla değerlendirmek isteyen müslüman azınlıkların hedeflenmesi, gerekse Ortadoğu ülkelerinde kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi adına faizsiz yöntemler aranması sonucunda, diğer bankalar gibi mevduat toplayan, ancak topladığı mevduatları değerlendirme aşamasında belli enstrümanlardan kaçınan bir model ortaya konmuştur. Aslında bu model, batıda zaten bilinen risk sermayesi (venture capital) formlarının, kar ve zarara katılma hesapları şeklinde kalıplaştırılmasından başka bir şey de değildir. Faizden daha farklı formlarda getirilerin söz konusu olduğu bu uygulamalar, İslam ülkelerinde kurulan faizsiz bankalarda Arapça’ya çevrilerek hizmete sunulmuştur. Leasing ‘icar’, partnership ‘muşaraka’, mark-up financing ‘murabaha’, profit-sharing ise ‘mudaraba’ olmuştur. Bir başka deyişle, batı ülkelerindeki bankacılık uygulamaları arasında faiz içermeyenler, İslam ülkelerinde Arapça isimlerle yeniden doğmuşlardır.[10]
– Parasını “kar/zarar ortaklığı” sisteminde değerlendiren, nasıl bir getiri elde edeceğini bilemez. Ona bir rakam veren, “yalan söyler.” Çünkü bu para ile yapılacak işin ne kadar kar edeceğini ne kadar zarar edeceği daha işin başında bilemez. Adı üzerinde kar bekleyen, zarar ortaya çıktığında zararı da sineye çekmeye mecbur kalabilir. Ancak uygulamada katılım bankalarının sabit bir kar payını katılım hesaplarına yansıttığı görülmektedir. Hem de klasik bankaların verdiği faiz oranlarına eş veya yakın faiz oranlarını uygulamaktadırlar.
– Günümüzde dünyanın her köşesinde, her türlü işlemde, her malın içinde faiz vardır. Faize bulaşmadan kapıdan dışarıya adım atmanın imkanı yoktur. Çünkü, kapının tahtasında da, demirinde de, tokmağında da, ayağa giyilen kundurada da “faiz” vardır. Bugün bir kurumun “faizsiz bankacılık” yapması imkansızdır. Faizsiz bankacılık yapmak üzere kurulmuş kurumlar kar/zarar ortaklığı adı ile topladıkları paraları mutlaka faizde değerlendirirler. Buna mecburdurlar.
-Fon kaynakları ve maliyetleri bakımından klasik bankalar, vadeli ve vadesiz hesap açabilmekte ve getiri oranları vade başında bellidir.TMSF kapsamındadır.TTK ve ana sözleşme gereği olan yedek akçelerden başka safi karın %5’i tutarında muhtemel zarar karşılığı olarak T.C.M.B’da devlet tahvili tutmak zorundadırlar. Bankalar arası piyasalardan borçlanabilmektedirler. Katılım bankaları ise bankalararası piyasada işlem yapamadıkları için kullandırılamayan ve kasalarında bulunan nakit değerleri değerlendirememektedirler.
Katılım bankalarının cari hesapların maliyeti sıfırdır. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile tüm bankalardaki mevduatların 50.000 YTL’lik kısmı TMSF güvencesi altına alınmıştır. Katılım bankaları da bankacılık sistemine dahil olduğu için aynı şartlar burada da geçerlidir. TTK ve ana sözleşme gereği karşılık ayırırlar. Cari ve katılma hesapları dışında borçlanma imkanları bulunmamaktadır.
-Fon kaynakları yasal yükümlülükleri bakımından klasik bankalar, mevduat ve mevduat dışı pasifler için toplam %14 munzam ve disponibilite zorunluluğuna sahip iken katılım bankaları ise özel cari hesapları için toplam %24 disponibilite ve karşılık, katılma hesapları için %10 oranına sahiptir. Merkez bankasında tutulan karşılıkların hiçbir getirisi bulunmamaktadır.
