Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

BİR DARBENİN ÖĞRETTİKLERİ

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yapayalnız ve desteksiz bırakılması, Türkiye için de ibretler barındıran bir durum. Aradaki ırk farkını bir tür ‘tampon’ olarak değerlendirip, AK Parti iktidarına Müslüman Kardeşler’den daha ılımlı yaklaşan Arap dünyasının muktedir çevreleri, işler ters gitmeye başlar başlamaz tıpkı Mısır gibi Türkiye’yi de yalnız bırakacaklardır. Türkiye’nin, bölgesel politikaları oluştururken, bu unsuru hep aklının bir köşesinde tutmasında fayda vardır.

*****

Taha Kılınç – USA Sabah

Mısır’da geçtiğimiz çarşamba akşamı seçilmiş devlet başkanı Muhammed Mursi’ye karşı düzenlenen askeri darbenin ardından, ülkede tam anlamıyla bir kaos hüküm sürüyor. Askerin Mursi’nin yerine atadığı Adli Mansur muhalif liderlerle bir araya gelip yeni hükümetin kurulmasına çalışırken, siyasi tablo henüz netleşmedi. Sokakları ve meydanları dolduran Mursi taraftarları, devrik cumhurbaşkanını almadan evlerine dönmeyeceklerini haykırıyor, ancak Mısır’da hâl-i hazırda oluşan pratik siyasi şartlar, Mursi’nin koltuğuna geri dönebilmesini imkânsız kılıyor. Mursi’nin koltuğuna geri dönmesi, hem darbeyi yapanların kararlılığı ve muhalif blokun gücü, hem de dış dünyanın darbeye topyekûn desteği nedeniyle mümkün değil.

Mısır darbesinin en şaşırtıcı yanı, çabucak ve naklen gerçekleşivermesi bir yana, uluslararası kamuoyunun sorgusuz-sualsiz kabulüne mazhar olması. ABD’den Avrupa ve Arap dünyasına hiçbir ülke, yaşananları “darbe” olarak nitelemedi. Aksine yapılan açıklamalarda ordunun rolüne övgüler yağdırılarak, “zorunlu müdahale” kavramına atıfta bulunuldu. Mısır’ın Washington Büyükelçisi Muhammed Tevfik’in şu sözleri, dünyanın bakışını da özetler mahiyetteydi: “Mısır’da darbe olmadı. Sadece ordu, çatışmalar iç savaşa dönüşmesin diye müdahale etmek zorunda kaldı”.

Dünya ülkeleri içinde, Mısır’daki askeri darbeye karşı sesini yükseltmeye cesaret edebilen tek ülke Türkiye oldu. Cuntayı tebrikte herkesin önüne geçen ve Mısır ordusunun “ülkeyi karanlık bir tünelden çıkardığını” savunan Suudi Arabistan’ın aksine Türkiye, Mursi’nin ülkenin seçilmiş ve meşru cumhurbaşkanı olduğunu dünyaya hatırlattı. Ancak bütün ülke ve kurumların cuntanın arkasına geçtiği bir dönemde, Türkiye bu ilkeli duruşunu ne kadar sürdürebilir, belli değil.

Müslüman Kardeşler açısından, askeri darbenin en net ve kesin sonucu, dünyanın ve özellikle de İslâm dünyasının kendilerine nasıl baktığını görmeleri oldu. ABD, Avrupa ve İsrail’in Müslüman Kardeşler’e mesafeli (hatta zaman zaman düşmanca) tavırlarının nedeni anlaşılabilir. Her ne kadar Müslüman Kardeşler kadroları onlarla çalışmak konusunda çok istekli olsalar da, sayılan bu çevreler Müslüman Kardeşler’in temsil ettiği siyasal düşünceden ölesiye korkuyor. Bu bağlamda, Mısır’daki askeri darbeye verilen destek onlar açısından makul, hatta zorunlu.

Ancak İslâm ülkelerinin tavrı ve aldıkları pozisyon oldukça düşündürücü. Zengin Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler’e yönelik bir nefretin olduğu zaten biliniyordu. Medyasıyla ve siyasal kurumarıyla Müslüman Kardeşler’i çok uzun zamandır taciz eden Körfez ülkeleri, -elbette Katar hariç- İhvân’ın siyasal tasavvurlarını tehlikeli ve mutlaka baş edilmesi gereken bir ‘virüs’ olarak okuyor. Bunun altında yatan neden ise, Müslüman Kardeşler’in düşüncelerinin kendi ülkelerinde de yayılması ve nihayet yönetim değişikliği için halk üzerinde etkili olması korkusu.

Sebep her ne olursa olsun, Müslüman Kardeşler’e karşı alınan tavır, İslâm dünyasında hak ve adalet düşüncesinin hâlâ çok uzağında bulunduğumuzu ortaya koyuyor. Hak ve adalet yerine ideolojik saplantılar ve menfaatlerle hareket eden İslâm ülkeleri Filistin, Suriye ve diğer birçok meselede Mısır’da olduğu gibi işlerin hepten çıkmaza sürüklenmesine neden oluyor.

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yapayalnız ve desteksiz bırakılması, Türkiye için de ibretler barındıran bir durum. Aradaki ırk farkını bir tür ‘tampon’ olarak değerlendirip, AK Parti iktidarına Müslüman Kardeşler’den daha ılımlı yaklaşan Arap dünyasının muktedir çevreleri, işler ters gitmeye başlar başlamaz tıpkı Mısır gibi Türkiye’yi de yalnız bırakacaklardır. Türkiye’nin, bölgesel politikaları oluştururken, bu unsuru hep aklının bir köşesinde tutmasında fayda vardır.

Şu badireli günler atlatılıp da sular durulduğunda, Müslüman Kardeşler içinde iki türlü bir sorgulama mekanizmasının çalıştırılması gündeme gelebilir. İçe yönelik: “İktidarımız nasıl böyle kolayca devrilebildi? Neyi eksik bıraktık? Suç sadece düşmanlarımızda mı, yoksa bizim de hatalarımız var mı? Halk desteğimizin gerçek oranı ne?”. Ve dışa yönelik: “İslâm dünyasında bize karşı yürütülen propagandanın temelinde ne var? Neden cuntayı ilk tebrik edenler Arap ülkeleri oldu?”

Müslüman Kardeşler kadrosunun, doğru soruları sorarak bulacağı doğru cevaplar, farklı coğrafyalardaki diğer İslâmi hareketlerin de yolunu aydınlatacak, onlar için de çok kıymetli tecrübeler haline gelecektir. Eğer var ise, Mısır’daki ‘şerli’ durumun ‘hayr’a dönüşeceği nokta da tam olarak burasıdır.

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2013/07/08/bir-darbenin-ogrettikleri

taha.kilinc@usasabah.com

@ntahakilinc

img

Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM); 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşudur. Sahipkıran; Müşteri (Jupiter) ve Zühre’nin (Venüs) aynı hizada (bir burçta) oldukları zamanda doğan kişilere atfedilen bir sıfattır. Bu kişilerin cihangir olacaklarına inanılır. Cengiz ve Timur Hanların Sahipkıran oldukları bilinmektedir. Türk Dil Kurumunun yayınladığı güncel sözlükte, Sahipkıran için; “güçlü ve üstün hükümdar” tanımı yapılmaktadır.

Comments are closed

Benzer Gönderiler