Cesurhan TAŞ – SASAM Başkan Yardımcısı
GİRİŞ
Tacikistan, Orta Asya ve Batı Türkistan bölgesinde Türk ulusu ile tarihsel olarak derin bir işbirliği ve akrabalık ilişkileri içinde olan bir devlettir. Türk soylu ve dilli devletler arasında sayılmasa da Taciklerin devleti Tacikistan, Türklere akraba ulus denebilecek ulusların en başında gelenlerin birisinin devletidir. SSCB sonrası ilk dönemlerde Türk Devletleri arasında sayılan Tacikistan’ın 2000’li yıllardan sonra bu kategoriden çıkarılarak tümüyle yabancı bir devlet ve topluluk şeklinde algılanması ve değerlendirilmesi üzerine bu yazının hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin girişimi olan “Bir Kuşak Bir Yol” projesi üzerinde yer alan Tacikistan, Çin ve Afganistan ile olan uzun sınırı sebebiyle NATO ve Çin’in çatışma sahasında da bulunduğundan jeopolitik olarak giderek daha çok dikkati çeker hale gelmiştir. Diğer yandan Rusya da Tacikistan’ın eski bir SSCB ülkesi olması ve hâlihazırda burada askerî üsse sahip bulunması sebebiyle Tacikistan’daki nüfuzunu yitirmek istememektedir. Bu üç küresel gücü dengelemek Tacikistan için bir diplomatik beceri gerektirmektedir. Ayrıca Afganistan ve İran persleri ile de köklü tarihî bağlara eye olan Tacikistan kendini Aryan medeniyetinin gerçek varisi olarak görmektedir.
Tacikistan’ı önemli kılan konulardan birisi de Orta Asya’nın en önemli su kaynaklarına sahip olmasıdır. Yüksek rakıma eye bir ülke olan Tacikistan’daki buzul dağları, küresel ısınmanın giderek artan etkisi sebebiyle giderek daha önemli hâle gelmektedir.
143.100 km² yüzölçümü ve 9.169.206 nüfusa sahip Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’dir. Ülke nüfusunun %79,9’u Tacik, %15,3’ü Özbek’tir. Kırgız ve Ruslar da ülkede %1’lik orana sahiptir. Kalan bölüm ise ağırlıklı olarak diğer Sovyet bakiyesi topluluklardır. Tacikistan’ın nüfusunun %73’lük bölümü kırsal bölgelerde yaşamaktadır. Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de yaklaşık 700.000 nüfus bulunmaktadır. İkinci büyük şehir olan Hocend’in şehir merkezi ise 150.000 nüfusa sahiptir. Kulob 80.000, Kurgantepe ise 65.000 civarındadır.
Tacikistan, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Bağımsız Devletler Topluluğu, Ortak Güvenlik Antlaşması Örgütü, Şanghay İşbirliği Örgütü, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Avrasya Ekonomik Topluluğu gibi uluslararası kuruluşlara üyedir.
Tacikistan adıyla ilk devlet, 1924 yılında SSCB merkez yönetimi tarafından Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir alt cumhuriyet statüsünde kurulmuştur. 5 Aralık 1929 tarihinde SSCB üyesi cumhuriyetlerden biri hâline getirilen Tacikistan, 9 Eylül 1991’de bağımsız olmuştur. Tacikistan Cumhuriyeti, anayasasında belirtildiği üzere egemen, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Başkanlık sistemiyle yönetilen Tacikistan’da parlamento; Temsilciler Meclisi ve Millî Meclis olmak üzere ikili bir yapıdan oluşmaktadır.
Tacikistan, dört vilayet şeklinde yönetsel birime bölünmüştür: Merkez (doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlı), Soğd, Hatlon (Khatlon) ve Dağlık Bedahşan Özerk Vilayeti.
İÇ SAVAŞ
SSCB’nin dağılmasının ardından 1991 yılında bağımsızlığa kavuşan Tacikistan, büyük bir iç savaşın içine yuvarlanmıştır. Bugün bile ülkedeki iktidar ve muhalefet oluşumlarının temel ekseni önemli ölçüde 1992-1997 yılları arasındaki iç savaş sırasında şekillenmiştir. Yaklaşık beş yıl süren iç savaş, ekonomik yönden zaten zayıf olan Tacikistan’ın iktisadi hayatını alt üst etmiştir. 1997 yılında imzalanan barış anlaşmasından sonra normalleşme süreci başlamıştır.
1997 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Rusya, İran, Özbekistan ve Afganistan’ın arabuluculuğunda Tacikistan hükûmeti ile muhalifler arasında barış görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerin ardından 27 Haziran 1997’de Tahran’da, hükûmet ile muhalifler barış anlaşması imzalamışlardır. Tacikistan iç savaşının ardından ülkenin yönetimi, SSCB döneminde siyasi iktidarı elinde bulunduran Hocendlilerden Kuloblulara geçmiştir. Tacikistan iç savaşı, Hocendliler, Kuloblular, Pamirliler ve Germliler gibi bölgesel kimlikleri daha belirgin hâle getirmiştir.
EKONOMİ
SSCB’nin Orta Asya’daki ekonomik yönden en zayıf bölgesi olan Tacikistan topraklarının önemli bölümü dağlık olup çetin iklim koşullarına sahiptir. Ülkedeki toprakların çok küçük bir bölümü tarıma elverişlidir. Zengin su kaynakları ve madenlere sahiptir ancak bunların çıkarılması ve işletilmesi konusunda büyük eksiklikleri bulunmaktadır.