-Fon kullandırma bakımından karşılaştırıldığında, klasik bankalar nakit kredi kullandırmaktadırlar. Mal alım satımı yasaklanmıştır. Her türlü gayri nakdi kredi kullandırılabilir. İhracatın finansmanında vergi ve harç istisnaları vardır. Gayri menkul finansmanında kredi ile kaydi sayış değeri arasında bağ kurulmamaktadır. Hazine bonosu, repo v.b. kısa vadeli enstürmanlara yatırım yapabilirler iken katılım bankaları nakit kredi kullandıramamaktadırlar. Murabaha, müşareke, mudarebe ve icar yöntemleri ile fon kullandırabilirler. Ancak bankacılık sektöründe yatırımcı, tasarruf sahibi ve girişimciler giderek daha sofistike ürünlere yönelmektedir. Bu yeni ürün eğilimlerine yön veren temel unsurlar ise; o ürünün bir likiditesi olması (ikinci pazar), riski ölçülebilir olması (rating’e sahip olması), getirisinin alternatiflere göre uygun olması ile değerlendirilmektedir. Diğer bir ifadeyle yatırımcılar veya tasarruf sahipleri ölçülebilir riski olan, likit ve yüksek getirili sofistike ürünleri talep etmektedir. Katılım bankalarının sunduğu ürünler yetersizdir.
-Katılım bankalarına borcunu zamanında ödemeyen kişiler ile ilgili olarak tahakkuk ettirilecek gecikme faizi konusunda ciddi tereddütler vardır. Faiz almadan gecikmiş ödeme kabul edilemez. Adı her ne olursa olsun gecikmenin bir bedeli olacaktır. Bu da faizdir. Gecikme faizine katılım bankaları “Kâr Mahrumiyeti” payı diyerek çözüm bulmuşladır. Ancak bunun faizden farkının ne olduğunu tam olarak anlaşılamamıştır.[11]
– Katılım bankacılığı konusunda ilk düşünen ve yazanlar arasında murâbaha usûlünden bahseden olmamıştır. Bu usûlü 1976 yılında sonradan çıkmasına rağmen diğer faizsiz bankacılık enstrümanlarını geride bırakmıştır. Katılım bankalarının %80’lere varan oranlarda murâbahaya yönelmelerinin makûl gerekçeleri olmakla birlikte faizden farkı anlaşılamamaktadır. Klâsik bankalarla çalıştığı için oradaki muâmeleye alışmış bulunan müslümanlar katılım bankalarına para yatırmaya geldiklerinde ne müddet sonra ne alacaklarını bilmek istemekte ve bu geliri bir an önce elde etmeyi ummaktadırlar. Bütün bu sebepler; katılım bankalarının daha ziyade murâbahaya yönelmeleri sonucunu doğurmuştur. Ancak bu enstrümanın ölçüsüz ve büyük oranlarda kullanmanın olumsuz, amaca aykırı sonuçları da vardır. Şöyle ki;
Katılım bankacılığının teorik temeli, finansmanın önceden belli bir bedel (fâiz) karşılığında değil, hâsıl olacak kâra veya zarara ortaklık karşılığında yapılmasıdır. Murâbahada banka, peşin olarak satın aldığı mala belli bir kâr ve vâde farkı koyarak müşterisine satmaktadır. Bu durumda bankanın kârı önceden bellidir ve garanti altına alınmıştır. Müşterinin aldığı mal, âlet ve edevât ile edeceği kâr veya zarar bankayı ilgilendirmemektedir. Murâbaha usûlü, şekil bakımından meşrû ve fıkıh kaidelerine uygun olmakla beraber, hâsıl ettiği sonuç itibariyle klasik kapitalist banka işlemlerine yaklaşmaktadır.
Murâbaha yoluyla finansmandan en büyük payı ticaret kesimi almakta, sanâyî ve zirâat kesimlerinin işletme sermâyesini temin için yapılan murâbahalı finansman oranı ve miktarı düşük kalmaktadır.
Ticaret kesiminde de murâbahalı finansman, daha ziyâde dış ticaret ve özellikle ithâlâtta kullanıldığı için İslâm ülkelerinin dış ticaret bütçelerinin bozulmasına dolaylı olarak sebep olmaktadır.Murabaha işlemlerindeki vade farkı klasik bankalarıdaki faiz oranlarına denk bir şekilde seyir izlemektedir. Aslında bu bir örtülü faizdir.
-Katılım bankalarındaki mevduat da devlet güvencesi kapsamına alınmıştır.Devlet güvencesi varsa ortaklığın bir anlamı kalmamıştır.Halbuki katılım bankacılığının mantığında garanti edilmiş bir gelir hesabı olamaz. Katılım bankasına yatırılan para eğer kurum kar ederse mudilerin hesabına kâr payı yansıtılır, zarar ederse zarar yansıtılır.Anapara ve kâr payı garanti edilemez. Ancak uygulamada katılım bankalarındaki mevduatın 50.000 YTL’lik kısmına devlet güvencesi vardır.Bu durum katılım bankalarının mantığı ile çelişmektedir.
