1991 yılında Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasıyla başlayan süreç Rusya’nın aynı yüzyıl içinde yaşadığı ikinci büyük yıkımdır. Ekonominin güçsüz olmasının yanında bu büyük çaplı yıkımların Rus halkını bir kimlik boşluğuna sürüklemesi de kaçınılmaz olmuştur. İçte yaşanan terör olayları, toplumsal bölünmeler ve ekonomik sorunlar güçlü bir lidere ve iyi bir yönetime olan ihtiyacı da ortaya koymuştur. Tüm bu sorunların farkında olan ve halk tabanındaki desteğini de yitiren devlet başkanı Boris Yeltsin görev süresinin bitimine 3 ay kala istifa ederek yerine Vladimir Putin geçmiştir. Böylece Rusya’da Putin dönemi başlamıştır.
Bu çalışmada Putin’in iktidarı süresince iç ve dış politikada yaşanan gelişmeler, AB, NATO, İslam Konferansı Örgütü gibi uluslararası kuruluşlarla olan ilişkiler, Putin’in halkın her kesiminden aldığı büyük destek ve bu desteği etkileyen unsurlar, askeri ve ekonomik alanda yaşanan gelişmeler ve değişmeler incelenmiştir. Bunlara ek olarak Rusya uzmanı Sabir Askeroğlu ile yapılan mülakata yer verilmiş ve çalışma Rusya’nın gelecek iç ve dış politika tahminleri ile son bulmuştur. (Çalışmanın PDF haline buradan ulaşılabilir)
Giriş
20. yy Rusya için büyük siyasal ve toplumsal değişimlere sahne olmuş, 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte çarlık rejimi yıkılmış yerine sosyalist bir cumhuriyet olan SSCB kurulmuştur. Kapalı ekonomiye geçilmiş ve kaynaklar büyük oranda ağır sanayi ve savunma teknolojisine ayrılmıştır. Kapalı bir ekonomik sistemde sanayileşme çabaları zor bir süreç ve fazla çabalar gerektirmiş ve birliği oluşturan cumhuriyetler sürekli bir darboğazın içinde yaşamıştır.
Sovyetler Birliği içinde bulunan Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalist yönetim, içten gelen bir taleple değil dış baskılarla kurulmuştu. 1953’te Stalin’in ölümüyle birlikte baskıcı rejimden az da olsa kurtulmuş olan Doğu Avrupa ülkelerinde SSCB’den görece bağımsız Komünist Partiler başa geçmiş ve ayrılma istekleri gün yüzüne çıkmıştır.
1980’lerin ortalarına gelindiğinde Sovyet yöneticileri, ekonomik ve bilimsel alanda ülkenin geri kalmış olmasının nedenini otoriter yönetim ve girişimciliğe izin vermeyen bir ekonomik sistem olduğunu görmüşler ve böylece Doğu Avrupa’ya daha hoşgörüyle yaklaşmışlardır. 1985’te devlet başkanı olarak seçilen Mihail Gorbaçov, bürokratik ve otoriter bir yönetimi reddederek görevi sürecince Batı ile ilişkilerini oldukça iyi tutmuştur. Ülkede giriştiği perestroika (yeniden yapılandırma) ve glasnost (şeffaflık/ kamuyu aydınlatma) hareketleri dağılmaya giden süreci hızlandırmıştır. Gorbaçov kendi yönetimi döneminde Doğu Avrupa ülkelerine kendi hükümetlerini kurma hakkı vermiş böylece birçok ülke kendi hükümetini kurmuştur. Gorbaçov, Sovyetler’in dağılmasını önlemek amacıyla Sovyetler Birliği’ndeki tüm ülkelere yenilenmiş birlik çağrısında bulunmuştur. Fakat 15 Cumhuriyet’ten bazıları bu çağrıya sıcak bakmamıştır. 1991 yılına gelindiğinde Gorbaçov’un reformlarının dağılmayı hızlandırdığı iddiasıyla Komünist Parti üyeleri, 19 Ağustos’ta Gorbaçov’a darbe girişiminde bulunmak istemişler fakat bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Halkın oluşturduğu geniş kitleler, . Haziran 1991’de Rusya Federasyonu Başkanlığına seçilen Boris Yeltsin’in teşvik ve konuşmalarıyla tepkilerini göstermişler ve bu tepkiler karşısında Sıkı Yönetim Kongresi’ne geri adım attırmışlardır. Bu geri adım, Gorbaçov’a başkanlığı geri getirmesine rağmen Yenilenmiş Birlik Anlaşmasının imzalanamamasına neden olmuştur. 1991’in Aralık ayında Rusya Federasyonu da dâhil 11 devlet Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurmuştur. Bu gelişmeler üzerine Gorbaçov 25 Aralık’ta istifa ettiğini açıklamış ve 31 Aralık 1991’de SSCB resmen son bulmuştur. Yeltsin SSCB’den sonraki geçiş devri denilen sürede, Rusya’da demokrasi ve piyasa ekonomisinin benimsenmesi için çalıştı; fakat bu çabaları sonuç vermedi. Yaptığı tüm ekonomik yatırımlar, son ekonomik kriz nedeniyle 100 milyar dolarlık yabancı sermayenin elden kaçması ile sonuçsuz kalmıştı.[1] Ülke içinde ve dünya kamuoyunda desteğini kaybeden Yeltsin, 31 Aralık 1999 tarihinde halkın yeni yılını kutlamak için çıktığı TV programında istifa ederek yerini Putin’e devrettiğini açıklamıştır. Böylece yeni yüzyıla girerken Rusya’da Putin dönemi başlamıştır.