1997 sonrasında Tacikistan, ekonomi sisteminin düzenlenmesi için reform programları uygulamaya başlamıştır. Mülkiyet kavramının tanımlanmasından para politikasına kadar pek çok alanda hukuki düzenlemelere gidilmiştir. Bu reformun bir parçası olarak uluslararası finans ve yardım kuruluşlarıyla birlikte hareket edilmiştir. Tacikistan’da ticaret hayatının geliştirilebilmesi için karma ekonomi, bankacılık, rekabet ortamının yaratılması, yatırım teşvikleri gibi pek çok alanda yenilikler yapılmıştır. Hâlihazırda da bu düzenlemelere devam edilmektedir.
Tacikistan, para birimi olarak “samani” sözcüğünün Tacikçe ifade biçimi olan “somoni”yi kullanmaktadır. 2000 yılının Ekim ayında tedavüle giren “somoni”, ülkedeki yüksek enflasyon kontrolü ve kur istikrarı açısından önemli bir gelişme olmuştur.
Tacikistan ekonomisinin temelini tarım ve hayvancılık, maden ocağı işletmeleri ve enerji üretimi ile bunlara bağlı iş kolları oluşturmaktadır. Yüzölçümünün önemli bir bölümü dağlık olan Tacikistan’da hayvancılık yaygındır. Tarım ise daha ziyade dağlar arasında kalan dar ve sulak koyaklarda yapılmaktadır. Tacikistan’da hayvancılık tarıma elverişli olmayan dağlık bölgelerde yapılmaktadır. Küçükbaş besiciliği yaygın olmakla beraber büyükbaş hayvancılık da yapılmaktadır. İklim koşullarının müsait olduğu bölgelerde ipek böcekçiliği ve arıcılık da yapılabilmektedir.
Tacikistan’daki tarım bölgeleri Zerefşan, Vahş, Kafirnigan ve Fergana’daki vadi ve ovalarıdır. Zengin akarsu kaynaklarına sahip olan söz konusu bu bölgeler, tarım için elverişli topraklardır. Tacikistan tarımında esas ürün pamuktur ve ülkede yıllık ortalama bir milyon ton pamuk üretilmektedir. Tacikistan’da pamuğun yanı sıra sebze ve meyve üretimi de yapılmaktadır.
Topraklarının yaklaşık %90’lık bölümü dağlardan oluşan Tacikistan, oldukça zengin yeraltı kaynaklarına eyedir. Tacikistan’ın en büyük maden zenginliği alüminyumdur. Ülkenin en büyük ihracat emtiası olan alüminyum, Tacikistan için ciddi bir istihdam kaynağıdır. Alüminyum dışında altın, gümüş, kalay, demir, cıva, çinko ve kurşun gibi madenler de çıkarılmaktadır. Tacikistan’ın bir diğer yer altı zenginliği ise kömürdür. Ülke, yaklaşık dört milyar ton kömür rezervine sahiptir. Tacikistan bu yönüyle Orta Asya’nın kömür yönünden en zengin ülkesidir. Tacikistan bu madenleri ağırlıklı olarak ham ve cevher hâlde ihraç etmektedir. Bu kaynakların çok azı ülke sınırları içinde işlenip değerlendirilmekte katma değere dönüştürülmektedir.
Tacikistan, Orta Asya’nın en zengin su kaynaklarına sahip olan ülkesidir. Zerefşan, Vahş, Kafirnigan ve Surhab gibi büyük nehirlere sahip olan ülkede büyük ve orta ölçekte birçok HES kurulmuştur. Tacikistan kalkınma hamlesinin en önemli argümanlarından olan hidroelektrik santralleri, Çinli ve İranlı yatırımcıların gözdesi durumdadır.
Tacikistan, petrol ve doğal gaz yönünden dışa bağımlı bir ülkedir. Rusya ve Özbekistan gibi ülkelerden temin edilen bu ürünler, ülkenin cari açığındaki en büyük kalem olarak görülmektedir. Tacikistan, Özbekistan’dan elektrik karşılığında doğal gaz ithal etmektedir.
Tacikistan yurt dışından petrol, doğal gaz, alüminyum oksit, makine araç gereçleri, taşıt, buğday, orman ürünleri ve ilaç ithal etmektedir. Ülke enerjide Rusya ve Özbekistan’a bağımlıdır. Tacikistan’ın ağırlıklı olarak ihraç ettiği ürünler ise alüminyum, pamuk, kuru meyve ve tekstildir.Pamuk ve alüminyum, ihracatın %75’ini oluşturmaktadır. Pamuk ve alüminyum üretiminde yaşanan her türlü sıkıntı Tacikistan ekonomisini doğrudan etkilemektedir. Bu iki ürününe bağlı olan ekonomideki kırılganlık, enerjideki dışa bağımlılıkla daha da derinleşmektedir.
TACİK KİMLİĞİ
Tacikistan’ın resmî ideolojisi, millî kimliğin “Taciklik” önkabulü üzerine kuruludur. Tacikistan’ın tarihte bu adla ilk kez kurulması, Rus şarkiyatçıları tarafından sağlanmıştır. Ruslar kendi tezini desteklemek üzere Babacan Gafurov gibi Tacik aydınlarını yetiştirerek bu kimliğin esaslarını belirlemiştir. Rusların bu bağlamda en büyük gayesi Orta Asya’daki Türkler (Özbekler) ile Tacikleri birbirinden ayrıştırmaktır. 1929 yılında Tacikistan’ı Özbekistan’dan ayırarak özerk bir cumhuriyet hâline getirmesinin düşünsel arka planında da bu gaye vardır. Sovyetlerin Tacikistan Cumhuriyeti’nin kurulmasını istemesinin bir diğer sebebi, hâkimiyeti altındaki Tacikler üzerinden Afganistan’a uzanmaktır. Çünkü Afganistan, Tacikistan’dan daha fazla Tacik nüfusuna sahiptir. Rusya, Tacikistan’daki Tacikleri kendi siyaseti doğrultusunda hareket ettirerek Afganistan’a müdahale etme hakkına sahip olmak istemekteydi.
