Modern uluslararası güvenlik sisteminde devletler, ileriden savunma konsepti gereğince askeri misyonlar ve üsler aracılığıyla sınırların ötesinde bir güvenlik barikatı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Türkiye, son yıllarda ileriden savunma konseptinin gereği olarak gerektiği zaman terör kuşaklarına müdahale ettiği gibi, askeri üs ve askerlerini farklı ülkelerde bulundurabilme teşebbüslerine de girişmiştir.
İleriden savunma konsepti uyarınca Türkiye, yurtdışındaki en büyük askeri üssünü Somali’de bulundurmaktadır. Somali’nin başkenti Mogadişu’da Türkiye tarafından yapılan Somali Harp Okulu ve Astsubay Okulu, 2017 yılında hizmete girmiştir. Aden Körfezi ve Hint Okyanusu ile çevrili coğrafi konumu, Somali’nin önemini artıran etmenlerden olmakla birlikte bu ülkede ayrıca ABD, Fransa, İngiltere ve Japonya’nın da askeri üsleri bulunmaktadır.
Türkiye’nin terör koridorunu engellemek için başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı ve sonrasında devam ettirdiği Zeytin Dalı Harekatı ile bölgede Türk Silahlı Kuvvetlerine ait 12 adet gözlem noktası oluşturulmuş ve görevli Türk askeri sayısı 5.000 düzeyine çıkmıştır.
Suriye gibi Irak’ta da toprak genişletmek gibi ilkel ve tek yönlü prensipler yerine, güvenliğini tesis etmek için Başika Kampı ve civarında 2.500 civarında Türk askeri görev yapmaktadır.
Azerbaycan’da 1990’ların başında Genelkurmay’dan Tuğgeneral Zeki Durlanık öncülüğünde Azerbaycan askeri lisesi tesisi ve Azerbaycan ordusu eğitimine başlanmış, ancak Türkiye’nin o dönemdeki mevcut siyasi istikrarsızlıkları ve içsel bürokratik çatışmalar sebebiyle belli bir seviyeye gelememişti. Fakat izleyen yıllarda Azerbaycan ile ortak tatbikatlar devam ettirildiği gibi günümüzde yine bu ülkede 100 civarı Türk askeri varlığını sürdürmektedir.
Arnavutluk’ta 1997’de meydana gelen iç savaş sonrasında ülke yeniden toparlanma sürecine girmek istemiş, Türk Deniz Kuvvetleri ise Adriyatik kıyısındaki Paşalimanı Deniz Üssü’ne yerleşmiştir ve bu bölgede Türk askeri varlığı bulunmaktadır.
Afganistan’a müdahale sonrasında bu ülkede yer alan çok uluslu tugayda 2.000 civarında askerle Türkiye de bulunmaktadır.
Yine Kosova ve Bosna Hersek’te NATO ve EUFOR gereğince Türk askerleri görev almaktadır.
Son dönemde popüler olan konu ise Türkiye’nin Sudan’a bağlı Sevakin Adası’nda askeri üs kurma talebidir. Bu bölgede bir üssün hayata geçirilmesi önemlidir, çünkü Kızıldeniz ve Hicaz’dan gelebilecek tehlikelere karşı güvenliğin sağlanabildiği noktalardan birisi Sevakin’dir. Bugün Körfez petrolünün yarısından fazlasının Kızıldeniz’den taşınması ve Kızıldeniz’in Modern İpek Yolu projesinin deniz güzergâhlarından biri durumunda bulunması, Türkiye’nin isabetli adımını göstermektedir. Ayrıca Suudi Arabistan için tasarlanan global stratejiler arasında bu ülkenin üçlü bir yapı halinde pay edilmesi bulunmaktadır. Bu projelerde Hicaz bölgesi, otonom olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle Sevakin Adası kanalıyla Hicaz’a yakın olunması oldukça önemlidir.
Katar’ın, Suudi Arabistan’ın komşusu durumunda bulunması ve enerji nakil hatlarında bulunan konumu ile bu ülkedeki Türk askeri üssü varlığı önemini korumaktadır. Her ne kadar üs kapasitesi olan 4.000 asker mevcuduna ulaşılamasa bile, Katar’daki Türk üssü kanalıyla bölgedeki gelişmelere uzak kalmamak amaçlanmaktadır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bulunan Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın ise asker mevcudu 40.000 düzeyindedir. Bu rakamın tamamı, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olanları ifade etmez. Çünkü Kuzey Kıbrıs polis teşkilatı ve Sahil Güvenlik birimi de anılan komutanlığa bağlıdır. Fakat güvenlik komutanlığının komutanı mutlaka Türkiye’den atanmaktadır. Yardımcılığı ise Kuzey Kıbrıslı bir komutan tarafından üstlenilmiştir.