I-) Putin’in Hızlı Yükselişi ve İç Politikada Yaşanan Gelişmeler
Putin’in Yeltsin’in istifasından önce 3 ay başbakanlık yapmış olsa dahi halk ve dünya kamuoyu tarafından çok iyi tanındığı söylenemezdi. Fakat Mart ayındaki seçimlere kadar vekâleten aldığı devlet başkanlığı görevi süresince tanınmaya başlanması ve yaptığı icraatlar, halkın büyük çoğunluğunun desteğini almasını sağlamıştır. “Halkın gözünde ‘saygın bir kurum’ olan KGB’deki albaylık geçmişi, judodan karateye ‘savaş sanatlarındaki’ yeteneği, yürütmekte dahi güçlük çeken liderlere alışık bir ulusun son yüzyıldaki en genç lideri olması, Putin’in ‘mutlak yükselişine’ katkıda bulunan diğer etkenler”[2] olmuştur.
Putin, “SSCB’nin yıkılmasından bu yana toplumu etkisi altına alan ve rahatsız eden “ulusal aşağılık kompleksi” ile mücadeleye girişmiş, yeniden “Büyük Rusya”dan söz etmiştir. Bütün bunlar, toplumda önemli yankı yarattı. Ayrıca Yeltsin döneminde durmadan iç siyasi oyunlar ve kavgalardan bıkmış olan halk, Putin’de “birleştirici bir lider” özelliğini gördü.”[3] Kararlı, sakin, çalışkan olmasının yanında Sovyetler’in dağılışından bu yana Rusya’yı meşgul eden “Çeçenistan’daki çatışmalar, cumhurbaşkanlığı seçimleri için Putin’e çok uygun bir zemin hazırladı. Putin’in popülaritesinin artmasında, onun tavizsiz, cesur, kritik zamanlarda inisiyatif almaktan çekinmeyen bir politikacı olduğu imajı da etkili oldu.”[4] Zira 90’ların ortasından bu yana süre gelen Çeçenistan’ın ayrılıkçı söylemleri, Rusya’nın gündemini hep meşgul etmiş ve mali anlamda ciddi yüklerle karşı karşıya bırakmıştır. Kısa dönem süren başbakanlık ve ardından devlet başkanlığı döneminde Putin, Çeçenistan sorunu için sert önlemler almıştır. Göreve başlamasından itibaren kısa zamanda bölgeyi ele geçirmesine rağmen kontrolü bir türlü sağlayamamıştır. Gürcistan’la da Çeçen direnişçileri topraklarında barındırdığı ve yardım ettiği iddiasıyla karşı karşıya gelen Rusya, Gürcistan sınırları içindeki Çeçen direnişçilerin kullandığı vadileri bombalamak istemişse de Amerika bunun olmasını engellemiş ve Gürcistan ordusunu eğiterek Çeçenlerle mücadelede kullanmışlardır. Bu girişim, Çeçenlerin uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Putin’in bu tutumu halktan aldığı desteğin artmasını sağlamıştır. Öyle ki halkın %75’i Putin’in Çeçenistan politikasına destek verdiğini belirtmiştir. Bu büyük desteğin arkasında yatan diğer etken, ayrılıkçı değil kucaklayıcı bir tavır sergileyerek hem İmparatorluk hem Sovyet geçmişine ait sembolleri kullanması olmuştur. Ekonominin hükümetler üzerindeki etkisi bilinen bir gerçektir. Putin’in Rusya’nın en büyük sorunlarından biri olan ekonomik sorunlara yönelik çalışmalarının onun bu yükselişine etkisi fazladır. Halkın desteğini kazanan Putin, 26 Mart 2000 seçimlerini %52’lik oy oranıyla kazandı. Artık demokratik yollarla seçilmiş bir devlet başkanıydı ve önünde çözüm bekleyen bir sürü sorun vardı.