Bankalar güvene dayalı fon toplamaktadırlar. Buna rağmen bankalar 1994 yılında mevduata devlet güvencesi verilmesiyle beraber güvenli bir şemsiye altına girmişlerdir. Bu güvence sistemine katılım bankaları 2001 yılında dahil olmuşlardır. 2005 yılında da oluşturulan ‘güvence fonu’ TMSF ile aynı çatı altına gelmiştir.Şu anda güvence ayağında klasik bankalardan bir fark kalmamıştır.
-Modern dünyada faizin bulunmadığı faaliyet yoktur. Bilindiği gibi birçok büyük firma faizli kredi alınarak açılmıştır. Bugün ister araba olsun, ister bilgisayar ve yahut bir firmada çalışmak olsun mutlaka faizli kredi temelinde çoğaltılmış para ile yapılan ürünler almış oluyoruz veya aylıklarımız bu paradan veriliyor. Ekonomiyi faizden arındırmak imkansız denecek kadar zor hale gelmiştir. Siyasi ve ekonomik bir birlik ve dayanışma olmadan bir İslam ülkesinin tek başına faizsiz ekonomiye geçmesi ve bunu hem içeride hem de dışarıda (diğer ülkelerle ilişkilerinde) uygulaması oldukça zordur. Faizin her tarafı sardığı bir ülkede yaşayanların yolları az veya çok faize düşer, bankaya uğrar, faiz ödemek veya almak mecburiyetinde kalırlar.[12]
9.SONUÇ
İçinde yaşadığımız çağda ticari bankacılığın büyümesindeki en önemli etmen, faizle borç vermek suretiyle para üretme sürecinde elde edilen kârdır. Bankacılık bir endüstri ise para da onun ürünüdür. Günümüz dünyasında aynı güdü ticari bankacılığı çok daha karmaşık bir yolla yönlendirmektedir. Bir kişi kendi evinde para üretirse bu suçtur ve tutuklanır. Fakat ticari bankacılık sistemi aynı şeyi yapma konusunda tamamen yasal koruma altındadır. (Tarek El Diwany, Faiz Sorunu, s:273)
Günümüzde ekonomik büyüme ve kalkınma çoğu hükümetlerin ve toplumların nihai hedefidir. Bazı aydınlar ekonomik büyümenin borç faizlerini ödemeye yarayacağından özellikle teşvik edildiğini düşünmektedirler. Borç, bileşik faizle sonsuza doğru büyürken fiziki dünyada her şey sıfıra doğru yıpranmaktadır.
Faizin olmadığı bir ortamda ekonomik çabalarımız servet transferinden uzaklaştırılarak servet yaratmaya doğru kaydırılacaktır. Girişimci kârını, sermayedarla müşterek bir geleceğe göre paylaşacaktır. Belirlenmiş bir faiz oranına göre değil. Kaldıraç uygulaması zamanımızın spekülatif zihniyeti ile birlikte geniş ölçüde ortadan kalkacaktır. İş dünyası, çevreyi ihmal etme yönünde değil, koruma yönünde teşvik edilecektir. Küçük ölçekli teşebbüsler gelişecek ve borç kaldıracına dayalı dev yapılar yavaş yavaş ortadan kalkacaklardır.
Toplumlar adına karar verme konumunda bulunan politikacıların iktisat bilimindeki pek çok fikir seçeneği arasında en değerli olanı tespit etme ihtimali çok zayıftır. Ortodoks düzenin yetiştirdiği iktisatçılar tarafından çevrelenmiş olan politikacılar, geleneksel teorinin sürekli bir bombardıman altındadırlar ve bu nedenler bir sonraki görev dönemlerine kadar halka bu teorinin tekrarlamasını yaparlar. Böylece çoğunluğun kabul ettiği iktisat, faiz oranı, para politikası, bencil ekonomik insan ve değer yargılarından bağımsız iktisat fikirleri sürdürülür gider.
Katılım bankacılığının dayandığı İslami finans bir dar piyasaya sunulacak bir ürün değildir. O, islam toplumu dediğimiz bir bütünün doğru işleyebilmesi için diğer sistemlerle birlikte çalışması gereken sistemin bir parçasıdır. İslami para sistemi de böyle bir sistemdir ve sadece özel sektör tarafından kurulamaz. Yasal/resmi para teriminin yeniden tanımlanma ihtiyacından dolayı devletin öncülüğü şarttır.
