Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

Tarih

25. YILINDA HOCALI KATLİAMI

Zafer TEKİN

Takvimler 1992 yılının 26 Şubatını gösterirken, Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan İlisu ve Hocalı çaylarının buluşma noktasındaki kadim Türk kasabası Hocalı, her zamankinden farklı bir geceye giriyordu. Azerbaycan Türkleri, Komünist Sovyetler birliğinden ayrılıp bağımsızlığını kazanmalarının üzerinden henüz dört ay gibi kısa bir süre geçtiğinden, Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içerisinde askeri ve idari yapılanmanın tam olarak tesis edilemediği bir süreç yaşanmaktaydı.

Bütün Türk coğrafyasının kırsal bölgelerinde olduğu gibi, toprak ve kerpiçten müteşekkil evlerine çekilen Hocalı sakinleri, başlarına gelecek amansız felaketten habersiz günlük hayatın yorgunluğu ile meşgul olurken, Hocalı sokaklarında ölüm sessizliği barut ve kan kokusu içerisinde kesif bir geceye doğru yol alıyordu.

Gece yarısına doğru Hocalı sokaklarındaki bu soğuk sessizliği o güne kadar duyulmamış ve görülmemiş peş peşe patlayan top sesleri, geceyi gündüze çeviren projektör ışıkları eşliğinde makinalı tüfekler, roketler ve bombalar ile bozulmuştur. İnsanoğlunun vahşice tasarlayıp ürettiği envayi çeşit silahların namlularından çıkan bu öldürücü materyaller, Hocalı sakinlerinin ikamet ettiği söz konusu kerpiç ve topraktan evlerin üzerine yağmaya başlamıştır bile. Masum ve savunmasız insanların gökleri parçalayan feryat ve figanlarına, zafer naraları atan Ermeni Askerlerinin (!) hayâsız sesleri eşlik etmektedir.

Kimdir bu kendi halindeki kasabaya ve içindeki savunmasız masumlara böylesine hiddetle saldırıp, ortalığı cehenneme çeviren Ermeniler? 1918 yılına kadar hiçbir Devletleri olmadığı gibi, tarihleri boyunca millet olarak en huzurlu ve müreffeh dönemini Selçuklu ve Osmanlı zamanında yaşamış, özellikle Osmanlı zamanında Devletin en üst makamlarına kadar yükselmiş ve kendilerine “sadık Millet” denilmiş bir millettir. Özellikle Rusya’nın yüzyıllarca süren rüyası Osmanlı toprakları üzerinden “sıcak denizlere inme” emeli ve hedefi doğrultusunda kullanılmaya başlanılmalarını müteakip, bambaşka bir kimliğe bürünerek Türklerin en zayıf zamanlarında ortaya çıkarak, defalarca masum ve savunmasız Müslüman-Türk ahaliyi sırtından hançerlemiş, yakmış, yıkmış ve katletmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, tarihte 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı sırasında, Rus askerlere Ermeniler mihmandarlık ve rehberlik yapmışlar, savaşın Türklerin aleyhinde sonuçlanmasında önemli rol almışlardır. Bilahare, Devletin başkenti İstanbul, tarihte “31 Mart Vakıası” olarak bilinen hadise ile çalkanırken, Çukurova Bölgesindeki Ermeniler ayaklanmış ve binlerce masumun canına kast etmişlerdir.  İlerleyen yıllarda 1. Dünya Savaşı Türk Askerleri o cepheden, bu cepheye savrulurken, Anadolu’nun birçok noktasında savunmasız kalan Türkler, yine Ermenilerce hunharca katliamlara maruz kalmışlardır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, ülkesinde çıkan isyan sonucunda Çarlık Rusya’sı yıkılmış yerine Lenin’in önderliğinde Sosyalist bir devlet kurulmuştur. Brest Litowsk Antlaşması ile savaştan çekilen Rusya, Türkiye sınırları içindeki askerlerini çekerken, Doğu Anadolu’daki silah ve mühimmatının hemen hemen tamamını Ermenilere bırakmıştır. Ellerine geçen bu fırsatı değerlendiren Ermeniler, bölgede yine sayısız katliama ve yıkıma sebep olmuşlardır. Kazım Karabekir Komutasındaki Türk Ordusu, söz konusu katliamın müsebbibi Ermenileri Türkiye sınırları dışına atarken, birçok Türk yurdunda tek bir canlının bile kalmadığına şahit olmuşlardır. Diğer taraftan, Azerbaycan toprakları içindeki meskun Ermeniler’ de yine Rusya destekli olarak bölgede yine eşi benzeri görülmemiş bir etnik temizliğe girişmişler, yüzbinlerce insanı ya katletmişler, ya da sürgüne gitmeye zorlamışlardır. 1. Dünya Savaşının son günlerinde cereyan eden olaylar üzerine, Enver Paşa’nın büyük gayretleriyle oluşturulan Kafkas İslam Ordusu, yine Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa Komutasında bölgeye gönderilmiş Bakü’ye kadar gidilerek bölgeye barış ve huzur getirilmeye çalışılmıştır.