“Rusya son yüzyılda iki kez dağılma sürecinden geçti. Bunlardan ilki Çarlık Rusya’sının yıkılışı, ikincisi de SSCB’nin çöküşü olmuştur. Bu parçalanmaların sebebi etnik ya da azınlık çatışmalarından çok, merkezi otoritenin zayıflaması oldu.”[5] Böyle bir ortamda devlet başkanı olan Putin, merkezi otoriteyi gerek ülkenin idari yapısı gerek siyasi yapısında yaptığı değişikliklerle sağlamlaştırmıştır. İdari yapıyı yeniden yapılandıran Putin, “seçim ile göreve gelmesinin ikinci yılında özerk cumhuriyetlere bahşedilen ayrıcalıklara son verdi. Bu şekilde cumhuriyetler Moskova’nın sıkı kontrolü altına alınmış oldular.”[6] Yaptığı düzenlemelerle valilerin seçimle değil de atamayla iş başına gelmesini sağlamıştır. Sadece idari alanda değil siyasi alanda da gücü tek elde toplamak isteyen Putin, kendisine karşı çıkan Oligarklara[7] karşı savaş açmıştır. Zira Oligarklar özellikle 90’lı yılların ortalarından itibaren Yeltsin dönemi ile altın çağlarını yaşamışlar, zenginliklerini arttırmışlar ve Kremlin ile hükümet politikaları arasında hep belirleyici bir konumda olmuşlardır. Fakat iktidarı paylaşmak istemeyen Putin, Oligarkların politik güçlerini aldıkları medya patronlarının da üzerine gitmiştir. Daha görevdeki ilk aylarında, Vladimir Gusinsky zimmetine para geçirmekten dolayı tutuklanmıştır. Daha sonra Gusinsky, televizyon ağını ve büyük doğalgaz şirketi Gazprom’a devrederek ülkeyi terk etmiştir. Aynı dönemlerde ülkeyi terk edenlerin arasına milyarder işadamı Berezovsky de eklenecekti. Daha sonra Putin Kremlin’de Oligarklar ile yaptığı toplantıda onlardan vergi borçlarını ödemelerini ve siyasi alana karışmayarak ekonomik alandaki yerlerine dönmelerini istemiştir. Putin, Oligarkları da saf dışı bırakarak merkezi daha da sağlamlaştırmıştır. Bu uygulamaları Putin’i iç basın ve dünya basınında “antidemokratik” söylemleriyle karşı karşıya getirmiştir. Fakat ülke çıkarlarını, demokrasiden daha üstte gören Putin geri adım atmamıştır. Böylelikle daha görevinin ilk aylarında böyle büyük bir işe kalkışmasıyla diğer Rus yöneticilerden daha farklı bir yönetim sergileyeceğini ispatlamıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Rusya kapalı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yapmış, mülkiyet haklarını yeniden düzenlemiş, birçok kamu kuruluşu özelleştirilmiştir. Sosyalist ekonomiden serbest piyasa ekonomisine sert geçiş ekonominin küresel çapta güçlü ekonomiler karşısında oldukça kırılgan bir yapısının olmasına neden olmuştur. Zira Rusya’da Sovyetler Birliği döneminde bir “burjuva” sınıfından bahsetmek mümkün olmamıştır. 90’lı yılların ortalarında oldukça artan özelleştirmeler zengin bir sınıf ortaya çıkarmıştır fakat bu zenginlik halka yansımamış ve halk ekonomik darboğaz içinde yaşamıştır. Vladimir Putin, göreve geldiği süre itibariyle ekonomik ve mali alanda da değişiklikler yapmıştır. Başlangıç olarak vatandaşlardan alınan vergilerde %13’lük indirim yapmış ve karmaşık vergi sistemini düzene oturtmuştur. Maaşların düzenli ödenmesini sağlamış ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren Rusya ilk kez bütçe fazlası vermiş ve dış borçlarını ödemeye başlamıştır. Ekonominin iyiye gitmesi ve halkın refahının artması Putin’e verilen desteğin artmasını sağlamıştır.
Devlet başkanlığı görevindeki ilk döneminde Putin iç ve dış politikadaki başarılı uygulamalarıyla ve Rus halkının özlemini çektiği güçlü lider portresiyle halkın büyük çoğunluğunun desteğini kazanmıştır. Öyle ki Rus halkı ona “Yeni Çar” yakıştırması yapmıştır. Bu güçlü desteği arkasında hisseden Putin, 2004 Mart ayı devlet başkanlığı seçimlerinde aday olarak çıkmış ve oyların %71.2’sini alarak ikinci kez devlet başkanlığı görevini üstlenmiştir.
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Rusya ekonomik, siyasal ve toplumsal alanda bir dönüşüm içerisine girmiştir. Kapalı bir toplum olmaktan çıkarak özellikle de Batı’nın uygulamalarına açık hale gelmiştir. Geçirilen değişim sürecinde ABD, Rusya’ya öncülük etmiştir fakat bu öncülüğün pek de “iyi niyet”lerle yapıldığı söylenemezdi. Zira IMF’nin çözüm önerileri olarak sunduğu politikalar bir iyileşme sağlamıyordu. Kültürel ve düşünsel alanda dayatılan Amerikan egemenliği, ulusal kimliğin parçalanmasına kadar dayandı.[8] Öyle ki Batı ve Soros[9] tarafından finanse edilen yüzlerce STK, vakıf kurulmuştu. Çevre ülkelerde yaşanan devrimlerde STK’ların oynadığı güçlü rolü gören Putin, Bbatılı servisler tarafından desteklenen bazı demokrasi örgütlerini kapatmak için yeni bir takım düzenlemeler yapmıştır. Yeni çıkartılan kanunla birlikte STK’ların yabancı vakıflardan para alması imkânsız hale gelmiş böylece çoğu STK kapanmak zorunda kalmıştır.
Putin, çevre ülkelerde yaşanan “Renkli Devrim” tehlikesinin Rusya’ya sirayet etmesini önlemek ve sokakların muhalefetin egemenliğine girmesini engelleyecek bir gençlik örgütü olarak Nashi örgütünü kurdu.[10] Bu kamplarda gençler eğitiliyor, olası darbelere karşı savunma yöntemleri öğretiliyor, milliyetçiliği destekleyecek açıklamalar yapılıyordu. Putin böylece kendini ve uyguladığı politikaları destekleyen bir gençlik örgütü oluşturmuştu.
Putin’in merkezileşme adına yaptığı uygulamalar, demokratik olmadığı için eleştirilmiştir. Oligarklara yönelik uygulamaları, özel radyo ve televizyonları devlete bağlaması, dergileri kapattırması, STK’lara yönelik yaptırımları, toplumu militarize etmesi, seçim yasasını değiştirerek kendisine ve partisini tartışılmaz bir üstünlük sağlaması bu eleştirilerin daha da artmasına neden olmuştur. Putin’in başkanlıktaki ikinci dönemi Independent Task Force Raporu’nda şöyle değerlendirilmiştir: Putin’in ikinci döneminde Rusya toplumunun ve ekonomisinin daha modern olduğu görülüyor. Buna karşılık gücün yeniden merkezileşmesi ve çoğulculuğun azalması Başkan Putin’in öncülük ettiği siyasal gelişmelerin oldukça olumsuz sonuçlarıdır.[11] Denilebilir ki Vladimir Putin, Rusya’yı daha güçlü fakat daha az demokratik bir duruma getirmiştir.