Daha sonraki süreçte Tacikistan, Ruslar tarafından ortaya koyulan Tacik kimliği tezini benimsemiş hatta bu tezi daha ileri bir noktaya taşımıştır. Bu tezin temel hareket noktası Taciklerin “aryan” kökenli ve bölgedeki Türklerden ayrı bir kimliğe sahip olduğudur. Tacikler, millî kimliklerini İslam öncesinde Aryanlara, İslam sonrasında ise Samanoğullarına dayandırmaktadırlar.
Bu noktada Samanoğulları’nın Farsçayı yazı dili olarak kullanması en büyük dayanak olarak gösterilmektedir. Soylarını Samanoğullarına dayandıran Tacikler kendilerini, bölgedeki güçlü bilim, sanat ve edebiyat geleneğinin varisi olarak kabul etmektedirler. Bu doğrultuda İbni Sina’dan Biruni’ye, Farabi’den Firdevsi’ye kadar hemen bütün büyük ve sembolik isimleri sahiplenmektedirler. Birok, gerçek olan şu ki bugün Samanoğulları’nın hâkim olduğu toprakların önemli bir bölümü Özbekistan sınırları içinde yer almaktadır. Semerkand, Buhara, Harezm, Fergana, Taşkent gibi tarihî şehirlerin tamamı Özbekistan’dadır. Tacikistan ise sadece Hocend ve birkaç küçük tarihî yerleşim birimine sahiptir. Taciklerin tarihî yurtları olarak gördüğü bu bölgelerin Özbekistan’da yer alması, Samanoğulları’nın varisi olma savını zayıflatmaktadır.
Tacikistan, millî kimliğin yerleşmesinde Özbek-Tacik rekabetini sürekli olarak canlı tutmaktadır. Özbekistan,1996’da Emir Timur’un doğumunun 660. yılını kutladıktan sonra Tacikistan da 1999’da Samanoğulları Devleti’nin kuruluşunun 1100. Yıldönümünü büyük bir coşkuyla kutlamıştır. Özbekler bölgedeki varlığını Timurlulara, Tacikler ise Timurların beş asır öncesindeki Samanoğulları’na dayandırmaktadır. Hatta Tacikistan yönetimi biraz daha öteye giderek Taciklerin aryan olduğunu kabul ederek birçok arkeolojik çalışmayı desteklemektedir. Bu gaye doğrultusunda 2006 yılı “Aryan Medeniyeti Yılı” olarak kabul edilmiş ve görkemli bir şekilde kutlanmıştır.
Tacikistan’da millî kimlikten ziyade bölgesel kimliğin baskın olduğu görülmektedir. Tacikistan dört ayrı bölgesel kimliğe sahiptir: Kuloblular, Germliler, Hocendliler ve Bedahşanlılar. Bedahşanlılık kültürel ve mezhebî farklılık sebebiyle diğer kimliklerden farklı bir karakteristiğe sahiptir. Şu anda Tacikistan yönetiminde Kuloblular hâkimdir. Başta Cumhurbaşkanı İmamali Rahman olmak üzere devlet bürokrasi Kulobluların denetimi altındadır. SSCB döneminde Tacikistan’da Hocendliler hâkim bir konumdaydı. SSCB dağıldıktan sonra Hocendliler ile Kuloblular arasında büyük bir iktidar mücadelesi başlamıştır. Tacikistan iç savaşının temel dinamiklerinden biri de bu çekişmedir. İç savaş sırasında ülkedeki Rus askerî birliklerinin desteğini alan Kuloblular Duşanbe’yi ele geçirdikten sonra, diğer bölgesel unsurlarla mücadeleye girişmişlerdir. Bu dönemde en büyük cepheleşme, Kuloblular ile Germliler arasında yaşanmıştır. Birleşik muhalefetin ana çatısını oluşturan Germliler (Karateginliler), iç savaşın en kanlı yüzüyle karşı karşıya kalmışlardır. İç savaş sırasında yaşanan hadiseler bölgesel kimlikleri daha da keskinleştirmiştir. Bugün Tacikistan’da bölgesel kimliğin millî kimlikten baskın olmasının en önemli sebeplerinden biri hiç şüphesiz ki beş yıllık iç savaştır.
GERMLİLER (GERMİYAN)
İç savaşta en büyük zararı gören Germ bölgesinin insanları oldukça muhafazakâr ve dindardır. İslamoarap kültürün oldukça güçlü olduğu bölge, ekonomik yönden oldukça zayıftır. İç savaş yıllarının getirdiği tedirginlik, Germlileri siyasete mesafeli yaklaşmaya zorlamaktadır. Bu coğrafyada aynı zamanda “kabilecilik” anlayışı yaygındır. Geleneksel değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Germliler, Tacikistan bürokrasisinde kendilerine çok az yer bulabilmektedir.