Diğer gelişmiş ülkelerin sınırları dışındaki mevcut askeri üslerinin gerekçeleri şöyledir:
- Bulundukları ülkede askeri eğitim ve askeri modernizasyona katkıda bulunulması,
- Bulundukları ülke aracılığıyla bölge operasyonlarının sürdürülmeleri,
- Bulundukları ülkenin iç siyasetinde baskı mekanizması oluşturabilmek,
- Bulundukları ülkede farklı başka ülkelerin askeri üs geliştirebilme kapasitelerini sabote edebilmek,
- Bulundukları ülke vasıtasıyla mevcut ülke ve yakın coğrafyada askeri istihbarat toplayabilmek.
Türkiye’nin sınırları dışındaki özellikle Ortadoğu/Mezopotomya bölgesinde askeri üs geliştirme kapasitesi, kesinlikle Neo Osmanlı stratejisi olarak görülmemeli ve bu yönde lanse edilmemelidir. Çünkü bu durumun tarihi ve stratejik bakımından eksikliği bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu gerek başkentleri, gerek idari yapılanması ve fetih yönelmesi olarak Balkan/Rumeli Devleti’dir ve yalnızca Ortadoğu/Mezopotomya’ya yönelinmesinin Neo-Osmanlı Projesi altında değerlendirilmesi tarihi olarak doğru değildir. Stratejik olarak ise bu yönde bir tanım Büyük Selçuklu Devleti’nden beri kurumsal manada bölgede bulunan Türklerin varlığı üzerinden Arapları ürkütmekten başka bir işe yaramayacaktır. Her ne kadar milletler arasında ciddi sorunlar bulunmasa da, hem yöneticilerin telkinleri hem yersiz kaygılar, bölgede Türk karşıtlığını körükleyebileceği gibi Arap Devletleri’nin bir araya gelmeleri motivasyonunu da sağlayabilecektir.
Ayrıca Türkiye’nin birden fazla bölgede askeri operasyon mobilizasyonu çok mümkün değildir. O halde Türkiye’nin sınırları dışındaki askeri üs mevcudiyetleri, ideolojik jargonlardan tamamen uzak, bölgesel yayılmacılık yerine mevcut ülkelerle askeri işbirlikleri, askeri eğitimler ve askeri istihbarat tedarikine yönelik olmalıdır.
Türkiye’nin mevcut askeri misyonları ve üslerinin genel olarak Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Afrika bölgelerine yayıldıkları görülmektedir. Ancak bütün bu bölgelerde yine ciddi her ülkenin askeri üsleri bulunmaktadır. Örneğin Somali’nin resmi dini İslam ve bu ülkede yaşayanların %99’u Müslüman olmalarına rağmen Japonya’nın bile bu ülkede üssünün bulunması, Türkiye’nin güvenlik coğrafyasında önemli ülkelerin varlıklarını göstermektedir.
Türkiye bulunduğu ülkelerde mevcut konumunu korumak ve artırmak suretiyle yeni askeri üsleri faaliyete geçirebilme teşebbüslerini de göstermelidir. Mısır, İran ve Suudi Arabistan her daim Ortadoğu’nun en önemli üç ülkesi konumunda bulunmalarından ve Türkiye ile ilgili tarihsel ve sosyolojik sorunlu yapılarından dolayı Türkiye’nin bu önemli üç ülkede askeri üs bulundurabilme stratejisi çok gerçekçi görülemez.
O halde Türkiye’nin Bağdat Paktı’nda beraber yer aldığı ve benzer özellikler gösterdiği (etnik, dini-laik) Pakistan ile Barack Obama döneminde model Müslüman ülke olarak sunulan Endonezya ve akabinde Malezya teşebbüsleri yerinde ve gerçekçi olacaktır. Dikkat edilirse Türkiye, bu girişimlerle kapasitesini Güney Asya’ya yayma iradesini sergilemiş olacaktır. Asya Pasifik bölgesinde neredeyse her ülkenin birbirleriyle sınır anlaşmazlıkları ya da toprak taleplerinin bulunması da Türkiye açısından önem teşkil edebilir. Filipinler, Vietnam, Kore, Japonya seçenekleri de çoklu stratejinin gereği olarak ortaya koyulmalıdır. Çünkü zaten Bosna, Kosova, Irak, Azerbaycan; Türkiye’nin yakın saha coğrafyasıdır. Türkiye’nin bu ülkelerdeki askeri konumu önemlidir ancak ciddi bir dünya devleti olabilme gayreti ancak yakın kültürel havzanın bir parça ötesine geçebilmeyle mümkündür.
