Terör sorununun çözümünde bir yöntem olarak “Âkil Adamlar Komisyonu” hükümet tarafından oluşturuldu ve çalışmalarına başladı. Âkil Adamlar 63 kişilik bir liste oluşturuyor.7 coğrafi bölgeye 9’ar kişiden oluşan heyetler halinde gidecek olan bu heyet listesinde muhtelif müzisyenler, sinema sanatçıları, yazarlar, bilim adamaları, akademisyenler ve gazeteciler var. Liste şu şekilde:
Akdeniz Bölgesi; Rifat Hisarcıklıoğlu başkanlığında Lale Mansur, Tarık Çelenk, Kadir İnanır Nihal Bengisu Karaca, Şükrü Karatepe, Muhsin Kızılkaya, Öztürk Türkdoğan, Hüseyin Yayman
Doğu Anadolu Bölgesi; Can Paker başkanlığında Sibel Eraslan, Ayhan Ogan, Mahmut Arslan, Abdurrahman Dilipak, İzzettin Doğan, Abdurrahman Kurt, Zübeyde Teker , Mehmet Uçum
Ege Bölgesi; Tarhan Erdem başkanlığında Avni Özgürel, Arzuhan Doğan Yalçındağ, Hasan Karakaya, Erol Ekici, Hilal Kaplan, Fuat Keyman, Fehmi Koru, Baskın Oran
Güneydoğu Anadolu Bölgesi; Yılmaz Ensaroğlu başkanlığında Kezban Hatemi, Mehmet Emin Ekmen, Murat Belge, Fazıl Hüsnü Erdem, Yılmaz Erdoğan, Etyen Mahçupyan, Lami Özgen Ahmet Faruk Ünsal
İç Anadolu Bölgesi; Ahmet Taşgetiren başkanlığında Beril Dedeoğlu, Cemal Uşşak, Vahap Coşkun, Doğu Ergil, Erol Göka, Mustafa Kumlu, Fadime Özkan, Celalettin Can
Marmara Bölgesi Deniz Ülke Arıboğan başkanlığında Mithat Sancar, Levent Korkut, Mustafa Armağan, Ali Bayramoğlu, Ahmet Gündoğdu, Hayrettin Karaman, Hülya Koçyiğit, Yücel Sayman
Karadeniz Bölgesi; Yusuf Şevki Hakyemez başkanlığında Vedat Bilgin, Fatma Benli, Şemsi Bayraktar, Kürşat Bumin, Oral Çalışlar, Orhan Gencebay, Yıldıray Oğur, Bendevi Palandöken
Şimdiye kadar bu heyetler, sorumlu oldukları bölgeleri en az bir kere dolaşıp halkı dinlediler veya dinlemeye çalıştılar. Daha sonra da televizyon ekranlarına çıkarak neler gördüklerini, neler yaptıklarını uzun uzun anlattılar. Bazen de yüz yüze iken halka söyleyemediklerini ekranlardan söyleyerek sürece katkı sağlamaya çalıştılar. Genel olarak anlatımlarına bakıldığında halkı belli bir yöne ikna etmekten çok dinledikleri, kanaatlerini öğrenmeye çalıştıkları anlaşılıyor.
Arapça kökenli “akıl” sözcüğünden türetme bir sözcük olan “âkil” sözcüğü, “akıllı” anlamına geliyor. Terimsel anlamda genel olarak geniş toplum kesimlerinde, duruşu, görüşü ve değerlendirmeleri itibarıyla kabul gören insan, fikirlerine değer verilen ve sözleri dinlenen kişi mânâsında kullanılıyor. Peki, etnik temelli terör sorununun çözümünde böyle bir yöntemin başarılı olması mümkün müdür?