2008 yılına gelindiğinde Putin artık devlet başkanlığı görevinde ikinci dönemini doldurmuştu. Rus anayasasına göreyse bir kişi, en fazla iki defa devlet başkanlığı görevini yürütebiliyordu. Yapılan başkanlık seçimlerinde Putin’in desteklediği ve bir dönem ülkenin en büyük doğalgaz şirketlerinden Gazprom’u yönetmiş olan Dimitri Medvedev, oyların %70’ini alarak devlet başkanı seçilmiş, Putin ise iki ay sonra başbakanlık koltuğuna oturmuştur.
Medvedev her ne kadar Putin’in politikalarını devam ettireceğini söylese de gerçek bundan biraz daha farklı olmuş ve ana çizgi aynı olsa da Medvedev, Putin’in aksine demokratikleşmeyi, eşit adaleti ve şeffaflığı sağlayacak uygulamalara imza atmıştır. Medvedev, görevinin ilk iki yılında Kremlin’deki birçok bürokratı görevden almış ve adaleti eşit hale getirmek ve adil yargılama için hukuk sisteminde oldukça büyük bir reform yapmıştır. Putin’in ilk devlet başkanlığı döneminde yolsuzluk iddialarıyla tutuklanan Hodorkovsky’nin yargılanması devam ediyordu ve Medvedev bu yargılamanın siyasi etkilerden uzak olması için çaba göstermiştir fakat mahkeme kararının açıklaması ertelenmiş ve Putin bir TV programında yaptığı açıklamalarla Hodorkovsky’nin serbest bırakılmaması gerektiğini söylemiştir. Daha sonra mahkeme, Hodorkovsky’nin tutuklanmasına karar vermiştir. Bu vaka, Putin’in Rus siyasetindeki güçlü etkisini ve otoriterliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Ekonomik alanda Medvedev, sadece petrol ve doğalgaz gibi ürünlere bağlı kalınmadan teknolojik ürünler üretilmesi gerektiğini söylemiştir. 2009 yılında Amerika’da Silikon Vadisi’ni ziyaret etmiş ve Rusya’ya geri döndüğünde Skolkovo’da bir Rus Silikon Vadisi inşası başlatmıştır. Medvedev’in bu alanda da Putin’den farklı hareket ettiği söylenebilir.
2008 yılında tüm dünyayı etkileyen mali kriz, Rusya’yı da etkilemiştir. Putin döneminde ekonomi oldukça iyi bir hal almıştır çünkü Rus ekonomisinin bağlı olduğu petrol gelirleri ekonominin iyi yönde seyretmesini sağlamıştır. Fakat 2008 kriziyle petrol fiyatları düşmüş ve Rus ekonomisi bundan büyük oranda zarar görmüştür. Putin’in devlet başkanlığı döneminde petrol fiyatlarının yüksek seyretmesi ve ekonominin iyi düzeyde olması, yapılan büyük hataların görülmemesine sebep olmuştur. “Düşük emek verimliliği, yetersiz altyapı, enerji kullanımında verimsizlik, yüksek kaynak bağımlılığı ve artan kamu harcamalarının, Rusya ekonomisinde global kriz öncesinde bazı sektörlerde daralmaya sebep olduğu anlaşılmıştır.”[12] Fakat 2009 yılının ortalarına gelindiğinde krizin etkileri tüm dünyada olduğu gibi Rusya’da da silinmeye başlamıştır.
Putin, başbakanlığı süresince her ne kadar iç ilişkililere ilgisini arttırmış olsa da dış ilişkilere devlet başkanlığı döneminden daha uzak kalmıştır.
Putin’in Mart 2012 seçimlerinde devlet başkanlığına tekrar aday olması, Medvedev’in zaman içinde kendi çalışma takımını kuracağı ve yönetimi eline alacağı, 2012 seçimlerinde de Putin’in rakibi olacağı düşüncesine[13] sahip olanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Putin %63,6 oranında oy alarak seçimi kazanmış ve 3. kez Rusya devlet başkanı olmuştur. Putin, Medvedev döneminde yapılan anayasa değişikliği ile iki kez üst üste 6’şar yıl daha devlet başkanlığı yapma hakkına sahip olmuştur.