Tacikistan’da %17 civarında Türk soylu ve dilli halk yaşamaktadır. Bunların %15,3’ünü Özbekler, geri kalanını ise Kırgız, Uygur ve Türkmenler oluşturmaktadır. SSCB döneminde Özbeklerin nüfusu %24 civarındaydı. Tacikistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından Özbekler, zamanla ülkeyi terk ederek Özbekistan’a yerleşmiştir. Benzeri bir göç, Özbekistan’daki Tacikler için de söz konusu olmuştur.
Tacikistan’da ikinci büyük etnik azınlık olan Özbekler, ülkenin kuzeyindeki Hocend’de yoğunlaşmaktadır. Ayrıca Zerefşan Vadisi ve Kurgantepe illerinde de ciddi bir Özbek nüfusu vardır. Özbekler; Kongurat, Katagan, Durman, Lakay, Ballan gibi büyük aşiretlerden oluşmaktadır. Yaşam tarzı ve kültürel özellikleri itibariyle bu aşiretler arasında farklılıklar mevcuttur. Özbek grupları arasında sayılan Lakaylar, Afganistan ve Tacikistan’da göçebe hayat tarzını devam ettirmektedir. Hisar ve Kulob bölgesinde yoğunlaşan Lakaylar; Esen Hoca, Badraklı, Bayram ve Dört Oğul boylarından oluşmaktadır. Lakayların etnisite olarak Kırgızlara benzerlik gösterdiği dile getirilmektedir. Afganistan’dan Özbekistan’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılan Kataganlar ise Tacikistan’daki en kalabalık Türk boylarındandır. Tacikistan’da Özbek, Kırgız, Türkmen haricinde kendilerini Türk olarak isimlendiren unsurlar da bulunmaktadır. Tacikistan’ın Vahdetabad şehrinde (eski ismi Türkabad) yaşayan Türkler, Türkiye’deki soydaşlarıyla benzer bir kültüre sahiptir. Aynı şekilde bölgenin en eski sakinlerinden olan Karluklularda da bu karakteristik görülmektedir. Sınırlı ve kısıtlı bilgilere sahip olduğumuz Tacikistan Türkleri hakkında geniş ölçekli filolojik ve folklorik araştırmalarının yapılması gerekmektedir.
Tam da bu noktada hatırlanması gereken şey Anadolu’da 1300’lü yıllarda hakimiyet sürmüş olan Germiyan Beyliğidir. Germiyanoğulları diye bilinen ve Kütahya civarında yaşamış bu beyliğin sakinlerinin bugün bile Germiyan-Karategin şeklinde Tacikistan’da yaşayan halkın bir uzantısı olduğu bu makalenin yazarı tarafından değerlendirilmektedir. Kütahya ve civarındaki halkın kültürü, muhafazakarlığı, dinselliği, Tacikistan Germiyan-Karategin bölgesinde yaşayan halk ile birebir benzerliği Türkiye-Tacikistan arasında geliştirilecek ilişkilerde bir mihenk taşı görevi görebilir.
DİNSELLİK
1994 yılında hazırlanan anayasaya göre Tacikistan Cumhuriyeti’nin herhangi bir dinî yoktur. Birok, zamanla Tacikistan’da Selefi, Vahhabi ve Şii gruplar dinî faaliyet göstermeye başlayınca, 2009 yılında anayasanın ilgili maddesi değiştirilerek ülkenin resmî dini İslam ve mezhebi Hanefilik olarak saptanmıştır. Tacikistan’da Hanefilik dışında herhangi bir mezhebin propagandasını yapmak anayasal bir suç olarak tanımlanmıştır. Tacikistan’da itikadi mezhep ayrımının son yıllarda gelişmeye başladığı gözlenmektedir. Özbekistan’da önceki Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un Maturidiliği, Selefi hareketlere karşı kuvvetli bir tez olarak savunması, Tacikistan’da da Maturidiliğe ilgiyi giderek artttırmıştır.
Tacikistan’da din eğitimi 1997 yılından itibaren İmam-ı Azam Enstitüsü tarafından verilmektedir. Dinî hayat büyük ölçüde geleneksel tarzda yaşanmaktadır. Bağımsızlığın kazanılmasının ardından toplumda dindarlaşma eğiliminin giderek arttığı gözlemlenmektedir. Sovyet baskısının kalkmasıyla birlikte ülkede birçok yeni cami yapılmış ve buna bağlı olarak çocuklara din eğitimi verilmeye başlanmıştır. Tacikistan’da dinî hayatı şekillendiren, eğitim kurumlarından ziyade geleneksel öğretim metotları olmuştur.
Tacikistan’da 18 yaşın altındaki bireylerin camilere gitmesi resmî olarak yasaktır. Camilerden hoparlör ile ezan okunarak insanların gürültüye maruz bırakılması engellenmiştir. 2017 yılında ise IŞİD ve Taliban gerekçe gösterilerek sakal yasağı getirilmiştir. Son yıllarda uygulamaya konulan bu yasaklar, gittikçe yükselen Selefi hareketlere karşı bir önlem olarak görülmektedir. Tacikistan Cumhuriyeti, kendi varlığına karşı tehdit oluşturduğunu düşündüğü bütün hareketlere toptancı bir yasaklama anlayışıyla cevap vermektedir. Tacikistan hükûmeti bu yasakları dinî hak ve hürriyetlere müdahale olarak görmemektedir.