ÂKİL ADAMLARIN SEÇİMİ
Âkil adamların seçimi konusu en başından beri tartışmalı görünmektedir. Başbakanın “âkil” olduğunu düşündüğü kişileri doğrudan listeye alması ile bu kişiler seçilmiş oldular. Bir anlamda “tepeden inme” bir yöntemle seçilmiş oldular. Bu yöntemin ne kadar demokratik olduğu tartışma götürür. İktidarın politikalarına yakın kişilerin âkil adam olarak seçilmesi, benzer niteliklere sahip kişilerin dışarıda bırakılması zaten bu girişimin en başından tek yanlı olduğunun da bir göstergesi. Bu durum, âkil adamların daha işin başında yıpranacağının da işareti.
Yukarıdaki listeye bakıldığında “Türklüğü kabul etmiyorum” diyenler, “Türk bayrağının adı değişsin” diyenler, PKK teröristlerine neredeyse hiçbir suç bulmayanlar, Türklüğü Osmanlı’nın karşısında rakip görenler, Türkiye Cumhuriyeti kelimesine karşı cephe alanlar, İstiklal Marşımızı ve Gençliğe Hitabe’yi benimsemeyenler sanki özellikle seçilmiş gibi görünüyor. Ortak noktalarının Türklüğü ve Türkiye Cumhuriyetini benimsememek olduğu anlaşılıyor. Seçilen bu âkil adamlardan bir kısmının Gezi Parkı olaylarına da katılması ve destek vermesi yapılan seçimin yanlışlığının da ispatı niteliğinde.
Burada asıl yapılması gereken, sağ ve sol görüşe ait düşüncelerin arasında hiçbir ayrım gözetmeden “Âkil Adamlar” listesine alınması olayıdır. Hükümetin, “Şu falan kişi beni desteklemiyor, o halde ben de onu “Âkil Adamlar’ listesine almam” diyerek yola çıkkması, son derece rahatsız edici bir olay olacaktır.
YETKİ VE SORUMLULUK SORUNU
Eğer bir kişi ya da kuruma bir yetki verilirse, bu yetkinin kullanılmasından doğan sorumluluğun da üstlenilmesi gerekir. Bu durumun tek istisnası; parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanının sorumsuzluğudur ve bu husus, anayasalarda düzenlenir. Bunun nedeni de yönetimde hükümetin yetkili olduğunun anayasal güvence altına alınması ve Cumhurbaşkanı’nın sembolik rolünü vurgulamaktadır. Âkil adamlar uygulamasında “seçilmiş” bazı kişilere bir sorunun çözülmesinde rol verilmekte, ancak bunların yetkilerinin ne olacağı ve sorumlulukları olup olmayacağı konusu açık bırakılmaktadır. Bu nedenle, uygulamanın “acemice” düşünülüp hayata geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Yetki sahibi olmak ile sorumluluk sahibi olmanın bir arada ve eşit gerçekleşmesi gerektiği anlamındaki yönetim ilkesine aykırı olan Âkil Adamlar yöntemi; demokrasiye, hukuka ve çağdaş yönetim ilkelerine aykırı görülmektedir. (1)
Ülkede yönetim sorumluluğu alanların sorumluluklarından kaçarak bazı konularda verilecek kararları sorumsuz kimlikteki başkalarına devretmeleri anlamına gelen Âkil Adamlar yöntemi, bir açıdan yetki ve sorumluluk devri olarak görülebilir. Bunun anayasal dayanağı ve gerekçesi olmadığı gibi demokratik ve çağdaş yönetim anlayışına da aykırı olacağı açıktır.
ÂKİL ADAMLARA NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Aslında “Terör Sorunu” olması gerekirken, fakat medya kullanılarak topluma “Kürt Sorunu” olarak empoze edilen ülkemizin son otuz yılının en büyük toplumsal sorunu olan bu sorunun çözümüne “Âkil Adamlar” reçetesini öneren, ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Ana muhalefet genel başkanı 2012 Nisan ayında TBMM’ne mecliste temsilcisi bulunan bütün partilerden oluşacak bir “Kürt Sorunu” komisyonun kurulması ve sorunun “Âkil” adamlarla çözülmesi için çalışma yapmasını teklif etmişti. AK Parti ve BDP bu teklifi hemen kabul etmiş fakat MHP’nin ret etmesiyle de bu öneri yaşama geçirilememişti.