Türkiye’nin yeni projesi olarak gündeme getirdiği Kuzey Kıbrıs’ta bir deniz üssü kurma gayreti, oldukça önemlidir ancak her geçen gün bu hedef için geç kalınmaktadır. Çünkü burada bir üs kurabilme konusu, Rumların Güney Kıbrıs’ta Baf Üssü’nü kurabilmesinden sonra 2009 yılında gündeme getirilmişti. O günden itibaren yıllar geçtiği gibi Doğu Akdeniz’in stratejik öneminin her geçen gün artması, bu durumu mecbur hale getirmiştir.
Türkiye, Katar’da ve Sevakin Adası’nda üs kurma gayretini üstlendiğinde, kamuoyunda açıklamalarıyla yer alan kimi emekli generaller ve amiraller bu gayretleri olumsuz addetmişlerdi. Bu durum, güvenlik bürokrasisinden yetişenlerin bile kimi zaman ideolojik saplantılardan kurtulamadıklarını ispatlamıştı. “Türkiye’nin o ülkede ne işi var?” gibi bakış açıları, Büyük Devlet vizyonuyla asla bağdaşmayacak durumlardır.
Jeopolitik; coğrafyanın mevcut durumunun siyasi şartlar ve taleplere göre değerlemesi olduğundan, siyasetin dinamik mizacı her ülkenin konumunun zamanı geldiğinde önemli olacağını göstermektedir. Ayrıca günümüzde ulus mefhumları her ne kadar korunuyor olsa bile globalleşmenin getirdiği rüzgarlar yadsınamaz ve bir ülkedeki siyasi ekonomik problemler, hemen global ölçekte yayılma eğilimi göstermektedir. Demek ki global ölçeğin takibi, ülkelerin mümkün olduğunca takibiyle mümkündür.
Türkiye’nin iyi niyetli teşebbüsleri, global stratejisini güncellemesi ve askeri sivil işbirliği önemli olsa bile farklı ülkelerde askeri üs kurabilme teşebbüsü, yalnızca kendisi ve hedef ülke ile sınırlı olmamakta, hedef ülkenin temasta bulunduğu başka ülkelerle de ilgili bulunmaktadır. Örneğin, Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri; Katar’a yönelik abluka uyguladıklarında, 13 maddelik bir yaptırım listesi önermişler ve bu maddelerden birisini Türkiye’nin Katar’da bulunan askeri üssünün kapatılması olarak belirlemişlerdi. İşte bu durumdan yola çıktığımız takdirde Katar’da Türkiye’nin bir üs sahibi olması, yalnızca bu iki ülkenin meselesi ile alakalı değildir ve farklı ülkelerde bu duruma müdahil olmuşlardır. Bu durumda Türkiye’nin müdahil olan ülkeleri ikna etmesi ya da Katar’ı kendi stratejisi doğrultusunda motive etmesi beklenir.
Vardığımız sonuç; askeri üslerin varlıklarının ülkelerin ileriden savunma konseptleri dahilinde gerekli olmalarının yanında, askeri üs dağılımının artmasının ülkelerin askeri misyon ve stratejileriyle sınırlı olmadığıdır. Bu durumda yumuşak güç mekanizmaları, ülkelerin imajları ve ülkelerin dışişleri bakanlıkları önem kazanmaktadır.
Örneğin Çad’ın ya da Brunei’nin güvenlik konsepti ne kadar ciddi olsa bile farklı ülkelerde askeri üs sahibi olmaları mümkün değildir. Çünkü hedef ülkeleri bu yönde ikna edebilecek doneleri mevcut değildir.
Bir ülkenin mevcut askeri kültürü, askeri donanımı, savunma sanayii, caydırıcılık kapasitesi, ekonomik büyüklüğü, coğrafi konumu ya da coğrafyayı verimli biçimde kullanabilme yeteneği; farklı ülkeler için cazibe merkezi olarak algılanabileceği gibi bu model ülkenin hedef ülkelerde askeri üs kurabilme teşebbüsünün de zaruri olarak algılanmasına sebebiyet verecektir.
Türkiye’nin savunma sanayii atılımının yanında, şu anda tek parça görülen sivil asker işbirliği ve sınır ötesi kararlılığı, kendisi için bir avantaj olmasına rağmen, ordu bünyesinde gerçekleştirilen kurumsal değişimlerin belirsizlikleri, inovasyon ve patent teşebbüslerinin yeterli seviyelere ulaşamaması ve aynı anda farklı coğrafyalarda operasyon yürütülebilme kabiliyetine alışkın olunmaması ise dezavantajları arasındadır. Bütün bunlara rağmen saptanan amaçlar doğrultusunda hareket edilip noksanlıklar zamanında belirlenir ve giderilirse, 2020’li yıllarda pek çok farklı ülkede Türk Askeri Üsleri inşa edilebilecek ve modern stratejinin gereği olarak ileriden savunma konsepti uygulanabilecektir.
Onur DİKMECİ
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Comments are closed