Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

Öne Çıkanlar

1930’LAR VE 2020’LER: SAVAŞLARIN EŞİĞİNDE İKİ DÜNYA

Tolga ÇİFÇİ

1929 Büyük Buhranı, 1930’ların siyasi radikalleşmesini doğrudan tetiklemiştir. Yüksek işsizlik, enflasyon, orta sınıfın yok olması gibi faktörler, kitleleri “güçlü ama basit” çözümler sunan liderlere yönlendirmiştir. Çünkü bu tür krizler, sadece ekonomik değil psikolojik olarak da insanları yıkıma götürmektedir. Hitler’in iktidara gelişi, yalnızca bir ideolojik zafer değil, aynı zamanda kitlelerin korkularına karşı bir yanıt olarak ele alınmalıdır.

Benzer şekilde, 2008 küresel finans krizinin ve sonrasında gelen COVID-19 pandemisinin yarattığı ekonomik dalgalanmalar, günümüzde Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Orta Doğu’dan Asya’ya kadar pek çok coğrafyada sosyal çöküşü ve siyasal radikalleşmeyi tetiklemiştir. Göçmen karşıtlığı, etnik kimlik siyaseti ve anti-küreselci refleksler, bu radikalizmin en belirgin tezahürleridir.

1930’larda Yahudiler ve diğer azınlık gruplar, Nazi ideolojisinin “ötekisi” olarak gösterilmiştir. Bu söylem, bir toplumu içeriden konsolide ederken dışlayıcı ve yok edici bir mekanizma inşa etmiştir. Günümüzde ise Suriyeli mülteciler, Afrika’dan Avrupa’ya göç eden kitleler ya da Latin Amerika’dan ABD’ye yönelen göçmenler, benzer bir “tehdit unsuru” olarak sunulmaktadır. Bu süreç, kimlik krizini derinleştirmekte ve politik fay hatlarını daha da keskinleştirmektedir.

Kısaca geçmişten örnek vermek gerekirse;

  • Almanya (1933): Ekonomik ve toplumsal kriz, demokratik kurumlara olan güveni sarsmış, Nazi Partisi’nin iktidara yükselmesine zemin hazırlamıştır.
  • İtalya (1922): Benito Mussolini, düzeni tesis etme vaadiyle iktidara gelmiş, “Roma Yürüyüşü” ile klasik faşizmin ilk örneğini oluşturmuştur.
  • İspanya (1936): Franco, milliyetçilik ve Katolikliğe dayalı otoriter bir rejim kurmuştur.

Günümüzde ise;

  • Macaristan: Viktor Orban’ın “illiberal demokrasi” modeli, Avrupa’da nasyonalizme kayışın ideolojik öncüsü haline gelmiştir.
  • İtalya: Giorgia Meloni, Mussolini sonrası ilk aşırı sağ kökenli başbakan olarak iktidara gelmiş ve göçmen karşıtı politikaları sertleştirmiştir.
  • ABD: Donald Trump, Amerikan demokrasisinin kurumlarına meydan okuyan, “önce biz” (America First) eksenli nasyonalist dalganın temsilcisidir. (Amerikanın öncelenmesi konusu, Monroe Doktrini bağlamında ayrıca incelenmelidir.)

Nasyonalizm: Tarihsel Kökleri, Gelişimi ve Günümüzdeki Rolü

(Bu çalışmada ‘nasyonalizm’ terim; modern devlet egemenliği ve siyasi ideoloji bağlamında; ‘milliyetçilik’ ise kültürel kimlik ve halk aidiyeti bağlamında kullanılmıştır.)

Nasyonalizm, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren modern devletin temel ideolojik sütunlarından biri olarak yükselmiştir. Fransız Devrimi’nin ardından Avrupa’da yayılan ulus egemenliği fikri, çok uluslu imparatorlukların çözülmesinde etkin rol oynamış; ardından 20. yüzyılda hem bağımsızlık mücadelelerini hem de totaliter rejimlerin yükselişini şekillendirmiştir.

1930’lar, etnik merkezli, dışlayıcı ve saldırgan nasyonalizm türünün yükselişine sahne olmuştur:

  • Nazi Almanyası’nda Alman kanı ve kültürü kutsanmış, ötekileştirilen gruplar dış düşman ilan edilmiştir.
  • Mussolini’nin faşist İtalyası’nda Roma Mirası yüceltilmiş, İtalya’nın “hak ettiği” imparatorluk hayali canlandırılmıştır.
  • Japonya’da ise Yamato ırkı üzerinden emperyal bir milliyetçilik inşa edilmiştir.