Rus halkı, uyguladığı politikalarla siyasi istikrar ve ekonomik refah sağlayan ve “Büyük Rusya”yı tekrar dile getiren Putin’i demokratik olmayan uygulamalarına rağmen desteklemiştir. Fakat Putin’in “Kremlin’den ayrıldığı 2008 yılından bu yana sadece dünya değil, Rusya ve Rus halkı da çok değişmişti. Güçlenen orta sınıfın gündeminde artık daha fazla demokrasi ve Batılı ülkelerde olduğu gibi modern, çağdaş bir ülkede yaşamak vardı.”[14] Lüks ürünleri alma zevkine alışmış şehirli orta sınıf, siyaset gibi hayatın diğer alanlarında da niteliksel değişimlerin arayışında olmaya başlamıştır.[15] “Democracy and Quality of Government” makalesinde Putin, toplumun 2000’li yıllardan itibaren radikal değişimler geçirdiğine ve birçok kişinin daha müreffeh, daha eğitimli ve böylece daha eleştirel hale geldiğine değinmiş, demokrasinin geliştirilmesi yönünde uygulamalara dikkat çekmiş ve sivil toplumun daha olgun, aktif, sorumluluk sahibi olduğunu söylemiştir. Makalede ayrıca yolsuzluklarla mücadele, “demokrasi okulu” olarak nitelendirdiği yerel yönetimlerin iyileştirilmesi, yargı sisteminin geliştirilmesi, yönetimin şeffaflaştırılması gibi politikalara, yapılması gerekenler olarak yer vermiştir. “Başkanlığının ilk günlerinden itibaren ülkede siyasi alanda yapılan reformlara hız verilerek, bölge valilerinin doğrudan halk tarafından seçimine başlanmıştır.”[16] Ayrıca sosyal alanda da değişimler yapılmasından bahseden Putin, sağlık, eğitim gibi pek çok alanda etkinliğin ve verimliliğin arttırılması için uğraşmıştır. Nüfus politikasına eğilmiş ve nüfusun arttırılması için çeşitli teşvikler yapılmıştır.
Putin, daha başkanlık koltuğuna oturmadan önce savunma harcamalarının arttırılması ve ordu modernizasyonu açıklamalarında bulunmuştur. Böylelikle Putin, “uluslararası alanda ‘güçlü ordu, güçlü Rusya’ tablosu görmek istemektedir.”[17] Bölgesinde daha güçlü olabilmek adına giriştiği harekâtlar ve Kırım’ın Rusya’ya katılması, Rusya’nın Batı’nın ekonomik yaptırımlarıyla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Avrupa ülkelerinin kendi ekonomilerini de etkilemesine rağmen uyguladıkları bu yaptırımlar ve petrol fiyatlarındaki aşırı düşüş, Rus ekonomisini kötü yönde etkilemiştir. Lakin yaşanılan ekonomik sorunların savunma alanına yapılan yatırımlar engellemeyeceği vurgulanmıştır.
II-) Dış Politikadaki Gelişmeler
Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Doğu Bloğunun çökmesiyle birlikte “çift kutuplu dünya”dan Amerika’nın egemen olduğu “tek kutuplu dünya” düzenine geçilmiştir. Fakat Putin, “tek kutuplu” düzen yerine “çok kutuplu” bir sistemi savunmuş ve bu düşüncesini 47. Münih Güvenlik Konferansı’nda şu sözlerle dile getirmiştir: “Günümüz dünyasında, tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olmasının yanı sıra, aynı zamanda imkânsız olduğu kanaatindeyim.”[18] Açıktır ki Rusya, Putin’le birlikte tekrar dünyadaki “süper güç” konumuna dönmek istemiştir. Göreve başladığı süreç içerisinde Putin; ABD, AB ve NATO ile ilişkilerini iyi tutmuştur. Hatta bir dönem Rusya’nın NATO’ya üyeliği dahi söz konusu olmuştur. Rusya’nın ABD ile ilişkilerini 11 Eylül saldırısı öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmak mümkündür. Zira 11 Eylül saldırılarıyla birlikte global ölçekte terörizm ana konu haline gelmiş ve mücadele edilmesi gerek temel sorun olmuştur. Rusya ile ABD, bu noktada işbirliği içinde olmuşlardır. Amerika Afganistan’daki El-Kaide kamplarına saldırı için Özbekistan ve Kırgızistan’a üst kurmak için Rusya’nın desteğini almıştır. Daha sonra nükleer silahlarına azaltılmasına dair karşılıklı bir anlaşma imzalamışlardır. Böylece Rusya-ABD ilişkilerinde yeni bir dönem açılmış oldu. 11 Eylül saldırıları sonrası ABD ile gelişen ikili ilişkilerden karlı çıkan Rusya olmuştur. Zira Çeçenistan’da yürüttüğü askeri operasyonların terörist faaliyetlere yönelik olduğu izlenimi verilerek eleştirilerden kurtulmayı hedeflemiştir. Fakat bu iyi ilişkiler, Rusya’nın “pragmatist” dış politika anlayışını etkilememiş ve Rusya yeri geldiğinde ABD’nin karşısında yer almıştır. Amerika’nın Irak’a müdahalesini BM genel konseyinde Rusya ve Fransa birleşerek veto etmişlerdir. Bu, Rusya’nın lehine olmuştur zira petrol fiyatları yükselmiştir ve Rusya bu durumda kazanan taraf olmuştur. Denilebilir ki Rusya, kendi çıkarları doğrultusunda romantik bir tavırdan azade bir şekilde hareket etmiştir.
