Anayasa; Kelsen’in normlar hiyerarşisinde en üstte bulunan, değiştirilmesi diğer yasalara göre daha zor bir usule tabi tutulmuş, devletin işleyişini ve teşkilatlanmasını belirleyen, hukuk devletlerinde iktidarı sınırlayan ve temel hak ve özgürlüklerin garantisi olup aynı zamanda bir denetim mekanizmasının ölçütü olan hukuk kurallarıdır. Anayasalar, hukuk devletleri için en önemli belgelerden birisidir.
Bir hukuk devletinde, doğal hukuktan gelen temel haklar ve hürriyetler, hukukun üstünlüğü, bireyin menfaatleri ve diğer özgürlükler anayasa ile koruma altına alınır. Devlet yönetiminde, anayasacılığın temel bir ilke olması keyfiliği engeller. İktidarın yoğunlaşmasını durdurur ve “sınırlı devlet” ile de ilgilidir. Monarşilere, diktatörlüklere, “devleti her şeyin üstündeki erk” olarak gören anlayışlara karşı olarak gelişen anayasacılık gücün sınırlandırılmasını hedefler.
Lord Acton (John Dalberg) “İktidar yozlaşmaya meyillidir, mutlak iktidar mutlaka yozlaşır” sözü ile iktidarın mutlaka sınırlandırılması gerektiğine dair aslında anayasanın önemi hususunda oldukça önemli bir noktaya dikkat çekmektedir. Zaten tarihte de ilk anayasal hareketler bu bağlamda ortaya çıkmıştır. İlk anayasal hareketin kralın yetkilerine karşı İngiltere’de Magna Carta ile başladığı kabul edilir. 1787 yılında Birleşik Devletler, 1791 yılında Fransa yazılı anayasalarını ilan etmiştir.[1] Osmanlı Devleti ise Cemiyet-i Mahsusa adlı komisyonun hazırladığı Kanuni Esasi ile 1876 yılında anayasasını ilan etmiştir. İlk yazılı anayasaların ilan edildiği bu dönem 1. Anayasacılık Dönemidir.[2] Montesque, Locke, Mill gibi düşünürlerin önemle üzerinde durduğu anayasacılık, gerçek bir demokratik yönetimin vazgeçilmez unsurudur.[3] İktidarın ve gücün tek elde toplanmasının engellenmesi, iktidarın keyfiliğinin engellenmesi, talimatlarla sürdürülen bir yönetim anlayışı yerine kurallara dayalı bir yönetim anlayışı, kişilere dayanan bir devlet yönetimi yerine sisteme dayanan bir yönetim anlayışı; ancak anayasacılık ile mümkündür.
Anayasacılık ilkesinin hakim olmadığı yerlerde, zamanla iktidar yoğunlaşır. Yoğunlaşan iktidar, kendisini en büyük erk olarak görür ve devleti kendi menfaatleriyle bir tutar. Zamanla yozlaşma artar, keyfilik artar, adaletsizlikler baş gösterir, yolsuzluk artar, kaynaklar boşa kullanılır, düşünce özgürlüğü yok olur, akademi gelişemez, ticaret gelişemez, politika gelişemez. Bir süre sonra insanlar tedirginliğe ve huzursuzluğa alışır, kaos ortaya çıkar, suçlar artar. Bu durumda devlet daha da sertleşir. Bu kısır döngü zamanla daha da artar ve kapalı, huzursuz, geri kalmış, sömürülen bir toplum ortaya çıkmış olur. Burada akıllara gelen soru ise bir anayasanın nasıl bir içeriğe sahip olması ya da dayanması gereken temel felsefenin ne olduğudur. Montesquieu anayasa ile ilgili şöyle demiştir:
“İktidarın kötüye kullanılmaması için, olayların düzeni gereğince, iktidarın bizzat iktidarı durdurması lazım. Bir anayasa öyle olabilir ki, o yasa gereğince hiç kimse, kanunun izin verdiği şeyleri de yapmamaya zorlanamaz.”
Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, s.244
Buradan anlaşılacağı üzere öncelikle bir anayasanın en önemli felsefesi iktidarın yoğunlaşmasını, gücü tek elde toplamaya çalışmasını engellemek olmalıdır. İktidarın, bireylerin temel haklarına, bireylerin menfaatlerine ve özgürlüklerine müdahale etmesinin anayasa ile önü alınmalıdır. Yani anayasa insan haklarının, özgürlüklerin (anayasaların özgürlükler noktasında, negatif özgürlük anlayışını benimsemeleri gerekir) ve her bir bireyin menfaatlerinin koruyucusu olmalıdır. Burada temel insan hak ve hürriyetleri vurgusu içerisinde 1789 yılında ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile 1945 yılında BM’nin kuruluşu ile ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisine göz atmakta da fayda vardır: 1789 yılında ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde; özgürlük, eşitlik, doğal insan hakları (özgürlük, baskıya direnme, mülkiyet, güvenlik), egemenliğin kaynağının millet olduğu, negatif özgürlük anlayışı, yasaların herkese eşit muamelesi, masumiyet karinesi, din, vicdan ve düşünce özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı gibi önemli hususlar vurgulanmış ve kabul edilmiştir.[4]
1945 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ise 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisindeki hak ve hürriyetlere ilaveten yaşam hakkı, insanlık onuru, köleliğin yasaklanması, her türlü ayrımcılığın karşısında durulması ve sonlandırılması, özel yaşama saygı, eğitim hakkı, çalışma hakkı, yetişkinlerin evlenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, tıbbi bakım hakkı, demokratik haklar (toplanma, protesto, dernek kurma vb.), kültürel haklar gibi kapsamlı bir çerçeve ile insanlık adına önemli bir adım atılmıştır[5]
Bu iki belge hiç şüphesiz bir anayasanın muhakkak uygun düşmesi gereken içerik açısından gereken felsefeye sahiptir. Bu iki belgenin felsefesini paylaşmayan ve bu iki belgedeki hak ve hürriyetlere uygun olarak hazırlanmayan anayasalar demokratik bir yönetim anlayışına sahip değildirler ve hukuk devletinin anayasacılık ilkesine de uygun değildirler. Öyleyse rahatlıkla diyebiliriz ki bir anayasanın temel felsefesi ve temellendirmeleri mutlaka evrensel ilkelere dayanmalıdır ve bu ilkelerin rahatça uygulanabilmesi için gereken mekanizmaların sağlanması oldukça önemlidir. Somut birkaç örnek verecek olursak, din, vicdan ve düşünce özgürlüğüne dair yasal altyapı sağlamlaştırılmalı, iktidarı denetleyecek denetim mekanizmaları -yargı ve yasama başta olmak üzere diğerleri- güçlendirilmeli, “düşünce suçu” şeklinde nitelendirilecek suçların ceza kanuna konulması anayasal olarak engellenmeli, ayrımcılıkla mücadele edecek maddelerin vurgusu güçlendirilmeli ve çeşitli kurum ve kuruluşlarla denetim mekanizmaları kurulmalı, sivil toplum örgütlerinin kuruluş prosedürü kolaylaştırılmalı, toplanma ve silahsız eylem yapma özgürlüğü sağlanmalı, üretim mekanizmalarının hakları korunmalı, ticaretin ve piyasa serbestliğinin yasal altyapısı sağlanmalı, çalışanların ve çalışan örgütlerinin hakları genişletilmeli, üniversiteler ve fikir üreten kurum ve kuruluşlar özerk bir yapıya sahip olup özgürleşmeli, kuvvetler ayrılığı ilkesi güçlendirilmeli, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için yargıdaki üst düzey atamaların şekli buna uygun olarak düzenlenmelidir.
Burada değinmemiz gereken bir diğer husus ise devletlerin kendi kurguladığı anayasaları, güvenlik refleksi içerisinde ihlal etmeleri durumudur. Bunun için öncelikle devletlerin kendi yaşama refleksleri ile anayasacılığın ya da hukuk devleti ilkesinin çatışıp çatışmadığını sorgulamak gerekir. Devletlerin beka güdüsü ile anayasacılık ve hukuk devleti ilkeleri zaman zaman çatışabilmektedir.
