Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

Güvenlik

AMERİKAN EMPERYALİZMİNİN KADINLARA VE ÇOCUKLARA KARŞI SAVAŞI

Yaşadığımız son yüzyıla baktığımızda yapılan savaşların hemen hemen hepsi bir iktidar oyunudur. Ölümün ve zulmün her türlüsünü içine barındıran  “Savaş, en genel anlamıyla, isteklerin karşı tarafa zorla kabul ettirilmesi için başvurulan şiddet eylemidir. İsteğin öznesine saldırgan, saldırganın zorlayıcı kuşatıcılığıyla karşılaşana da mağdur denir. Ancak savunma ile saldırı arasındaki sınır tüm sınırlarda olduğu gibi keyfidir” (Öztürk, 2007-2008: 127).  Savaş insanlığı yok ettiği gibi yerkürede bulunan her canlıya,cansıza zarar vermektedir. Ne yazık ki  savaşların en büyük mağdurları başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere tüm insanlıktır. Neden mi kadın? Çünkü  toplumsal cinsiyet açısından kadınlar bedenleri üzerinden en önemli mağdurlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

ABD’nin kendisinden kaynaklı güvenlik zafiyetinden doğan ayrıca çeşitli örgütsel yapılar ve kişiler ile kurduğu derin ilişkilerinin sonucu olan; 11 Eylül saldırısında ağır bir bedel ödedi. ABD yönetimi olayın intikamını almak için kendi topraklarına 10 binlerce km uzakta olan Afganistan’ı seçti. Ekim 2001 tarihinde ABD yönetimi El-Kaide lideri Usame bin Ladin’in yakalanması bahanesi ile dün en büyük düşman olarak ilan ettiği bugün ise ittifak kurduğu Taliban’ın yönettiği  Afganistan’ı işgal etti. ABD ve İngiltere öncülüğündeki koalisyon güçleri Afganistan işgalinden sonra Ortadoğu’yu kana bulayacak yeni bir işgal girişimi için düğmeye bastı. İşgal edecekleri ülke aslında yıllar önce belliydi. Sadece azıcık bir tutarlılığı olacak ve dünyayı (kendilerince)  kandıracakları bir senaryo üretmeleri gerekiyordu ki onu da hemen yazı verdiler zaten.

Yeni hedef Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra yıllarca ambargo uyguladıkları Irak’tı. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 1993 yılında yayımladığı raporda, ambargo sonucu ülkedeki açlık oranının çok yüksek bir seviyeye ulaştığı uyarısında bulundu. FAO, 1995’te yayımladığı raporda ise yarım milyon Iraklı çocuğun dayatılan ambargo nedeniyle açlık ve kötü yaşam koşullarından hayatını kaybettiğini duyurdu. Irak’ın büyük bir tehdit olduğunu savunan ABD Başkanı George W. Bush iddialarını, “Irak, ileri derecede konsantre edilmiş alimünyum tüpler ve uranyumu zenginleştirecek teknik donanım satın alarak, nükleer silah geliştirme girişiminde bulundu. Aldığımız istihbaratlar hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Irak rejimi, şimdiye kadar hiç denenmemiş ölümcül bazı silahlara sahip bulunmaktadır ve yenilerini de üretmektedir” diye sıralıyordu…Büyük Krallık Başbakanı Tony Blair ise “Irak kimyasal ve biyolojik silahlara sahiptir. Saddam bunları üretmeye devam etti ve şimdi de kullanmak niyetindedir” diyerek onu destekliyordu. BM Silah Denetleme Komisyonu’ndan gelen açıklama ise bu iddiaların aksini söylüyordu. Komisyon Başkanı Hans Blix, Irak’ta incelemelerde bulunan ekibinin herhangi bir biyolojik silah bulamadığını açıklıyordu. ABD ve Birleşik Krallık, kimseyi ikna edemedi. Biyolojik silah iddiasına güvenmeyen Avrupa ülkeleri bu sözde özgürlük ve demokrasi savaşında ABD ve Birleşik Krallık’ın yanında yer almadı. Gözü dönmüş ABD ve Birleşik Krallık’ın savaş planlarına tepki gösteren büyük kitleler protesto gösterilerine başladı. Washington, San Francisco, Londra, Floransa, Milano, Barselona, Madrid, Sydney,Tokyo, Moskova, Paris, Londra, Dublin, Montreal, Ottawa, Toronto, Köln, Bonn, Göteborg, Floransa, Oslo, Rotterdam, Kahire….ve Türkiye’nin dört bir köşesinde Bush ve Blair’i protesto eden barış isteyen gösteriler düzenlendi. Dünyanın savaşa hayır direnişine rağmen ABD ve Birleşik Krallık öncülüğünde kurulan koalisyon gücü, BMGK’den onay çıkmasını beklemeden saldırı kararı aldı. 20 Mart’ta “Özgürlük Operasyonu” adı verilen işgal harekatı başladı. Irak’ta işgalle birlikte başlatan ABD askerlerinin varlığı yaklaşık 9 yıl sonra 18 Aralık 2011’de son buldu. Ülkeyi kanlı bir kaosa sürükleyen işgal, sayıları net olarak bilinmemekle birlikte 1 milyona yakın sivilin hayatını kaybetmesine, 1 milyondan çok daha fazlasının göç etmesine yol açtı. Bu ağır bilanço dışında birde ciddi toplumsal kayıplar yaşandı ülkede.