21.yüzyılda ise milliyetçilik daha karmaşık bir yapıya bürünmüş, küreselleşmenin doğurduğu kültürel homojenleşmeye tepki olarak, yerli ve milli vurgusu güçlenmiştir. Bu süreçte:

  • Avrupa’da kültürel milliyetçilik (örneğin Fransa’da laiklik üzerinden) yeniden yükselmektedir.
  • Hindistan’da etnik ve dini milliyetçilik, BJP’nin iktidarında kurumsallaşmıştır.
  • Türkiye’de ise Türk milliyetçiliği, hem devlet katında hem toplumsal tabanda farklı tonlarda yeniden tanımlanmaktadır.

Göç, ekonomik kriz, pandemi sonrası güvensizlik gibi etkenler; milliyetçiliği, hem koruyucu bir kalkan hem de araçsallaştırılan bir siyasal dil haline getirmiştir.

Modern milliyetçilik, artık yalnızca sınırları çizmekle yetinmiyor. Aynı zamanda, dijital medyada algı inşa ediyor, kimi zaman ulusal egemenliği, uluslararası kurumlara karşı bir kalkan gibi kullanıyor, bireyde ise sanal bir güvenlik duygusu yaratarak popülizmi meşrulaştırıyor.

Eğer bu milliyetçilikler çoğulculukla dengelenmezse, 1930’larda olduğu gibi baskı, dışlayıcılık ve savaşın zeminini hazırlayabilir.

Milliyetçilik, kriz dönemlerinde halkın sığınacağı bir kimlik limanı olarak yeniden yükseliyor. Ancak tarih bize şunu gösteriyor: Milliyetçilik sağlıklı sınırlarla tanımlanmazsa, ulusları birleştirmek yerine dünyayı bölebilir.

Tarihsel Köklerden Yola Çıkmak ve Geleceğin Simülasyonu

Tarihi yalnızca geçmişin tekrarı olarak görmek, indirgemeci bir bakış açısıdır. Asıl mesele, tarihin sunduğu örüntüleri tanımak ve onlardan ders çıkarabilmektir. Eğer neler olabileceği konusunda düşünsel bir simülasyon yapmak gerekirse;

  • Yeni Soğuk Savaş: ABD-Çin ekseninde teknolojik, ticari ve jeopolitik rekabetin sertleşmesi, yeni bloklaşmaları doğurabilir.
  • Bölgesel Savaşlar: Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaşın ardından Tayvan, İran-İsrail hattı ve Doğu Akdeniz gibi bölgeler yeni çatışma alanlarına dönüşebilir.
  • Kurumsal Erozyon: BM, NATO, AB gibi yapılar meşruiyet krizine girdiğinde, yerel aktörler kendi güvenlik düzenlerini inşa etmeye yönelebilir. Bu da yeni ittifakları muhakkak doğuracaktır.
  • Yeni Otoriter Dalga: Toplumlar, dijital gözetim, dezenformasyon ve kutuplaşma aracılığıyla, siyaset bilimci Colin Crouch’un 2004 yılında ortaya koyduğu kavramsallaştırmayla ifade edilen bir “post-demokrasi” evresine sessizce sürüklenebilir. Tarih, birebir tekrar etmese de, insanın temel yönelimleri sabit kaldığı sürece belirli desenleri yeniden üretir. 1930’lar ile 2020’ler arasındaki benzerlikler, sadece rastlantısal değil; insanın kriz karşısında verdiği kolektif tepkilerin doğal sonucudur. Ancak geçmişin tekerrür etmesi kaçınılmaz değildir. Tarihi anlayan toplumlar, onun sunduğu tecrübeyi bilinçle değerlendirerek farklı yollar inşa edebilir. Bugün yaşanan gelişmeleri anlamak için geçmişi okumak; ama geleceği yönlendirmek için tarih karşısında sorumluluk almak gerekir.

.

Tolga ÇİFÇİ
Yazarla ilgili içerikler için tıklayınız

Comments are closed

Benzer Gönderiler


Warning: Undefined variable $logoUrl in /home2/sahipkiranorg/public_html/wp-content/plugins/iyzico-woocommerce/includes/Common/Helpers/BuyerProtection.php on line 79