MİT üzerinden Öcalan ile görüşüp müzakere yapan hükümet, bunu bu senenin hemen başında kamuoyuna açıklayarak resmileştirdi. İki kez BDP vekillerinden oluşan heyet İmralı’da Öcalan’ı ziyaret ederek müzakere gerçekleştirildi. İkinci müzakere ile birlikte orada yapılan tutanaklar basına sızdırıldı. Böylece terörist PKK’nın lideri olan Öcalan’ın ağzından müzakerelerin içeriği ve yönü hakkında gerçek niyetler ortalığa saçıldı. Bu görüşmelerin neticesi olarak kamuoyuna açıkça deklare edilmese de Türk milletinin kolay kolay hazmedemeyeceği bir takım politik tercihlerin hükümetçe kabul edildiği ancak vatandaşları ikna etme noktasında sıkıntılar yaşayacağı kaygısıyla Türk milletin nezdinde muteber olduğu düşünülen bir takım insanlar âkil adam olarak Türk milletine yollandığı anlaşılıyor. Ancak, bu insanların Türk milleti nezdinde ne derece itibara sahip oldukları pek iyi hesaplanamadığı için istenen sonuçların gerçekleştirilemediği görüldü.
Diğer taraftan, konunun bir de uluslar arası boyutu bulunmaktadır. İç politik bir gelişme gibi görünmekle birlikte olayın arka planında küresel bir takım planların da etkili olduğu anlaşılıyor. Küresel düzeyde etkili güçlerin küresel stratejilerinin özellikle bölgemizde ciddi bir kriz içine girdiği gözlemlenmektedir. Özellikle, Irak ve Suriye’de yaşananlar bu krizin en bariz örnekleri. Çin ve Kuzey Kore’deki gelişmeler de göz önün alındığında ABD’nin, Orta Doğu’dan çekilerek Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaşmasının daha rasyonel olacağı beklenebilir. Bu noktada, ABD’nin küresel çıkarları için yapması gerekenin, Orta Doğu ve Kafkas bölgelerinde Rusya’nın ve İran’ın güçlenmesinin ve bölgeye egemen olmasının önüne geçmek olduğu düşünülebilir. Bunun yolu ise bölgede sürekli istikrarsızlıklar yaratmak ve silahlı çatışmalar çıkarmak olamaz. Bu strateji, bölgede ABD ve müttefiklerinin gücünü, kaynağını ve itibarını hızla eritecektir. Bu doğrultuda, ABD ve müttefiklerinden oluşan küresel güç, bölgede Rusya ve İran’ın karşısında güçlü müttefikler yaratmak politikasına yönelmesi daha makul bir stratejidir. Bunun yolu da Türkiye’nin ekonomik ve askeri açıdan güçlendirilmesi ve AB dışında bir güç olarak AB sınırlarını korumasının, diğer yandan da doğal ABD müttefiki olan Orta Doğu bölgesindeki Kürtlerin korunması ve devletleşmesinin sağlanmasıdır. ABD’nin yeni stratejisinin, bölgede Rusya ve İran’a karşı ABD müttefiki olacak bir Türkiye’nin güçlendirilmesi ve bölgedeki Kürtlerin devletleştirilene kadar Türkiye tarafından korunmasının sağlanması olduğu gelinen noktada kolayca görülmektedir. Bu süreçte, Türkiye’nin bir yandan Kürt bölücüler ile savaşırken bir yandan da bölgedeki Kürtleri koruması düşünülemeyeceği için terör sorununun çözümü için tarihi bir şans doğmuştur. Türkiye, bu süreçte terör belasından kurtulabilme şansı yakalamıştır. Ne var ki, magazinsel Âkil Adamlar uygulaması bu şansın heba edilmesine yol açmaktadır. (2)
HALKIN GÖZÜNDE ÂKİL ADAMLAR
Âkil adamların bugüne kadar somut bir şey söyledikleri pek duyulmadı. Kendisini; Kürt, Ermeni, emekçi vs. gibi kimlikler ile tanımlayan bir kısım âkil adamlar bazı toplantılarında Türkiye’de Türklerden başka Kürtlerin de yaşadığını, onların haklarının verilmesi gerektiğini, onların hakları verilirse akan kanın duracağı, Türkiye’nin ayağına bağ olan büyük Kürt sorunun mutlaka çözülmesi gerektiği istikametinde yoğun bilgilendirmeler yaptılar. Bu sorun hakkında pek bilgisi olmayan, hatta ilgisi de olmayan ancak halkımızın beğendiği bir kısım âkil adamlar/hanımlar ise akan kanın durması, anaların ağlamaması temennileri ile daha çok halkı dinlemeyi tercih ettikleri gözlemlendi. Peki, “Akan Kan” sorununun çözülmesi için büyük umutlar bağlanan âkil adamları Türk halkı ne kadar destekliyor?