Anayasacılığı benimseyen devletlerin bile, olağanüstü dönemlerde, devletin devamı için güvenlikçi yaklaşımlara bürünüp özgürlükçü yaklaşımları askıya aldığı, anayasal ilkeleri ihlal ettiği ve adeta varlığını devam ettirmek için gösterdiği refleksif tepkileri (Ragion di Stato) bir sınırlandırma gözetmeden yapabildiği, bilinen bir gerçektir. Ancak devletlerin güvenlik adına attığı bu hamlelerin kısa vadede çözümmüş gibi görünse de orta ve uzun vadede sosyolojik, ekonomik, siyasal ve yine güvenlik noktasında devletlere zarar verdiği de unutulmamalıdır. Toplumsal travmalara yol açacak, iktidara keyfilik verebilecek, çeşitli hukuksuzlukların önünü açabilecek “zaruret durumları” mutlaka oldukça kısıtlı tutulmalıdır. Devletler, bekaları için anayasacılığı olağanüstü zamanlarda bile ihlal etmemeli ve her daim hukuka uygun hareket etmelidirler.
Sonuç olarak anayasacılık, gerçek bir demokrasinin vazgeçilemez bir parçasıdır. Devletin sınırlandırılması ve bireyin hak ve hürriyetlerinin korunması için çoğulcu bir demokratik anlayış şarttır. Bu çoğulcu demokratik/liberal demokratik anlayış ise evrensel ilkeleri felsefe edinmiş ve bu ilkelerin pratikte de yaşayabilmesi için gerekli mekanizmaları oluşturup düzenlemiş bir anayasa ile mümkündür. Anayasalar ve anayasacılık fikri; ihlal edilmemesi gereken, yaşama, özgürlük, eşitlik, mülkiyet gibi önemli hak ve değerlerin ve ayrıca toplumsal refah ile ilerlemenin teminatıdır.
Haldun BARIŞ – Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
______________________________________________________
Dipnot ve Atıflar
1] Uygar COŞKUN, Dünden Bugüne Anayasacılık, Ankara Barosu (www.ankarabarosu.org)
2] Dr. Fatih ÖZKUL, Liberal Demokratik Anayasacılık Anlayışı Bağlamında Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasasının Değerlendirilmesi, dergipark.org
3] Prof. Dr. Atilla YAYLA, Anayasacılık, Anayasal Demokrasi ve İdeolojiler, Liberal Düşünce, Sayı 66, Bahar 2012, s.13-22 (www.libertedownload.com)
4] http://dusuncetarihi.kapadokya.edu.tr/makale/insan-ve-yurttas-haklari-bildirisi-1789.html
Yararlanılan Kaynaklar
Prof. Dr. Kemal GÖZLER, İnsan Hakları Normlarının Anayasaüstülüğü Sorunu, http://www.anayasa.gen.tr/insan.htm
Dr. Deniz ACARAY, Hukuk Devleti İlkesi, http://ankaenstitusu.com/hukuk-devleti-ilkesi/
Uygar COŞKUN, Dünden Bugüne Anayasacılık, Ankara Barosu (www.ankarabarosu.org)
Prof. Dr. Atilla YAYLA, Anayasacılık, Anayasal Demokrasi ve İdeolojiler, Liberal Düşünce, Sayı 66, Bahar 2012, s.13-22 (www.libertedownload.com)
Prof. Dr. Nur VERGİN, Anayasacılık ve Dinsel Özgürlükler, www.anayasa.gov.tr
Dr. Fatih ÖZKUL, Liberal Demokratik Anayasacılık Anlayışı Bağlamında Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasasının Değerlendirilmesi, dergipark.org
Özgür AKAN, Hukuk Devletinde Bireyin Özgürlüğü ve Devletin Güvenliği Çatışması, www.ankarabarosu.org.tr
http://www.ansiklopedim.info/?p=3122
Comments are closed