Taciklerin din anlayışı Türklere benzemektedir. Bunda en büyük etken her iki milletin de Hanefilik mezhebine mensup olmasıdır. Aynı şekilde Tacikistan’daki tasavvufi hareketlerin Türkiye’de de karşılıklarının olmasının da bu konuda etkisi vardır. Ülkede oldukça yaygın olan ve Türkiye ile benzerlik gösteren bir diğer dinî gelenek ise mevlit geleneğidir. Düğün ve ölüm törenlerinde mevlidin büyük bir yeri vardır. Tacikistan’da ölülerin arkasından okunan mevlitler, büyük bir geleneğe dönüşmüştür. Ölünün 3, 7,20 ve 40. günleriyle seneyi devriyesinde yemekli mevlitler düzenlenmektedir.
Tacikistan’da en yaygın olan tasavvufi hareket Nakşibendiliktir. Maverâünnehir topraklarında zuhur eden Nakşilik, bölgenin karakteristiğini taşımaktadır. Etkili olan bir diğer tarikat ise Kadiriliktir. Tacikistan’da Kadiriliğin Hindistan kolu olan Ahmediye tarikatı etkilidir. Tasavvufi hareketlerin Karategin vilayetinde nüfuz ve güç kazandığı görülmektedir. Ülkede dinsellikte ve eğitimde tasavvufi zümrelerin büyük bir etkinliği bulunmaktadır. Toplumda pir, hacegan, işan isimleriyle anılan dinsel kişilere büyük bir saygı gösterilmektedir. Bu kişiler “şerifzade” ve “canzade” gibi isimler taşımaktadırlar. Bazı sufiler “ziyaret” ismi verilen türbelerin yakınında ikamet etmekte ve türbedarlık yapmaktadırlar. Türbeler ile alakadar olan ailelerin toplumdaki prestiji oldukça yüksektir. Nakşibendilik Fergana bölgesinde Yesevilik ile mezcedilmiş hâlde yaşamkatadır. Tacikistan Cumhuriyeti, Nakşibendiliği Taciklerin bir değeri olarak kabul etmektedir. Siyasi faaliyetlerden uzak duran bu zümrelere karşı devletin müsamahakâr bir tavır takındığı görülmektedir. Fakat Türkiye’deki Nakşibendi grupların bölgedeki faaliyetlerinin de rahatsızlık yarattığı bir gerçektir. Türkiye’deki Nakşilerin çoğunluğu Halidi-Nakşibendi’dir. Özbekistan ve Tacikistan’daki Nakşiler ise Müceddidiyye koluna mensuptur. Tacikistan yönetimi Türkiye’deki Nakşibendi tarikatlarının tutucu ve Selefi karakteristik taşıdığını değerlendirmektedir.
AŞIRILIKÇILIK VE TERÖR
Aşırılıkçılık ve terör, Afgan-Rus savaşından itibaren Orta Asya’daki en büyük siyasal tehdit olarak görülmektedir. SSCB’nin dağılmasının ardından pek çok “islamoarap” grup farklı ülkelerin desteğiyle bölgede faaliyet göstermeye başlamıştır. İngiltere merkezli Hizb-ut Tahrir, Özbekistan ve Tacikistan’da siyasi faaliyet yürüten ilk aşırılıkçı gruplardandır. Afganistan’da Taliban’ın gücü ve baskısı ise ortadadır.
Özbekistan islamoarap bu tehditleri, İslam Kerimov’un sert uygulamalarıyla kontrol altına almıştır. Tacikistan ise yaşanan iç savaş yıllarında otoritenin tam olarak sağlanamaması sebebiyle uzun bir süre bu problemlerle iç içe yaşamıştır. Sayın cumhurbaşkanı İmamali Rahman, yönetimde otoritesini tesis ettikten sonra ülkede faaliyet gösteren aşırılıkçı unsurlara karşı topyekûn bir mücadeleye girişmiştir.
2011 yılında başlayan Suriye’deki iç savaşla birlikte Tacikistan’da aşırılıkçılığın giderek yükselmeye başladığı gözlenmektedir. El-Kaide ve ona bağlı grupların Suriye’de savaşmak üzere başta Afganistan olmak üzere Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’dan mücahit topladığı bilinmektedir. 2013 yılından sonra da IŞİD’in aynı amaç ile bölgeden militan devşirmeye başladığı gözlemlenmektedir. IŞİD’in daha ziyade Rusya’da göçmen işçi olarak bulunan Taciklere dikkatini çevirdiği görülmektedir. Ülkesindeki yönetimden memnun olmayan muhalif Tacikler, internet üzerinden yürütülen propagandadan etkilenerek Suriye’deki savaşa militan/mücahit olarak katılmaya başlamışlardır. Yaklaşık 3.000 Tacik vatandaşının IŞİD’e katıldığı tahmin edilmektedir. Tacikistan hükûmeti, IŞİD ve diğer örgütlere katılım konusundaki katı ve ödünsüz tutumunu sürdürmektedir.
TACİKLER VE TÜRKLÜK
Yaklaşık son yüzyıldır bir “Taciklik” bilinci oluşturulmaya ve yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Özbekler ve Tacikler, ulusal ve etnik olarak birbirlerini ayrıştırmalarına rağmen her iki topluluğun çok fazla müşterek özelliklere sahip olduğu tartışmasızdır. Bölgenin bir diğer unsuru olan Kazak ve Kırgızlara göre Özbekler, Türklüğün Taciklerle kaynaşmış bir parçası olarak kabul edilmektedir. İki ülke siyasi ayrıştırma çabalarına rağmen birbiriyle bütünleşmiş bir yapıya sahip durumdadır.