Batı ile ilgili tüm bu gelişmelere rağmen “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) içerisinde en büyük güç unsuru olan Rusya, bu yapının 1991’den itibaren dağılmasıyla birlikte, yarım yüzyıllık bir dönem boyunca Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile paylaşmakta olduğu ‘süper güç’ sıfatını da kaybetti. Fakat Rusya, hiçbir zaman geçmişteki imparatorluk günleri ve Sovyet döneminde sahip olduğu ayrıcalıklardan, kontrol ettiği geniş sınırlar ve etki alanından vazgeçmedi.”[19] Bunun en belirgin örneği de Gürcistan, Kırgızistan ve Kazakistan’daki askeri üslerdir.[20] Eski Sovyetler Birliği sınırları içindeki ülkeleri Batı’nın her türlü siyasi, askeri ve hatta ekonomik etkisinden uzak tutmak istemiştir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetlerin stratejik konumu dolayısıyla hem ABD hem de Avrupa, bu ülkeler ile yakın ilişkiler kurmuş ve Stratejik İşbirliği Antlaşmaları imzalamıştır. “NATO’nun, Rus emperyalizminin eski hegemonya alanı olan Varşova Paktı ülkelerini de içine alan bir tarzda genişleme sürecine girmesi, son birkaç yıldır toparlanma ve yeniden hegemonya alanlarını ele geçirme çabasına giren Rusya’yı rahatsız etmiştir.”[21] Örneğin Gürcistan’da 2003 yılında yaşanan Gül Devrimi ile birlikte devlet başkanı Eduard Şevardnadze, yolsuzluk ve seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle halkın yoğun tepkisiyle karşılaşmış ve Mihail Saakaşvili’nin öncülüğünde Şevardnadze’yi istifaya zorlamışlardır. Başkanlığa seçilen Saakaşvili, Batı yanlısı bir tavır sergilemiş ve Gürcistan’ı NATO’ya üye yapmak istediğini açık bir biçimde belirtmiştir. Yine aynı dönemde Letonya, Estonya, Litvanya gibi eski Varşova Paktı’na üye olan “yakın çevre” ülkelerinin NATO’ya üye olmaları Rusya’yı endişelendirmiş ve Batı’yla olan ilişkilerinin gerginleşmesine neden olmuştur.
Sonuç olarak devlet başkanlığı görevini üstlenmesinden itibaren 2004 yılına kadar Putin, dış politikada ülke çıkarları gereği hangi devletler ile nasıl ilişki kurması gerektiğine içinde bulunduğu konjonktüre göre karar vermiştir.[22]
Bu süreçte eski Sovyetler Birliği ülkelerinin NATO ile yakın ilişkiler kurması, Rusya’yı rahatsız etmiştir. Zira bu durum, sınırlarına yakın bölgelerde daha fazla Amerikan gücü demektir. Rusya için oldukça stratejik bir konumda olan Ukrayna da NATO’ya katılmak isteyen ülkeler arasındaydı. Ukrayna, Rusya için oldukça önemliydi çünkü doğalgaz Ukrayna üzerinden aktarılıyordu ve Karadeniz’deki Rus gemileri Ukrayna’da demirlenmişti ve ülkede 8 milyon civarında Rus vatandaşı yaşıyordu. Dolayısıyla Ukrayna 2004 yılı cumhurbaşkanlığı seçimleri, Rusya için oldukça önemliydi ve Kremlin’in çıkarlarını koruyacak bir aday kazanmalıydı. Bu aday Victor Yanukoviç olmuştur. Diğer aday ise Batı ile ilişkileri sağlamlaştırmayı düşünen Victor Yuşçenko’ydu. Seçimleri Kremlin’in adayı Yanukoviç kazanmıştı fakat Yuşçenko seçimlere hile karıştırıldığını iddia etmiştir. Halkın desteğini arkasına alan Yuşçenko “Turuncu Devrim” ile seçimlerin iptal edilmesini sağlamıştır. Seçimler yenilenmiş ve bu sefer kazanan isim Victor Yuşçenko olmuştur. Bu da Kremlin’in daha temkinli davranması gerektiğini göstermiştir.
Bu yıllarda ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne “füze savunma sistemi” kurmak istemesi, ABD-Rusya ilişkilerinde gerginliğe sebep olmuştur. Amerika her ne kadar bu sistemin İran’a karşı yerleştirildiğini söylese de Rusya bunu kendine karşı bir tehdit olarak algılamıştır. Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’a müdahalesi ilişkileri daha da germiştir. Gürcistan, NATO’ya katılmak için toprak sorunlarını halletmek istiyordu. Acaristan’a karşı müdahalesi başarıyla sonuçlanmış ve bölgeyi kontrol altına almıştı. Diğer bölgelere de aynı müdahalede bulunmak istemiş ancak Gürcistan’ın NATO’ya girmesini istemeyen Rusya, bunu engellemek istemişti. Böylece Osetya’da bulunan Rus Barış Güçleri’nin de öldürüldüğü gerekçesiyle Gürcistan’a karşı müdahalede bulunmuştur. Müdahale bittiğinde Güney Osetya ve Abhazya bağımsızlığını ilan etmiş, Rusya Federasyonu da bunu resmi olarak tanımıştır.
Rusya bu dönemde yönünü doğuya çevirerek, İran’ın çabalarıyla İslam Konferansı Örgütü’ne gözlemci ülke statüsünde katılmıştır.[23] Böylece Rusya, Müslümanlar arasında artmaya başlayan Amerika karşıtlığından faydalanmak istemektedir.[24]
2008 yılında başkanlık koltuğuna oturan Medvedev, ılımlı bir dış politika yürütmeyi tercih etmiştir. Bu dönemde ABD ile ilişkiler geliştirilmiştir. Medvedev devlet başkanı seçildikten kısa süre sonra ABD’de başkanlığı Obama kazanmıştır. Medvedev, ABD ile ilişkilerini iyi tutmak istemiş ve Obama da Rusya ile yeni bir başlangıç yapmak istemiştir.
