Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

Etkinlikler

“TERÖR SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?” KONULU ÇALIŞTAYIMIZ GERÇEKLEŞTİ

Merkezimizce düzenlenen okuyucularımıza açık etkinliklerin 25.si; son dönemde artan terör olaylarının masaya yatırıldığı ve terör sorununun çözümüne ilişkin politika önerilerinin geliştirildiği bir çalıştay şeklinde gerçekleşti. Farklı ve aykırı görüşlerin ifade edildiği bir beyin fırtınası şeklinde gerçekleşen çalıştayda yapılan bazı tespitler şöyleydi;

Sorunun çözümü için öncelikle doğru teşhis edilmesi ve yapılan doğru teşhis uyarınca çözüm önerilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Sorun, terör sorununa ilave olarak 7 Haziran seçimlerinden sonra artık resmen Kürt Sorunu haline gelmiştir. Zira Türkiye’de merkezi gücü temsil edilen partiler (CHP, DP, DYP, ANAP, AK Parti), Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan seçimlerde Kürt vatandaşlarımızın çoğunluğunun oyunu almışlardı. 7 Haziran’da ilk defa Kürt vatandaşlarımızın çoğunluğu, merkezi gücü temsil eden parti yerine, PKK ile organik bağını gizlemeyen HDP’ye oy vererek sorunun sadece terör sorunu olmadığı ve terör sorunuyla birlikte Kürt sorunuyla da karşı karşıya olduğumuz yönünde mesaj vermiş oldular.

Açılımla birlikte bölgede AK Parti oyları sürekli düşüş gösterirken, HDP çizgisinin oylarını sürekli yükselmiş olması (detaylı analiz için tıklayınız) ve seçim sonrasında PKK’nın pek çok güvenlik görevlisi ve vatandaşımızın şehit olduğu kanlı menfur eylemler gerçekleştirebilmesi, sorunun çözümü için uygulanan politikalarda yanlış giden bir şeyler olduğunu göstermektedir. Bu konuda yapılan en büyük hatanın, ‘PKK ile silahlı mücadelede önemli kazanımlar sağlamadan sürecin başlaması’ olduğu düşünülmektedir. Yine süreç boyunca Kürt halkını temsilen sadece PKK ve sırtını PKK’ya dayadığını ikrar eden HDP’nin muhatap alınarak, Kürt halkını temsil eden diğer parti, STK, dini gruplar, aşiretler vb. yapıların muhatap olarak kabul edilmemesi, büyük bir hata olmuştur. Bu yaklaşım, PKK’nın Kürt halkı nezdinde meşruiyetini artırmış, süreç boyunca elde edilen tüm kazanımların PKK’nın varlığı ve başarısı sayesinde elde edildiği şeklinde bir algı oluşmasına neden olmuştur. Bu da, Kürt vatandaşlarımız nezdinde gücün devletten PKK’ya kaydığı yanılsamasını oluşturmuş ve Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa Kürt vatandaşlarımız, merkezi gücü temsil eden parti yerine, PKK ile organik bağını inkar etmeyen bir partiye yönelmiştir.

Süreç boyunca yapılan diğer bir hatanın ise, süreçten beklentiler konusunda kamuoyunu aydınlatılmamış olmasının olduğu düşünülmektedir. Bu belirsizlik, Kürt vatandaşlarımızın karşılanması mümkün olmayan  (özerklik, Öcalan’n serbest kalması, PKK’nın resmileşerek bölgesel savunma gücü haline gelmesi vb.) beklentilere girmesine neden olurken, geri kalan kamuoyunda bölünme vb. korkuları uyandırmış ve beklentileri birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan iki taraf oluşmasını beraberinde getirmiştir.

Yine süreç boyunca yapılan diğer bir hata, on binlerce insanımızın katili bir örgüte karşı fazla iyi niyetli ve naif yaklaşılması, bu süreçte örgütün mühimmat ve insan kaynağı açısından kendini tahkim ettiği görülürken, ‘sürece zarar gelmesin’ düşüncesiyle bu gelişmelerin üzerine gidilmemesi olmuştur. Bu süreçte yol yapım ihalelerini alan müteahhitlerin dahi yollara bomba döşediği, bunun fark edilmesine rağmen sadece döşendiği tespit edilen bombaların temizlenip, sürece zarar gelmemesi için bu hadiselerin üzerine gidilmediği, konuya vakıf bazı kişilerce basında işlenmektedir.

Netice itibariyle süreç sonunda PKK ve sırtını PKK’ya dayayan HDP’nin Kürt vatandaşlarımızdan aldıkları desteğin arttığı, sadece sürecin başladığı 2013 Ocak ayından sonra PKK’ya 10.000’in üzerinde katılımın olduğu, bu katılımın yarısının üniversite öğrencileri ve mezunlarından oluştuğu, PKK’nın gençlik yapılanması YDG-H kanalıyla (YDG-H’nin 100.000 üyesi olduğu yönünde bilgiler mevcuttur) artık yerleşim yerlerinde etkinlik kazandığı ve kısaca Kürt milliyetçiliğinin hızla arttığı bir durumla karşı karşıya kalmış bulunmaktayız.

Bununla birlikte, artan terör olayları ve Kürt milliyetçiliği karşısında Türk milliyetçiliğinin kabardığı, her iki taraftan yapılan kışkırtıcı söylem ve eylemlerin bu fasit daireyi besleyerek durumu daha da kötüleştirdiği, yaşanan travmalar nedeniyle çözüm için belki de bir daha bu sürecinin başlangıcındaki kamuoyu desteğinin sağlanamayacağı sıkıntılı bir sürecin içine girmiş bulunmaktayız.