Türkler ile Tacikler arasındaki tarihî bağın kökleri Samanoğullarına kadar uzanmaktadır. Tacikler, kendilerini Samanoğulları Devleti’nin doğal vârisi olarak görmektedir. Samanoğulları ise kendi soylarını Sasani şahlarından Hüsrev-i Perviz’in emiri olan Behram-ı Çubin’e dayandırmaktadır. Belh bölgesinin yöneticisi olan Saman ailesi, Emevilerin Horasan valisi Esed b. Abdullah’ın cebir ve teşvikiyle islamlaşmıştır. 960’lardan sonra Samanoğullarında otorite daha ziyade Türk emirlerin eline geçer. 1005 yılına kadar Samanoğulları Devleti varlığını sürdürse de Gazneliler, Karahanlılar ve Selçuklular bu devletin doğal vârisleri olarak Samanoğullarının topraklarının tamamını ele geçirirler.
Samanoğulları ile Türkler arasında çok yakın bir ilişki vardır. Şöyle ki Samanoğulları ordusunun ağırlığını Türk boylarına mensup askerler oluşturmaktaydı. Gaznelilerin kurucusu Sultan Mahmud’un babası Sebüktegin bir Samanoğlu emiridir. Aynı şekilde Müslüman olan Oğuzlar, Samanoğullarının uç beyi olarak hudut boylarında savaşmışlardır. Fergana ve Şaş (Taşkent) gibi Türk nüfusunun yoğun olduğu bölgelerin Samanoğulları Devletinin hudutları içerisinde olması, Türkler ile Tacikler arasında oldukça yakın bir ilişkinin kurulmasına imkân tanımıştır.
Günümüz Tacikleri, ulusal kimliklerini büyük ölçüde Samanoğulları üzerinden şekillendirmektedir. Çünkü tarihte kurdukları bağımsız tek devlet Samanoğulları’dır. Bu sebeple ilk Tacik devletinin kurucusu olarak gördükleri Samanoğulları hükümdarı İsmail b. Ahmed’e çok büyük saygı göstermektedirler. Tacikistan Devleti’nin önemli sembollerinden biri olarak başkent Duşanbe’de, İsmail-i Samani’nin çok görkemli bir heykeli dikilmiştir. Aynı şekilde Tacikistan’ın para birimi olan somoni, Samani kelimesinin günümüz Tacik dilindeki ifade biçimidir. Klasik şiirin kurucusu olarak görülen Samanoğlu devri şairlerinden Rudeki-yi Semerkandi de Tacikler için bugün sembolik bir değere sahiptir. Fakat henüz Tacik ulusal kimliğinin tamamen teşekkül ettiğini söylemek zordur. Evvela Tacik kelimesinin etimolojisi henüz açıklık ve kesinlik kazanmamıştır. Bugün Tacik kelimesinin“taç” sözcüğünden türetildiği resmî bir görüş olarak kabul edilmektedir. Tacikistan bayrağında bulunan “taç” bu egemen görüşün bir yansımasıdır. Kimi bilim insanlarına göre Tacik sözcüğü, Arap anlamındaki “Tâzî” sözcüğünden türetilmiştir. Bu anlamda “Tacik”, “araplaşmış kişi” anlamına gelmektedir. Maverâünnehir ve Horasan bölgesinin yerlileri, arap inanç ve kültürünü seçip kendi öz inanç ve kültürünü terk edince “Tacik” olarak adlandırılmıştır. İslamoaraplaşarak kendi ulusal kültürlerini terk eden bölge sakinlerini, “Tacik” yani “Araplaşmış kişi”olarak isimlendirmişlerdir. Süreç içinde Maverâünnehir ve Horasan bölgesinde yaşayanlar için genel olarak “Tacik” denmesi giderek yaygınlaşmıştır.
İslamoaraplaşma öncesinde Maverâünnehir bölgesinin asıl sakinleri Soğdlar ve Türklerdir. Aynı şekilde Horasan’da da ekseriyetle Farslar, Toharlar ve Türkler yaşamaktaydı. Adı geçen bölgelerin yönetici ve askerî sınıfını Türkler oluştururken zanaatkâr, çiftçi, tüccar ve okuma-yazma işleri ile uğraşanlar ise genellikle Soğdlar, Toharlar ve Farslardır. Taciklerin tek bir ulus ile sınırlandırılması mümkün görünmemektedir. Esasen Samanoğulları egemenlik havzasında yaşayan ve bu devleti oluşturan bütün kavmî unsurlar Tacik dediğimiz topluluğu oluşturmaktadır.
Türkler, 10. yüzyılın başlarından itibaren büyük kitleler hâlinde müslüman olmaya başlamıştır. 940 yılında ise Karahanlılar, İslamiyet’i “resmî din” olarak kabul etmiştir. Maverâünnehir ve Horasan şehir merkezlerinde yaşayan Türkler çok daha evvel İslamlaşmışlardır. Türklerin yoğun olarak islamlaşmaya başladığı dönem, Samanoğulları’nın Maverâünnehir ve Horasan’da hâkimiyetlerini kurdukları döneme denk gelmektedir. Horasan ve Maverâünnehir’in Emevi arapları tarafından işgal edilmesinin ardından bilhassa şehir merkezlerinde çok ciddi arap nüfus iskân ettirilir. Tarihî kaynaklarda sadece Buhara bölgesine 50.000 kadar arabın yerleştirildiği belirtilmektedir. Pek çoğu sahabe soyundan gelen büyük aileler, bu bölgenin islamoaraplaşmasında önemli rol oynamışlardır. Bilhassa Ebu Hanife’nin takipçilerinden olan Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in pek çok öğrencisi Maverâünnehir’de ilmî çalışmalar yürütmüşlerdir.