Bu süreçte ABD yönetiminin nükleer silahları azaltması tekrar gündeme gelmiştir fakat Rusya ilk başta olumlu yanıt vermemiş, anlaşmanın imzalanabilmesi için Amerika’nın Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kuracağı füze savunma sisteminden vazgeçmesini istemiştir. ABD ise Rusya’dan İran’a yaptığı silah ihracatından vazgeçmesini istemiştir. Başlangıçta buna olumlu bakmayan Rusya, İran’ın nükleer silah üretmek için tesis kurduğu BM genel konseyinde ispat edilince ihracattan vazgeçmiştir. Böylece ABD ve Rusya, 2010 yılında Prag’da “nükleer silahların azaltılmasına” yönelik anlaşma imzalamışlar ve ABD, kurmayı düşündüğü “füze savunma sistemini” rafa kaldırmıştır. Ayrıca, NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’ı da içine alacak şekilde genişleme politikası da, bu bağlamda ertelenmiştir.[25]
Rusya, uzun zamandır üye olmak için beklediği Dünya Ticaret Örgütü’ne bu dönemde üye olmuştur. Bu da Rusya’nın daha fazla yabancı yatırımı çekmesini sağlamıştır.
Putin, 2012 yılında üçüncü kez başkanlık koltuğuna oturduğunda, Ortadoğu’da Arap Baharı yaşanıyordu. Sovyetler Birliği zamanında Rusya, Ortadoğu’da etkin bir rol oynamıştı. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise bölgedeki etkinliğini kaybetmiş, fakat 2000’li yıllardan itibaren Vladimir Putin iktidarıyla birlikte tekrar eski aktif rolüne dönmüştü. Rusya’nın Ortadoğu politikasındaki hedefi: büyük güç olabilmek adına Amerika’nın bölgedeki hâkimiyetinin azaltılması, bir taraftan Ortadoğu devletlerine silah satışı ve ucuz Ortadoğu petrol rezervlerine yatırım yaparak yeni ortaklıklar oluşturulmasıdır. Bu dönemde Rusya, Irak ile olan ilişkilerini tekrar canlandırmış ve Irak’la büyük çaplı silah anlaşması imzalamıştır. Suriye’de yaşanan iç karışıklıklarda, bölgede istikrarsız bir Suriye istemedikleri için, Irak’la birlikte Beşar Esad’a destek vermiştir. Lakin Esad sonrası dönemde bölgedeki rolünü kaybetmeyi istemediği için muhalif gruplarla da ilişkisini kesmemiştir. Rusya, Suriye politikasında Çin’in çok büyük desteğini almıştır. İlişkileri oldukça ilerleyen Rusya ve Çin, ABD karşısında ortak hareket etmişlerdir. Ekonomik işbirlikleri, stratejik ortaklıklar oluşturmuşlar ve ikili ticaret anlaşmaları imzalamışlardır.
Putin’in üçüncü döneminde, Amerika ve AB ile ilişkilerinin iyi olduğu söylenemez. Ukrayna krizi ve 16 Mart 2014’te Kırım’ın Rusya’ya katılması sonucu Amerika ve AB’nin ekonomik yaptırımları, ilişkileri iyice geriletmiştir. Batı karşıtı politikalar izleyen Rusya, yakın çevre ülkeleri ile ilişkilerini ilerletmiş ve 29 Mayıs 2014’te Belarus ve Kazakistan ile birlikte Avrasya Ekonomik Birliği’ni kurmuştur.
2015 yılında Rusya, Suriye’de hava operasyonları düzenlemeye başlamıştır. Hedefinin IŞİD olduğunu söyleyen Rusya, Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın devrilmesini istemiyordu. Bu hava operasyonları, Rusya’nın Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana eski Sovyetler Birliği sınırları dışında düzenlediği ilk askeri operasyon olmuştur. Rusya’nın IŞİD kamplarını değil Esad karşıtı muhalif grupları da vurması, Rusya’yı ABD ile karşı karşıya getirmiştir. Bu dönemde Türkiye ile her ne kadar Ortadoğu politikalarında karşı karşıya gelse dahi, ekonomik ilişkileri oldukça iyi olmuştur. Lakin Rusya’nın hava operasyonlarıyla bölgedeki Türkmenleri vurması ve Esad rejimini desteklemesi, ilişkileri germiştir. 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin, hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağını düşürmesi, ilişkilerin asgariye indirilmesine sebep olmuş ve iki ülke arasında karşılıklı ticari, ekonomik yaptırımlar uygulanmıştır.
2016 yılı Mart ayında sürpriz bir şekilde Rusya, Suriye’den çekilme kararı almıştır. Bu karara gerekçe olarak birkaç sebep sayabiliriz. Öncelikle Rusya, Suriye’yi en kazançlı olduğu zamanda terk etmiştir. Operasyon başarıya ulaşmış, Suriye ordusu Rusya’nın desteğiyle büyük miktarda toprağı geri almıştır. Ayrıca Rusya’nın ekonomik sorunları bölgede daha fazla kalmasını engellemiştir.
Rusya’nın Suriye’den çekilmesi, Amerika ve Türkiye ile olan ilişkilerinde yumuşama sağlayabilir. Amerika’nın uyguladığı yaptırımlar, Rusya’nın ekonomisine zarar vermiştir. Geri çekilme kararı ile Rusya, Amerika’nın uyguladığı yaptırımlardan vazgeçmesini ve ilişkilerin daha ılımlı yürümesini istemiştir.