Faize dayalı bir ekonomi tüm toplumun aleyhinedir. Toplum içinde bir şekilde serveti olan insanların rahatına gelebilir. Ama nihai anlamda faiz üzerine kurgulu bir ekonomide servet ve refah yaygın değildir. Servet transferi anlamına gelen faizi açıklamaya dönük teoriler, faizli kredi kullanan müteşebbisin, teşebbüsün ihmal ve kasıt olmaksızın zararla sonuçlanması halinde hala niçin faiz ödemek zorunda kaldığını açıklayamamaktadır. Problem, faizin; her ne şekilde olursa olsun, faizi alan veya verenden mutlaka birisi için önlenemez bir haksızlığa yol açmasıdır. Yani; faiz, kredi kullanılan teşebbüsün kârla sonuçlanıp sonuçlanmayacağının bilinememesi veya kârla sonuçlanacaksa bu kârın ne miktarda gerçekleşeceğinin önceden bilinememesine rağmen, faiz nisbetinin kredi işleminin başında tespit edilmesi dolayısıyla bu kredi kullanımından elde edilen sonucun taraflar arasında adil ve dengeli bir şekilde paylaştırma imkanı ortadan kalkmaktadır. Faizli olarak borç veren, sermaye sahibi, maktu faiz nisbetini, bu sermaye ile milli servete hiç katkıda bulunulmasa, hatta milli servetin eksilmesi demek olan zarar vukuunda bile alır. Bu durumda faiz, milli gelirdeki eksilmeye rağmen sermaye sahibine ödenir. Bu sebeple kâr, toplumun kaderini paylaşmak, faiz ise toplumdan soyutlanmak anlamına gelir.
Klasik bankalar, kriz ortamında faizler yükseldiğinde kredi kullandırttığı müşterilerine artan kaynak maliyetini yansıtmaktadırlar. Neticede onlar belli bir faizin üstüne kendi kârlarını koyarak ayakta durmaya çalışan kurumlardır. Dolayısı ile böyle bir iniş çıkıştan vatandaş/müşteri olumsuz yönde etkilenmektedir. Katılım bankalarında ise böyle bir durum söz konusu değildir. Sözleşme yapıldığında şartlar ne ise, kriz çıksa ve aleyhte bir durum gelişse bile bu, müşterilere kesinlikle yansıtılmamaktadır. Aşırı dalgalanmaların olduğu ortamda katılım bankaları fahiş kâr elde edemiyorlar. Dolayısı ile istikrarlı yapılar özel katılım bankalarının lehine çalışmaktadır. Katılım bankalarının ekonomideki payı daha yüksek oranlarda olsa krizlerdeki dalga boyları daha önceki krizlerde olduğu kadar yıkıcı olmazdı. Çünkü, katılım bankacılığı ekonomiyi olumsuz yöne sevk etmeyen, uzun vadeli düşünmeye zorlayan ve istikrarlı hale getirmek isteyen bir sistemdir. Faizsiz sistem ne kadar büyükse sistem dışı kalan unsurların krizi tırmandırma etkisi o kadar düşük olacaktır.
Faiz sadece müslümanların değil tüm insanlığın bir meselesidir. Sonuçta faiz, iki taraftan birini zarara uğratan bir mekanizma olduğu gibi bir haksızlık da doğurmaktadır. Burada zarara uğrayanın inancı önemli değildir. İslam yapılan haksızlığı yasaklamaktadır. Son dönemlerde gelişmiş ülkelerde İslami katılım bankacılık türüne dönük artan bir ilgi mevcuttur.
Batı toplumlarının ekonomik kalkınmasının gerçekleşmesinde büyük rol oynayan klasik bankalar İslam ülkelerinde aynı başarıyı gösterememiştir.[13] Bu ülkelerde yaşayan faize karşı duyarlı halkın bu sisteme dayalı finansal kurumlarla temasa geçmemeleri, İslam ülkelerinden özellikle petrol gelirinden yoksun olanların kalkınmak için şiddetle ihtiyaç duydukları sermaye sıkıntısını devamlı hissettirmiştir. Bu eksikliği gidermek üzere geliştirilen katılım bankacılığının İslam ülkelerinin kalkınması için fon sağlayacağı düşünülmüştür. Bu kurumların başarılı olabilmeleri, içinde doğdukları faizli ortam içinde yaşayabilmelerine ve ekonomi üzerinde ağırlıklarını koyabilmelerine bağlıdır.