Zamanla Abbasi hilafetinin Horasan ve Maverâünnehir bölgelerinde otoritesi zayıflamış ve mahallî hanedanlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu hanedanların hiç şüphesiz ki en büyüğü Samanoğulları’dır. Samanoğulları, hâkimiyeti altındaki Semerkand, Buhara, Fergana, Belh, Merv ve Nişabur gibi şehirlerde, büyük bir ilmî hayatın şekillenmesi için gayret sarf etmiş ve bunda da başarılı olmuşlardır. Hâkim olduğu topraklarda nizam ve istikrarı tesis eden Samanoğulları akabinde sınır boylarındaki göçebe unsurları İslamlaştırmak için büyük bir çaba göstermişlerdir. Bu dönemde pek çok ilim ehlinin gönüllü olarak Türkistan bölgelerine gittiği ve aydınlatma faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir.
Dönem tarihçilerinin Türkmen olarak andığı bu zümreler aslında, kendi örf ve kültürlerini koruyarak islamlaşan Türklerdir. Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Oğuzlar, islamlaşan grupların en kalabalıkları arasında yer almaktadır. Selçuklular, Samanoğulları Devleti’nin yıkılışına kadar Aral Gölü havzası ve Harezm sahasında uç beyliğini görevini ifa etmişlerdir. Dönemin tarihî kaynaklarından Ahbarü’d-Devleti’s-Selçukiyye’de “Türkler, Hanefilik dinine girerek saadet buldular” ifadesi yer almaktadır ki söz konusu ifade oldukça anlamlı ve önemlidir.
Yazarın “Hanefilik”ten bir din olarak bahsetmesi, Türklerin İslam olarak gördüğü şeyin Hanefilikten ibaret olduğunun açık bir ifadesidir. Türklerin Hanefiler tarafından İslamlaştırılması, dikkati Taciklere çevirmeyi zorunlu kılmaktadır. Çünkü Hanefiliğin en yoğun olduğu bölge, Samanoğulları’nın hâkim olduğu topraklardır. Esasen Hanefilik Bağdat’ta zuhur etmekle birlikte Abbasi hilafetinin zayıflamasının ardından Buhara merkez olma niteliği kazanmıştır. Büveyhi baskısından kaçan pek çok Hanefi âlimi Maverâünnehir ve Horasan şehirlerine gelerek bölgenin ilmî hayatını zenginleştirmişlerdir. Bütün bu gerçekler Türklerin İslamlaşmasında Taciklerin etkin unsur olduğunu göstermektedir
Uzun dönem SSCB egemenliğinde yaşayan Taciklerin dinî duygu ve duyarlılıklarında güçlü dönüşümler yaşanmakla birlikte hâlâ Hanefi kimlik vurgusu dikkat çekmektedir. Hayatını dinsel kurallara göre şekillendirmeyen Taciklerin de Hanefi kimliğini kabul ettiği görülmektedir. Sovyet hâkimiyeti dönemlerinde bilhassa Buhara’daki medreselerde Hanefi fıkhının okutulduğu bilinmektedir. Söz konusu medreselerde, Taciklerin yanı sıra Kırgız, Özbek ve Türkmenler de eğitim görmüşlerdir. Hanefi kimliğini benimseyen Tacikler için Türkler, “yabancı” ya da “öteki” değildir. Türkler için bu yakınlık, stratejik bir önem ve değere sahiptir.
Türkler ile Tacikler arasındaki bilimsel ve edebî ilişkilerin kökleri Samanoğulları dönemine kadar uzanmaktadır. Bugün yaygın olarak Farsça olarak anılan dil, Semerkand ve Belh bölgesinde şekillenmiştir. Samanoğulları hâkimiyet sahasında bir yazı dili hâline gelen Derice/Tacikçe; Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu dönemlerinde de edebiyat dili olarak kullanılmıştır. Türk hanedanların himayesinde güçlenen bu gelenek, Anadolu içlerine kadar bizimle birlikte gelmiştir.
Hanefi ilmiye geleneğinin merkezi olan Maverâünnehir, en parlak dönemini Karahanlı ve Selçuklu hâkimiyetinde yaşamıştır. Şehirleşen Türkler de bu geleneğin içinde kendisine yer bulmuştur. Selçukluların Batıya doğru genişlemesiyle birlikte bu gelenek Anadolu içlerine kadar uzanmıştır. XIII. asrın başlarındaki Moğol istilasıyla Maverâünnehir ve Horasan’daki gelenek Türklerin hâkimiyetindeki Irak, Suriye ve Anadolu’ya taşınmıştır. İstiladan kaçan ilim adamı ve edebiyatçılar bu bölgelerde geleneklerini sürdürmüşlerdir.
Bugün Taciklerin sahiplendikleri şahsiyetlerin tamamı Selçuklu, Osmanlı ve günümüz Türkiye’sinde de bizim değerimiz olarak kabul görmektedir. İmam Buhari’den İbni Sina’ya, Biruni’den Mevlana’ya kadar Taciklerin aidiyet duydukları isimler Türkler için de büyük bir değere sahiptir. Tacik edebiyatçıların severek okudukları Molla Cami, Feridüddin Attar, Senayi, Ali Şir Nevai gibi şairlerin eserleri bugün Türkler tarafından büyük bir ilgi görmektedir. Bu benzerlikler de göstermektedir ki Türkler ile Tacikler arasındaki tarihî, dinî ve kültürel bağ oldukça yüksek seviyededir.