Xsights Araştırma ve Danışmanlık firmasının araştırmasına göre 495 kişiye soruldu; Türkiye genelinde uzlaşma sürecine en çok kim katkı sağlar? İşte ilk 15 ismin yüzdelikli puanları: Rifat Hisarcıklıoğlu (54,8), Ahmet Taşgetiren (51,7), Kadir İnanır (50,2), Yılmaz Ensaroğlu (47,5), Hülya Koçyiğit (45,5), Deniz Ülke Arıboğan (43,4), Yılmaz Erdoğan (42,6), Yusuf Şevki Hakyemez (42,5), Orhan Gencebay (42,3), Lale Mansur (41,7), Tarhan Erdem (40,5), Can Paker (40,5), Kezban Hatemi (38,4), Erol Ekinci (37,7) ve Vedat Bilgin (36,7). (3)
Medya Takip Merkezinin, 1 Mart-22 Nisan tarihleri arasında 2 bin 39 yazılı basın taramasında 411 mecra Âkil Adamlardan söz etmiş. 10 binden fazla haber yapılmış. Bu, 3 bin 219 gazete sayfasına denk geliyor. İşin en dramatik yanı ise ‘Akil Adamlar’ ve ‘hain’ sözcüğünün toplam haberlerin 416’sında yan yana geçmesi. Bu da 203 gazete sayfası demek. (3)
Peki, Âkil Adamlar sistemi bu süreçte işe yarayacak mı? Yaş ortalaması 28,5 olan 495 katılımcının yüzde 42’si Âkil Adamlar sistemini doğru bulmazken, yüzde 33’ü uygundur demiş. İşin iyi yanı Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 46,7 ile bu sistemi diğer bölgelerden daha fazla benimsiyor.
Âkil Adamların pek çok yerde büyük polis koruması altında toplantılarını gerçekleştirdikleri, birçok yerde protestolara maruz kaldıkları, en azından gerilim yarattıkları görüldü. “Bir şey anlatmayacaksanız, bir öneriniz olmayacaksa neye geldiniz” tarzında eleştirilerin olması, âkil adamların konularına iyi çalışmadıkları izlenimi doğuruyor. Ne yapacakları veya ne yapmak istediklerinin net olmadığı anlaşılıyor. Halkı ikna mı edecekler yoksa hükümetin bilgi akışında kargoluk mu yapacaklar? Bu hususun öncelikle bir netliğe kavuşturulması gerekmektedir.
GEZİ PARKI EYLEMLERİ
Taksim’deki Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesine engel olmak isteyen bir grup çevrecinin protesto eylemleri kısa bir sürede ülkenin büyük bir bölümüne yayılarak kitleselleşti. Masum bir şekilde başlayan eylemler, daha sonrasında şiddet eylemlerine dönüştü. Kamu güvenliğini ve asayişi tehdit eder bir boyuta ulaştı. Peki, her zaman görmeye alışık olduğumuz sıradan bir eylem, nasıl oldu da bu kadar büyüdü ve kitleselleşti?