Dünya çapında yaygınlaşan katılım bankaları sistemi ülkeden ülkeye bazı farklılıklar gösterse de, hepsinin ortak yönünü finansal ürünlerin, İslami hükümlere uyum göstermesi oluşturmaktadır. İslam dini hem parasal ilişkilerde faizi yasaklamakta hem de tüm finansal işlemlerin, reel bir ekonomik aktiviteye bağlı olmasını şart koşmaktadır.
Ülkeden ülkeye bankacılık düzenlemeleri değiştiği için veya kurumlar arasındaki farklılıktan dolayı, katılım bankacılığı yapan kurumların sunduğu hizmetler de ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, bazı ortak hizmet ve ürünler ön plana çıkmaktadır. Bunlar özetle;
– Faize bağlı olmaksızın kredi ve ödünç verme
– Altın külçe alım ve satımı
-Peşin döviz alım ve satımı
-Kredi mektubu.
-Garantiler.
-Faize bağlı olmaksızın, önceden belirlenmiş bir ticari getiri çerçevesinde, garanti karşılığında finansman bonoları şeklinde kısa vadeli finansman sağlama
-Komisyon karşılığında tüm menkul kıymetleri toplama ve değerlendirme hizmetleri
-Faizli olmamak koşuluyla tüm menkul kıymetlerin (hisse senedi, yatırım sertifikası ve tahvil gibi) alım-satımı
-Belirli amaçlar (ticaret, tarım, sanayi ve gayrimenkul gibi) için özel fonlar kurma ve yönetme
-Mudaraba esasına göre finansman imkânı sunma
-Müşarake esasına göre finansman imkânı sunma
-Azalan katılım prensibine göre finansman sunma
-Özel yatırım hesapları hizmetleri, bankalarla birlikte doğrudan yatırım
-Finansal kiralama hizmetleri
-Gayrimenkul alım ve satımı
-Finansal acentelik hizmetleri
-Üçüncü şahıslar için önceden kararlaştırılmış kâr prensibine göre alım ve satım hizmetleri (murabaha)
-Açıkları kapatmak amacıyla özel fonlar oluşturma
-Projelerin fizibilite çalışmaları için teknik, ekonomik, finansal, yönetim ve pazarlama danışmanlığı sunma
-Faiz yasağına uygun şekilde düzenlenmiş mortgage kredileri.
-İslami ilkelere uygun olarak portföy yönetimi ve yatırım fonları
Bu hizmetlerin yanısıra, katılım bankaları, proje geliştirme ve bu projelere finansman sağlama, risk sermayesi prensibine göre finansman sağlama ve İslami ilkeleri göz önünde tutarak, ulusal ve uluslararası piyasalara kaynak transferi gibi çeşitli hizmetleri de sunmaktadırlar.
Katılım bankaları, ellerindeki likit paralarla, faizli enstrümanlardan oluşan menkul kıymetlere yatırım yapamamaktadırlar. Bu yüzden, gelir ortaklığı senedi, varlığa dayalı menkul kıymet, kira sertifikası gibi enstrümanların oluşturulup, geliştirilmesi gerekmektedir. Şu anda bu tür enstrümanların bulunmaması önemli bir eksikliktir. Bu enstrümanların eksikliği ve vergi rejimi yabancı yatırımcıları da yıldırmaktadır.
Katılım bankalarının genel olarak ekonomi üzerinde olumlu etkilerinden söz edilebilir. Bu etkiler kısaca;
-Çeşitli sebeplerle sistem dışında kalmış fonları, mali tasarruflara dönüştürerek, fonların daha verimli kullanımına neden olur.
-Mevduat toplama yoluyla, yabancı kaynak transferinde yabancı kişilerin fonlarını çekmektedirler.
-Finanse ettikleri sanayi ve ticaretin her aşamasında faiz yerine, kâra ortak olduğundan maliyetlerin kabul edilebilir düzeylerde gerçekleşmesine yardımcı olmaktadırlar.
-Dış ticaretin gelişmesine önemli katkılarda bulunmaktadırlar.
– Ülkede, kayıtlı ekonominin gelişmesine, bunun sonucu olarak da vergi gelirlerinin artmasına olumlu katkı yapmaktadırlar.