KANAAT VE SONUÇ
SSCB’nin 1991 yılında dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Orta Asya cumhuriyetlerinden olan Tacikistan gerek bulunduğu hassas jeopolitik konum gerekse de Türkiye ile sahip olduğu ortak tarihî ve kültürel bağlar sebebiyle Türkiye açısından önemli bir yere sahiptir. Bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından kanlı bir iç savaşa sürüklenen ülke, 1997 yılında iç savaşın tarafları arasında imzalanan anlaşmayla istikrara kavuşmuşsa da tam anlamıyla siyasi ve iktisadi bir nizam ve intizama kavuştuğu söylenemez.
Sasaniler ve Samanoğulları dönemlerinden beri Tacikler ile Türklerin yakın bir işbirliği ve dayanışma içerisinde oldukları görülmektedir. Silahlı bürokrasi Türklerin kontrolünde, sivil bürokrasinin ise Taciklerin kontrolünde olduğu sıradışı bir işbirliği ve dayanışma örneği sergilenerek birlikte devletler kurabilmişlerdir. Samanoğulları’nda, Büyük Selçuklularda, Anadolu Selçuklularında silahlı bürokrasi ve ordu Türklerden oluşturulurken, sivil bürokrasinin yazışmalarını farsça yapıyor olması, arşivleri farsça tutuyor olmasının temelinde bu tarihi, stratejik ussal işbirliği ve dayanışma kültürünün olduğu anlaşılıyor. Anadolu’nun tam ortasında Mevlana Celaleddin Rumi tam da bu sebeple eserlerin farsça yazıyordu.
Anadolu Selçukluları sonrasında kurulan beyliklerden birisi olan Germiyanoğulları, kimi tarihçilere göre Anadolu’da Türkmenlerle kürtlerin tarihteki ilk ittifakı şeklinde nitelendiriliyor. Araştırmalarımıza göre 1300’lü yıllarda Anadolu’da kürtler yoktu. Hele hele Batı Anadolu’da olması düşünülemezdi bile. O tarihlerde Anadolu’da bizimle varolabilecek Kürtçeye benzer bir dil konuşan halk ancak Tacikler olabilir. İç ve Batı Anadolu’da tacik dili konuşan ve sebeple yörük Türkmenler tarafından kürt denen birçok kişi, aile ve aşiret bulunmaktadır. Bu sebeple, Kütahya ve havalisi halkının geçmişte germiyan olarak adlandırılmasını esas alarak burasının Tacikistan’ın Germ-Karategin bölgesi halkı ile ilişkilendirilmesi iki ülkenin tarihi bağlarının yeninden canlandırılması ve güçlendirilmesinde bir vasıta olarak kullanılabilir.
“Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar” politikası saptama ve uygulamasında Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Ortadoğu, Balkan ve Kafkas Türklüğü, “Yurtdışı Türk” kabul edilirken, “akraba topluluk” olarak kabul edilecek ilk ulus Taciklerdir. İbni Sina, Harezmî, Ebu Hanife, Mevlana gibi tarihte çok büyük önem ve değerde ortak kişi ve kişilikler çıkaran iki ulusun gelecekte de benzer şekilde ortak değerler çıkarıp insanlığın gelişimine, mutluluk ve barışına katkı sunması iki ulusa tarihin yüklediği kutsal bir misyondur.
KAYNAKÇA
1- Akçalı, P. (2012). Tacikistan: ‘Türk’ olmayan kardeş ülke. A. Aydıngün, Ç. Balım (Ed.). Bağımsızlıklarının Yirminci Yılında Orta Asya Cumhuriyetleri: Türk Dilli Halklar- Türkiye ile İlişkiler içinde (ss. 313-396). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi.
2- Canfield, R. L. (1991). Local knowledge of Islam and social discourse in Afghanistan and Turkistan in the modern period. R. L. Canfield (Ed.). Turko-Persia in historical-perspective içinde (ss. 161-188). Cambridge: Cambridge University Press.
3-Ebü’l-Hasan Sadreddin Alî. (1943), Ahbârü’d-Devleti’s-Selçukiyye (N. Lugal, Çev.). Ankara: Türk Tarih Kurumu.
4-Horák, S. (2010). In search of the history of Tajikistan: What are Tajik and Uzbek historians arguing about? Russian Politics and Law, (48/5), 65-77.
5-Kafkasyalı, M. S., Tacibayev R. (2012). Tacikistan: Kurgusal kuruluştan kurgusal politikalara. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, (XII/1), 239-266.
6-Khalid, A. (2011). Komünizmden sonra İslâm (A. Tekyıldız, Çev.). İstanbul: Sitare Yayınları.
7-Laruelle, M. (2007). The return of the Aryan myth: Tajikistan in search of a secularized national ideology. Nationalities Papers, (35/1), 51-70.
8-Nourzhanov, K., Bleuer, C. (1993). Tajikistan: A political and social history. Canberra: Australian National University.
9-Olimova, S. (2005). Political Islam and conflict in Tajikistan. Sweden: CA & CC Press.
10-Roy, O. (2000). Yeni Orta Asya ya da ulusların imal edilişi (M. Moralı, Çev.). İstanbul: Metis.
11-Türk, F. (2017). Güneşin ayaklarındaki ülke Tacikistan. Ankara: Astana Yayınları.
Comments are closed