En başından söylemek gerekir ki seçilmiş iktidar meşrudur ve onu iktidardan indirmenin en meşru yolu da seçimdir. Geniş kitleler iktidarın uygulamalarından memnun ise görevine devam eder; değilse iktidardan düşer. İktidarın politik tercihleri ve uygulamaları da kendisine oy veren kitlelerin tercihlerine göre şekilleneceği de demokrasinin en temel bir sonucudur. Kendisini destekleyen kitleleri tatmin etmezse kendi kendisini inkâr etmiş olur.
Diğer taraftan, iktidara oy vermemiş kitleler de bu ülkede yaşadıklarına göre onların da memnun edilmesi gerekir. Demokrasi çoğunlukçu olduğu kadar çoğulcudur da. Çoğunluğun istekleri kadar azınlığın hak ve çıkarlarının da gözetilmesini gerektirir. Bir grubun diğer bir grubu ezme ve yok etme hakkı yoktur.
Gezi parkı eylemleri, mevcut iktidarın uygulamalarından memnun olmayan farklı kesimlerden kitlelerin bir araya gelebildikleri bir ortam olmuştur. Şu ya da bu sebeple huzursuzluk ve tedirginlik hissedenler gezi parkı eylemlerini iktidara karşı bir ortak platform olarak kullanmışlardır. Gezi parkı eylemlerinde her toplum kesiminden insan bulunmakla birlikte öne çıkan unsurun yoğunlukla Alevi vatandaşlar olması, Alevi toplum kesimlerinde ciddi rahatsızlık olduğunun bir göstergesidir. Muhalefet partilerinden de umudu kalmayan bu kitlenin tek çare olarak sokağı görmesi, bu şiddet eylemlerine sebep olmuşa benziyor.
Açılım politikası ile Kürtlerin bir ulus olarak bu ülkede resmen kabulü sürecine girilmesi pandoranın kutusunun açılması anlamına gelmektedir. PKK ile müzakereler sonucunda teröristlerin Türkiye’yi terk etmesi, Kürtlerin farklı bir kimlik olarak kabulü, diğer farklı kimliklerin de benzer talepler ile gelmesi sonucunu doğuracaktır. Kürtlerin Türk kimliğinin dışında bir varlık olarak kabulü, doğal olarak Lazların, Rumların, Arapların, Boşnakların, Çerkezlerin de dikkatini çekmiş ve hareketlenmeler başlamıştır. Bu duruma da ülkenin kurucu unsuru Türkmenler yoğun tepki duymaktadırlar. Çeşitli vesileler ile seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Çukurova bölgesinde, Batı Akdeniz, Ege ve Marmara bölgesinde alttan alta yoğun kaynamalar yaşanmaktadır.
Kürtlerin farklı bir varlık olarak kabulü politikası, Alevilerin de dikkatini çekmiş, onlar da kendilerinin farklı bir mezhep kimliği olarak tanınmalarını talep eder hale getirmiştir. “Kürtler farklı bir etnik kimlikse biz de farklı bir dinsel kimliğiz. Onları tanıyorsanız bizi de tanıyın” anlamına gelen taleplerine yol açmıştır. Abdullah Öcalan’ın Nevruz Bayramındaki Sünni İslamda buluşma çağrısına Tunceli’den gelen tepkiler, bu görüşümüzü desteklemektedir. Gezi Parkı eylemlerine en fazla Alevi kitlelerin katılması, Alevi kökenli sol örgütlerin destek vermesi, etnik temelli ayrışmadan korkulmuyorsa mezhep temelli ayrışmadan da korkulmaması gerektiği talebidir bir anlamda. “Etnik temelli ayrışmayı PKK şiddet eylemleri ile vura vura sağlamışsa, biz de şehirde şiddet eylemleri ile mezhep temelli ayrışmayı almak isteriz” görüşünün bir yansımasıdır gördüklerimiz.