Yine bu dönemde, Anadolu’da kurulmak istenen, ancak bir türlü başarılamayan Ermeni Devleti, yüzyıllardır Azerbaycan Türklerinin yaşadığı topraklarda 1918 yılında kurularak başkenti Erivan yapılmıştır. O dönemde nüfusunun büyük çoğunluğu Türk olan Erivan, o günlerden sonra Türklere yapılan katliamlar ve zorla göçe tabi tutulmalar sonucu tamamen Ermenileştirilerek bugünlere kadar getirilmiştir.  Özellikle 1940’lı yıllarda, Stalin döneminde, Kırım’da, Abhazya’da uygulanan politikaların bir benzeri de Azerbaycan topraklarında tatbik edilmiştir. Tüm dünyanın gözü önünde çok geniş bir toprak parçası Türklerden arındırılmış ve etnik temizliğe maruz bırakılmıştır.

Olayın bir başka hazin yönü de, Türkiye ile Orta Asya’daki soydaşları arasındaki kara sınırının kopartılması olmuştur. Zira Azerbaycan topraklarında meydana çıkartılan Ermenistan ile Türkiye’nin Azerbaycan’a, dolayısıyla tüm ata topraklarıyla kara bağlantısı kesilmiştir.

Sovyetler birliği dağılma sürecine girerken, 1988 yılında, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti,  Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’ne ait Karabağ Bölgesinin, kendisine bağlanmasını istemiş, Azerbaycan’ın bunu kabul etmemesi üzerine de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne bağlı iki ülke arasında savaş çıkmıştır. Ancak Sovyetler her türlü askeri ve lojistik yönden Ermenistan’ı desteklerken, Azerbaycan yalnız kalmıştır ve bölge Ermeniler tarafından işgal edilmiştir. Bu süreçte dünyanın dört bir yanında ikamet eden ve sermayeleri milyarlarca dolarla ölçülen zengin Ermenilerde her türlü maddi desteğini ülkelerinden yana sarf etmişlerdir.

Karabağ’da; 9 Aralık 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde bahsedilen suçların tamamı tüm dünyanın gözü önünde işlenmiştir ancak, yaşananlar karşısında medeni dünyanın tüm aktörleri üç maymunu oynayarak, görmedik, duymadık, bilmiyoruz moduna bürünmüşlerdir.

26 Şubat 1992 tarihinde, gece yarısına doğru zaten uzun süredir kuşatma altındaki Hocalı’ya doğru saldırıya geçen Ermeniler, silah yönünden sınırsız imkâna sahiptirler. Zira tıpkı 1918 yılında Anadolu’da olduğu gibi, dağılan Sovyetler Birliği, ağır silah ve mühimmat donanımına sahip 366. Motorize Alayı’nı Ermeniler ’in emrine tahsis etmiş ve bölgeden ayrılmıştır. Bu orantısız silahlarla, Hocalı’ya dalan haydutlar, resmi kayıtlara göre; 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı olmak üzere toplamda 613 sivil insanı ölümlerin en dehşetli şekilleri ile katletmişlerdir. Sekiz aile tamamen yok olmuş, 487 kişi sakat kalmış ve 1275 kişi esir alınmıştır. Esir alınanlardan 68’i kadın ve 28’i çocuk toplam 150 kişinin yaşayıp yaşamadığı belli değildir. Ölenler canlarını vererek kurtulmuştur belki, o cehennemi anımsatan zaman diliminin ve Ermeni askerlerinin ablukası arasından, başıkabak, yalınayak, yarı çıplak nereye gittiğini bilmeden kaçmaya çalışanları ve kaçabilenleri ayrı bir dehşet beklemektedir. Gerek daha önceden hazırlanan tuzaklar, gerekse peşlerinden yetişip silah dipçikleriyle, kurşunlarla, tekmelerle sefalet içinde kaçarak kurtulmaya çalışan sivil halkın üzerine çullanan Ermeni Askerleri vahşetin bir başka türlüsüne imza atmışlardır.

Doğup büyüdükleri ata topraklarından çok az bir kısmı kaçabilen bu biçare zavallı insanlar, arkalarında, kafa derileri yüzülen, tırnakları sökülen, üst üste yığılıp yarı canlı, yarı ölü olarak yakılan Türk Milletini, karınlarındaki bebeklerin kız mı? Erkek mi? Olduğu üzerine bahse girilip, karınları yarılarak söz konusu bebeklerin cinsiyetine bakılan Türk analarını, kesilen başların Ermeni askerlerinin postallarında futbol maçlarının en önemli objesi olan Türk çocuklarını, diğer bir ifadeyle vatanlarını bırakmışlardır.