– Fon toplama ve fon kullandırma konusunda yeni finansman teknikleri sunmaktadırlar.
-Âtıl fonların ekonomiye kazandırılması para arzının azaltılmasına yol açacak, bu da enflasyonist baskıları hafifletebilecektir,
1985’ten bu yana da, faizsiz bankacılık çerçevesinde fon kabul etme ve kullandırma yetkisine sahip kurumlar olarak ülkemizde faaliyetlerini sürdüren katılım bankaları, bankacılık sisteminde verimliliği artırması yanında, sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomik yapıya zemin hazırlamakta, ihracat ve ithalatı finanse etmekte, atıl fonları ekonomiye kazandırmakta, reel ekonomiye fon sağlayarak ekonomik büyümeye katkı sağlama ve istihdam sağlayıcı etkileri ortaya koymaktadır. Belki de en önemli etkileri, yaşanan finansal krizlerde, krizlerin olumsuz etkilerini en az hasarla atlatmaları nedeniyle, finansal dalgalanmaları azaltıcı rol oynamalarıdır. Katılım bankalarının ekonomiye yukarıda bahsedilen olumlu katkıları nedeniyle teşvik edilmesi gerekmektedir.
10. KAYNAKLAR
AKGÜÇ, Ö., 1989. 100 Soruda Bankacılık, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 303 s.
AKIN, C., 1986. Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 280 s.
AKYÜZ, O., 2000. “Özel Finans Kurumlarının Sağlıklı Çalışabilmesi için Evvela İnsan Modelinin Oluşması Gerekir”, B.Cemal Rodoplu, Türkiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama, Albaraka Türk Yayınları:17, İstanbul.
ARIFF, M., 1988. “Islamic Banking”, Asian-Pacific Economic Literature, September,2(2), ss.48-64.
BAYINDIR, S., 2005. İslam Hukuku Penceresinden Faizsiz Bankacılık, Rağbet Yayınları, İstanbul, 272 s.
BÜYÜKDENİZ, A.,2000. “Faizsiz Finans Kurumlarının Mali Sistem İçindeki Yeri ve Çalışma Prensipleri”, B.Cemal Rodoplu, Türkiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama, Albaraka Türk Yayınları:17., İstanbul, 23-28.
DİWANY, El Tarek,1997-2008, Faiz Sorunu,(trc:Mehmet Saraç), İz Yayıncılık, İstanbul, 2008
DURMAN, T.S., 2006. Katılım Bankaları ve Basel 2000, Uluslar arası Finans Arenası,
EL-BDOUR, R. Ve EROL C., 1989. “Attituded, Behaviour and Patronage Factors of Bank Customers Towards Islamic Banks”, International Journal of Bank Marketing, 7(6), ss. 31-37.
ERTÜRK, A.,2000. “Tükiye’de Özel Finans Kurumlarının Dünü, Bugünü ve Yarını”, B.Cemal Rodoplu, Tükiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama, Albaraka Türk Yayınları:17., İstanbul, 11-14.
HAMMÂD, N., İktisâdî Fıkıh Terimleri (trc: Recep Ulusoy), İstanbul 1996, s. 318
HATUNOĞLU, Z.,1995. Genel Olarak İslam Bankaları ve Türkiye’de Özel Finans Kurumları ile Klasik Bankaların Farklılıklarının Belirlenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstititüsü, Adana.
HAZIROĞLU, T., 2006. “Faizsiz Bankacılık”, Bereket Dergisi, Sayı:20,
HELVACI, M. Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, s.25
IQBAL, Z., 1997. “Islamic Financial Sytems”, Finance and Development, 34(2) ss.9.
KÜÇÜKKOCAOĞLU, G., “İslami Bankalar ve İslami Finans Kurumları”,
www.baskent.edu.tr⁄≈qurayk/finpazcuma17.doc,
METAWA, S. A. ve ALMOSSAWİ, M., 1998. “Banking Behaviour of Islamic Bank Customers: Perspectives and Implications”, International Journal of Bank Marketing, 17(7), ss. 299-313.
MIRAKHOR, A., 1997. “Progress and Challenges of Islamic Banking”, Review of Islamic Banking , 4(1), ss.11.
ORMAN, S., 2000. “Tarih, Uygarlık ve İktisadi Politika Bağlamında Özel Finans Kurumları”, B.Cemal Rodoplu, Tükiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama, Albaraka Türk Yayınları:17. ,İstanbul, 131-138.