Irak savaşında Amerikalı askerlerin Iraklı kadınlara uyguladığı cinsel şiddet maalesef sözlerle ifade edilmeyecek kadar ağır bir o kadar da üzücü. ABD askerleri tarafında kadınlara sistematik bir şekilde önce şiddet sonra tecavüz edilmekteydi. Vahşice uygulanan bu tecavüzün en büyük amacı Irak’ın genetik haritasını değiştirmek ve yeni bir ırk oluşturmaktı. Iraklı kadınların savaş süresince karşılaştıkları en büyük işkence ve şiddet uygulaması tecavüze uğramak, hamile bırakılmak ve cinsel tacize maruz kalmaktı. Burada ki hedef sıradan bir cinsel istek ve arzu değil hamile bırakılan kadınlardan doğacak olan çocukların artık işgalcilerin çocuklarının olma gayesiydi. Böylelikle nüfus doğrudan değişime tabi tutulmaktadır. Karşı direniş gösteren kadınlar sadece tecavüze maruz kalmamakta doğrudan şiddetin en vahşi hali ölüm ile cezalandırılmaktadırlar. Irak’ta kadınlara uygulanan tecavüzler sonrası meydana gelen ve kadınlarca istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasına engel olabilmek için kadınlar özel kamplarda toplanmış ve çok bilinçli bir şekilde kürtaj olmamaları engellenmiştir. Tecavüzler sonucu doğan çocukların topluluğa kabul edilmesi ise başlı başına bir mesele. Bu çocuklar, annelerinden koparılarak yetimhanelere, kamplara gönderildi ve bir daha annelerini görmemek üzere. Ne yazık ki savaşta tecavüze uğrayan kadınların başına gelen acı verici deneyimlerden biri, kendi toplumlarından da dışlanmalarıdır. Irak Savaşı’nda kötü muamele, yargısız infaz, tecavüz, taciz, talan ve işkence gibi insanlık dışı eylemlere maruz kalan kadınlar dışında birde çocuklar vardı ki onlar da o küçük bedenlerine rağmen büyük hemde çok büyük acılar yaşadılar ve öldüler. 18 yıldır işgal altında olan Irak’ta ( her ne kadar ABD ben Irak’ta çekildim demiş olsa da halihazırda binlerce askeri halen birçok bölgede görev yapmaktadır.) ABD askerleri sokaktaki çocukları bazen kurşunladı bazen panzerle ezdi geçti. Tutsak ettikleri çocukları ise hapishanelerde çıplak bir biçimde beton zeminde uyumaya zorladıkları ve aç bıraktıkları bir çok raporda yer almaktadır. . Savaş esnasında kadınların ve çocukların yaşamış olduğu korku, dehşet, çaresizlik duyguları savaş bittikten sonra da halen devam etmektedir. Kiminde ruhsal bozukluk, kiminde bedensel eksiklik bıraktı. Savaş Irak’ta ekonomik olduğu kadar kültürel ve sosyolojik aynı zamanda psikolojik yıkımların neden oldu olmaya devam etmektedir.

Irak’ta yaşanan benzer acıyı bugün yanı başımızda olan Suriye’de görmekteyiz. “Ölmek istiyorum, çünkü cennette ekmek var ”  diyen çocukları, soğuktan ve açlıktan ölen çocukları ve onlara sarılarak ölen nice anneleri görmekteyiz. Dileğim o ki; savaşlar olmasın, insanlar ölmesin.

Dr. İmbat MUĞLU

img

Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM); 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşudur. Sahipkıran; Müşteri (Jupiter) ve Zühre’nin (Venüs) aynı hizada (bir burçta) oldukları zamanda doğan kişilere atfedilen bir sıfattır. Bu kişilerin cihangir olacaklarına inanılır. Cengiz ve Timur Hanların Sahipkıran oldukları bilinmektedir. Türk Dil Kurumunun yayınladığı güncel sözlükte, Sahipkıran için; “güçlü ve üstün hükümdar” tanımı yapılmaktadır.

Comments are closed

Benzer Gönderiler