Tarih tekerrürden ibarettir sözü bir kez daha ispatlanmıştır Hocalı semalarında. 1909’un Çukurovasında’ki durum ne ise, öncesi ve sonrası ile Hocalı’ da da aynısıdır. 1915’in Erzurum’unda, Van’ın da durum nasılsa, Hocalı’da da aynısıdır. 1918’in Erzincan’ın da, Kars’ın da ne yaşanmışsa, Hocalı’da da aynısı yaşanmıştır. Bahsi geçen bu yerlerin hepsinde, savunmasız kalan, çaresiz kalan Müslüman-Türk milletidir, fırsatı katliama ve vahşete çeviren Ermeni’lerdir.

26 Şubat 1992 tarihinde içindeki tüm canlılarıyla birlikte, okuluyla, camisiyle, bağlarıyla, bahçeleriyle ismi Hocalı olan bir yerleşim yeri tüm dünyanın gözü önünde yeryüzünden silinmiştir. Televizyonlar, gazeteler bu katliamı günlerce haber yapmasına rağmen, olayın sorumluları en ufak bir ceza ile muhatap olmamış, Robert Koçaryan, Serj Sarkisyan gibi baş sorumlular, ilerleyen yıllarda Ermenistan Devlet Başkanlığı’na kadar yükselerek ülkelerine hizmetlerine (!) devam etmiştir. Olayın baş faillerinden Serj Sarkisyan; İngiliz gazeteci Thomas de Wall ile yaptığı bir röportajda o günlerden şu şekilde bahsedecektir; “Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık.”

Görüntüleriyle, fotoğraflarıyla ve kendi beyanatları ile “Hocalı Katliamının” baş aktörlerinden olan Koçeryan-Sarkisyan ikilisi olaylardan kısa süre sonra sırayla Ermenistan Devlet Başkanı olmuşlar ve Başkan olmalarını müteakip tüm enerjilerini Türk düşmanlığına ve Türklerin 1915 yılında Tehcir adı altında “Soykırım” yaptıklarına tüm dünya kamuoyunu inandırmak için mücadele ile harcamışlardır.

Ermenistan, daha ilkokul çağındaki çocuklarına; okul duvarlarında asılan Ermenistan haritalarında Türkiye’nin 12 iline yer vererek, bayrağında Türkiye hudutları içindeki Ağrı Dağı’nın resmini koyarak, Millî Marşlarında “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” diye yazarak kin ve nefret tohumları ekerken ve bu nefret tohumlarını Karabağ’da, Hocalı’da vahşete dönüştürerek biçerken, Türkiye ve Türker’de aynı dönemlerde tarihsel misyonuna uygun olarak, ülke içindeki tüm muhalefete rağmen 1993 yılı başlarında, Süleyman Demirel’in Başbakanlığındaki 49. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Karabağ ve Hocalı’yı yakıp yıkarak kan gölüne çeviren Ermenistan’a binlerce ton buğdayı hibe ettiği gibi, ülkenin içinde bulunduğu enerji sorununa da çare olarak karşılık vermiştir.

Hayat sürdüğü her toprak parçasında güçsüz ve zayıf olduğu dönemlerde zulmün, katliamın ve her türlü ölümün en ağırlarına muhatap olan Türk Milleti, tarihin her döneminde bir ölmüş bin dirilmiştir ve vatan bellediği yurt topraklarında burçlara çektiği bayrakları hiçbir milletin etnik ve dini yapısına müdahale etmeden dalgalandırmış ve o dalgalandırdığı bayrakların gölgesinde her milletten ve dinden insana hoşgörü ve adalet içerisinde muamele yapmıştır. O yüzdendir ki, 1918 yılında kurulan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin Milli Şura Başkanı Mehmed Emin Resulzade’nin “bir defa kalkan bayrak, bir daha bir daha inmez” büyük bir anlam kazanmıştır.

.

Zafer TEKİNzafertekin@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.



img

Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM); 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşudur. Sahipkıran; Müşteri (Jupiter) ve Zühre’nin (Venüs) aynı hizada (bir burçta) oldukları zamanda doğan kişilere atfedilen bir sıfattır. Bu kişilerin cihangir olacaklarına inanılır. Cengiz ve Timur Hanların Sahipkıran oldukları bilinmektedir. Türk Dil Kurumunun yayınladığı güncel sözlükte, Sahipkıran için; “güçlü ve üstün hükümdar” tanımı yapılmaktadır.

Comments are closed

Benzer Gönderiler