Sürecinin başında, genel kamuoyu desteği gören; “Bu sorun silahla çözülemez, çözülseydi bugüne kadar çözülürdü. Onun için silahları bir kenara bırakalım, analar ağlamasın” önermesinin bugün yanlış olduğu anlaşılmakla birlikte, hızla tam zıttı bir yönde; “Bu sorun sadece silahla çözülür. Kürt sorunu vs. yoktur, sadece terör sorunu vardır ve bu sorun da silahla çözülür.” önermesine savrulmuş bulunmaktayız.

İfrat ile tefrit arasında gel-git’lerin yaşandığı bu süreçte, “Doğru olan kangren olan parmağı kesmek değil, kangrene sebep olan ipi çözmektir” yaklaşımını benimseyen sorumluluk makamındaki kişiler, soruna “terörle silahlı mücadele ama Kürt halkını temsil eden çoğulcu bir yapıyla kamuoyunu sürekli bilgilendirerek şeffaf bir müzakere” şeklinde yaklaşırlarsa, daha kalıcı bir çözüme ulaşmak mümkün olacaktır. Aksi takdirde sadece silahlı mücadele ile geçici bir süre için sorunun stabil hale getirilmesi mümkün olacak ama uzun vadede benzer sorunların tekrar gün yüzüne çıkması kaçınılmaz hale gelecektir.

Sorumluluk sahibi kişilerin, tam da terör örgütünün ve arkasındaki ulusal ve uluslararası güçlerin istediği tarzda, yani şiddet içeren ve tüm Kürt vatandaşlarımızı hedef alan eylem ve söylemlerden kesinlikle uzak durması ve çevresine itidal tavsiye etmesi gereken bir süreç yaşanmaktadır. Tüm Kürt vatandaşlarımızı terörle özdeşleştiren aksi söylem ve tutumlar, ateşe odun taşımaktan öte gitmeyecektir.

Terör sorunu, enerji jeopolitiğinden ayrı ele alınamaz. Terörün sık sık petrol ve doğalgaz boru hatlarını hedef alması, sorunun uluslararası enerji politiği ile alakalı olduğunu göstermektedir.

7 Haziran seçimlerinden sonra PKK’nın aniden çatışma ortamını başlatması ve çatışmaların hızla artması, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt koridoru oluşturulması planlarıyla ilgilidir. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde Kürt koridoru oluşturulmasına şiddetle karşı çıkması ve bu planlara çomak sokacak politikalar uygulaması, ortada geçerli bir sebep yokken PKK’nın bir anda çatışmasızlık sürecini sonlandırmasını ve eylemlerini artırmasını beraberinde getirmiştir (Kürt Koridoru’na ilişkin SASAM’ın gerçekleştirdiği çalıştay sonuçlarına buradan ulaşılabilir). Burada yapılmaya çalışılan, PKK’nın eylemlerini durdurması karşılığında Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan Kürt koridoruna müsaade etmesini sağlamaktır. Musul ve Kerkük petrollerinin Akdeniz’e aktarılması için elzem görülen Kürt Koridoru, terör sorununun enerji politikalarıyla ne kadar ilgili olduğunun başka bir göstergesidir.

Terör sorunun çözümüne yönelik olarak yapılacak silahlı mücadelede, 300 kişiden oluştuğu bildirilen PKK yöneticilerinin ilk hedef olarak belirlenmesi ve operasyonların öncelikli olarak bu şahıslara yönelik yapılması, dünya örneklerinde görüldüğü üzere başarılı sonuçlar vereceği düşünülmektedir.

Terörle mücadele eden güvenlik güçlerimizin ihtiyaç duyduğu araç gereç ve teçhizatın hızla temin edilmesi gerekmektedir. Dağlıca’da şehit olan Yarbay ÇELİKCAN’ın şehit olmadan önce böyle bir liste hazırladığı belirtilmektedir (İlgili haber için tıklayınız).

Başta Dağlıca saldırısı olmak üzere, PKK’nın gerçekleştirdiği pek çok menfur saldırıda hissedilen istihbarat zafiyetinin veya istihbaratta koordinasyon eksikliğinin sebepleri hızla masaya yatırılmalı ve gerekirse operasyonel yetkileri olan, başta İHA’lar olmak üzere kendi istihbarat imkanları, savaş uçak ve helikopterleri olan terörle mücadeleye mahsus, hızlı karar alabilecek ve bürokratik engellere takılmayacak yeni bir yapı hızla oluşturulmalıdır.

ÇALIŞTAYDAN KARELER:

20150915_185254 20150915_18530820150915_18532420150915_20094320150915_185630

 

img

Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM); 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşudur. Sahipkıran; Müşteri (Jupiter) ve Zühre’nin (Venüs) aynı hizada (bir burçta) oldukları zamanda doğan kişilere atfedilen bir sıfattır. Bu kişilerin cihangir olacaklarına inanılır. Cengiz ve Timur Hanların Sahipkıran oldukları bilinmektedir. Türk Dil Kurumunun yayınladığı güncel sözlükte, Sahipkıran için; “güçlü ve üstün hükümdar” tanımı yapılmaktadır.

Comments are closed

Benzer Gönderiler