ÖNAL, R., 2000. “Tükiye’de Özel Finans Kurumlarının Dünü, Bugünü ve Yarını”,B.Cemal Rodoplu, Tükiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama,Albaraka Türk Yayınları:17. ,İstanbul, 15-18,
ÖZCAN, M.E., 2000. “Bankacılıkta Yeni Bir Boyut: Katılım Bankacılığı”, B.Cemal Rodoplu, Türkiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama, Albaraka Türk Yayınları:17. ,İstanbul, 191-196.
ÖZSOY, İ., Faizsiz Bankacılık ve Özel Finans Kurumları (1997), Kaynak yayıncılık, İstanbul, 1997
PARASIZ, İ., 2000. Modern Bankacılık Teori ve Uygulama, Banksis Yayınları,İstanbul, 360 s.
TEKİR, S.,1986. “Faizsiz Sistemde Kredileşme ve Kredi Müesseseleri”, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi:6., Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli Faizsiz Kredileşme Sistemi, İslami İlimler Araştırma Vakfı Yay:12, İstanbul.
TKBB Dergisi, 2005, Faizsiz Bankacılığın Global Finansal Sistemdeki Payı Giderek Artıyor, 26-31.
TOSUN, M., 2000. “Türk Mali Sisteminde Özel Finans Kurumları Deneyimi ve ÖFK’ların Türk Banka Sistemi içindeki Yeri”, B.Cemal Rodoplu, Türkiye’de Özel Finans Kurumları Teori ve Uygulama, Albaraka Türk Yayınları:17, İstanbul, 177-190.
UTKU, M., 2006. “Faizsiz Bankacılığın Hızlı Yükselişi”,
www. yenisafak.com.tr⁄yazarlar⁄?:=1623∞y=Meliksah Utku,
YILDIRIM, B., 1993. “ Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve Türk Ekonomisine Katkıları”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
“Faizsiz Bankacılığın Tarihçesi, Dünyada Faizsiz Bankacılık Oluşumu”,
http:/www.forumuz.biz/bilg-faizsiz bankacılık sistemi_770t.html,
http:/www.albarakaturk.com.tr, Erişim Tarihi: 25.08.2008.
http:/www.turkiyefinans.com.tr, Erisim Tarihi: 25.08.2008.
http:/www.tkbb.org.tr Raporlar.asp K=2,
www.ishad.org.tr/faaliyet.asp?i=42
http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=817&l=1
http://www.ekonomist.com.tr/app/dictionary.app/dictionary.php/es.dict/faiz
http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=8208
http://www.islamic-bank.com/islamicbanklive/History/1/Home
http://www.muzafferdeligoz.blogcu.com.tr
http://www.tbb.org.tr/net/donemsel/default.aspx?dil=TR
http://www.moralhaber.net/46625_Katilim-bankalarinin-faaliyet-sonuclari-belli-oldu.htm
http://www.timeturk.com/Ispanyada-Islami-bankacilik-atagi-8450-haberi.html
[1] http://www.ekonomist.com.tr/apps/dictionary.app/dictionary.php/es.dict/faiz
[2] M.HELVACI, Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, s.25
[3] Entropi, bir sistemin düzensizliğinin ifadesidir. Her sistem çözülmeye ve dağılmaya doğru gider.
[4] Soddy, F, Money Versus Man, 1993, Tarek El Diwany’nin eserinde zikredilmiştir.
[5]http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=8208
[6] http://www.islamic-bank.com/islamicbanklive/History/1/Home
[7] http://www.timeturk.com/Ispanyada-Islami-bankacilik-atagi-8450-haberi.html
[8] Nezih Hammâd, İktisâdî Fıkıh Terimleri (trc: Recep Ulusoy), İstanbul 1996, s. 318.
[9] Prof. Dr. İsmail Özsoy, Fatih Üniversitesi, Ekonomi Bölümü
[10] Faizsiz Bankacılık: Nedir, Ne Değildir?04 Nisan 2006 tarihli Referans Gazetesi
[11] Temel Hazıroğlu,Bereket Dergisi,Sayı 20,yaz 2006
[12] http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat2/0109.htm
[13]Prof.Dr. İsmail Özsoy, Fatih Üniversitesi, Ekonomi Bölümü
Cesurhan TAŞ – SASAM Başkan Yardımcısı
Comments are closed