SONUÇ
Âkil adamlar, sorunun çözümünden ziyade, sorunun bir parçası olacakmış gibi görünüyor. Sorunun daha da genişleyerek büyümesini sağlama durumu söz konusu. Örneğin Baskın Oran, Oral Çalışlar, Doğu Ergil, Etyen Mahçupyan gibi isimler, terör sorununun Kürt sorununa evrilmesine en azından fikren önderlik eden isimler. Bu isimlerin genel bir kabul gördüğü, tartışmalıdır. Bu kişilerin yapacakları halk toplantılarında, sokak gezilerinde olaylar çıkması muhtemeldir ve yer yer de bunlar yaşanmıştır. Lale Mansur, Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır gibi isimlerin bu konuda bir şey bilip bilmedikleri su götürür hususlardır. Genel kabul görecek isim sayısı 63 kişi içinde çok fazla değildir. Bu sebeple, öncelikle toplumun seçilen âkil adamlar konusunda ortak bir noktaya getirilmesi gerekmektedir.
Terör sorununu etnisite sorununa evirerek ve toplumu etnik temelde ayırarak her etnik gruba bulundukları coğrafyalarda özerklik tanıyarak çözme eğilimi ve çabasını çözüm süreci olarak adlandırmak, sonra da toplumu bu çözüme ikna etmek üzere âkil insanları devreye sokmak elbette siyasi bir tercih ve yöntemdir. Ama bunun çok tehlikeli sonuçlarını şimdiden kestirmek de zor değil. Bunu söylerken “vay sen çözüme karşı mısın? Kan akmasına ve anaların ağlamasına taraf mısın?” şeklindeki eleştirileri de duyar gibiyim. Geniş bir medya ağı, insanları bu şekilde düşünmeye sevk ediyor. Hâlbuki sorunun çözümü aslında çok basittir. Sorunu çıkaranlar sorun olmaktan uzaklaşsalar sorun bitecek. Yani, eline silah alıp eşkıyalık yapanlar bu eylemlerinden vazgeçseler sorun sonlanacak. Eşkıya, elinde silahı gelip evimizin ortasına kurulmuş, herkesi karşısına dizmiş, “çözün sorunu” diyor. Biz de buna inanıp sorun çözmeye çalışıyoruz. Sorun bizatihi sensin. Sen, yaptığın illegal ve haksız eylemlere son verirsen, evimizden çıkarsan sorun çözülür. Başka türlü çözüm çabaları, eşkıyanın taleplerini karşılamaktan başka bir şey ifade etmez.
Etnik temelde ayrışma politikası, pandoranın kutusunun açılması anlamında gelir ki etnik ve dini kimlikler denizi Türkiye’de bu politikanın sonucu ve bedeli çok ağır olur. Açılımdan dolayı alttan alta kaynayan Türkiye, basit bir çevre protestosunun nerelere götürüldüğünü acı bir şekilde gördü.
Anlaşılan ve görülen odur ki biz, evimize zorla giren eşkıyayı def edemedik. O yüzden de onun isteklerini karşılamak için uğraşıp duruyoruz. Bunun adına da çözüm süreci diyoruz. Allah bizleri çözüm süreçlerine mahkûm etmesin.
KAYNAKÇA:
1- Birol Ertan, birol@acikgazete.com, 06-04-2013, Cumartesi
2- İt Kuyruğunun Gölgesinde Âkil Adamlar Siyaseti, Şükrü Alnıaçık, 2013-03-29,
3- Günseli Ö. Ocakoğlu, 2 Mayıs 2013, Zaman Gazetesi
4-“Akil” Adamlar Nasıl ve Neden Oluşturuldu? Mehmet ÇAĞIRICI, Zaman, 04/04/2013
5- Fatma Dişli Zıbak, Role of wise men commission, today’s zaman, 05 June 2013 Wednesday
Comments are closed