SONUÇ
Vladimir Putin’in 2000 yılında başkanlık koltuğuna ilk kez oturduğunda Sovyetler Birliği’nden miras kalan kötü bir ekonomi, ülke içinde ayrılıkçı isyanlar ve dış politikada aktif rolünü kaybetmiş bir Rusya vardı. Göreve geldiğinde Putin, ilk olarak merkezi otoriteyi güçlendirecek uygulamalar gerçekleştirmiştir. Ayrılıkçı Çeçen isyanlarının üzerine gidilmiş, Oligarklar ile mücadele edilmiş, medya ve dergiler kontrol altına alınmıştır. Merkezileşme çabaları Putin’i “antidemokratik” olduğu iddialarıyla karşı karşıya getirse dahi merkezileşme hamlelerinden vazgeçmemiştir. Putin döneminde Rus ekonomisinde ciddi gelişmeler yaşanmıştır. Tüm bu gelişmeler ve Rus halkının beklediği “birleştirici lider” olması Putin’in halktan aldığı desteği arttırmıştır. Putin, uluslararası arenada Rusya’nın eski “süper güç” rolüne dönmesi için aktif ve etkili bir dış politika izlemiştir. “Yakın çevre” ülkeleriyle ilişkilerini sıkı tutmuş, bölgesel hâkimiyetini güçlendirmiştir. Bunun yanında Amerika ile ilişkilerini güçlendirecek adımlar atmış, Uzak Doğu ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmiş, Ortadoğu’da tekrar söz sahibi olmak için faaliyetlerde bulunmuştur.
Günümüzde Rusya toplumsal açıdan artık demokratik talepleri olan, daha eğitimli bireylerden oluşmaktadır. Demokratik olmayan uygulamalara karşı tepkiler, Putin’in daha şeffaf bir yönetim izlemesini sağlamıştır. Sovyet sonrası döneme nazaran oldukça iyi durumda olan Rusya ekonomisi, 2008 krizi ile belli bir durgunluğa girse daha toparlanmıştır. Fakat son dönemde Amerika ve AB’nin yaptırımları, ayrıca petrol fiyatlarındaki düşüşler Rus ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir. Fakat bu durumun düzeleceği öngörülmektedir. Siyasi açıdan hala güçlü bir lider olan Putin, kanunlarda yapılan değişikliklerle iktidarını daha da sağlamlaştırmış ve görev süresini uzatmıştır. 2012’de 6 yıllığına 3. kez başkan seçilen Putin, 2018’de tekrar seçilmesi durumunda 2024’e kadar Kremlin’de kalabilir.
Kısaca, Putin ile birlikte Rusya’nın “süper güç” rolüne geri döndüğünü söylemek belki zorlama bir değerlendirme olacaktır fakat Rusya’nın eski günlerine kıyasla dünyada söz sahibi bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz. Artık askeri, ekonomik, siyasi anlamda daha güçlü bir Rusya ile karşı karşıyayız.
MÜLAKAT
1. Yeltsin’in istifa etmesiyle başkanlık koltuğuna oturan Vladimir Putin sadece 3 ay sonra yapılan başkanlık seçimlerinde %52,9 oranında oy almıştır. Putin’in hızlı yükselişini hangi dinamiklerle açıklarsınız?
Bunun birkaç nedeni var. Öncelikli nedenlerden biri Çeçen Savaşı’nın başlatılmasıdır. Dağılma sürecine giren, ya da öyle olduğu hissedilen veya o halde olunduğu konusunda belli bir fikir sahibi olan siyasiler ve Çeçenistan’ın ayrılma sürecinde Çeçenlerin Rusya’nın toplumsal güvenliğini tehdit edebileceği bir durum söz konusudur. Aynı zamanda halkın Çeçenistan militanları olarak adlandırılan kişiler tarafından tehdit edilmesi söz konusuydu Rus toplumunda. Putin’in Çeçenistan Savaşı’nı başlatarak, karizmatik bir şekilde, Çeçenleri “Gerekirse bulduğumuz her yerde öldüreceğiz” şeklindeki açıklaması, hızlı hareket etmesi ve belli bir oranda başarı elde etmesi, ayrıca Rusya’daki tüm medya kuruluşları ve daha önce desteğini aldığı Oligarkların ve diğer partilerin de onun yanında olması, Çeçenistan Savaşı’nın kısa bir sürede bitirilmesi yönündeki fikri ve Putin’in böyle bir adım atması yükselişinde çok önemli etkenler oldu. Bunların yanında da kendisine rakip olabilecek Primakov’un bu kadar radikal kararları her zaman alamaması ve batıyla daha uyuşur şekilde bazı sorunları çözme isteği biraz daha pasif kaldığını gösterdi halka. Ancak Putin daha önce sürekli eleştirildiği gibi Çeçenistan’da insan haklarını ihlal ettiğine dair eleştiriler olsa bile o savaşı yürütmeye devam etti. Aday olan isimlerden en iyilerinden biri olan Primakov %38 oy ile ikinci sırada kaldı. Bunların yanında fazla alternatifin olmaması ve üçüncü sırada olan Komünist Parti’nin halkın beklentilerini karşılayamaması ve Putin’in diğer rakiplerinin arkasında çok fazla destek olmamasının da etkisi oldu.
2. Putin 2012’de 3. Kez devlet başkanı seçildiğinde Rus ekonomisini dünyanın 5. Büyük ekonomisi yapacağının sözünü vermişti. Fakat Batı’nın Kırım’ın ilhakı ile başlayan ekonomik yaptırımları, petrol fiyatlarının düşmesi, müttefiki olan Çin’in ekonomisindeki yavaşlama, savunma ve ordu modernizasyonuna çok kaynak aktarılması ekonomiyi kötü yönde etkilemiştir. Peki, halktan aldığı destek önemli bir ölçüde ekonomide yaptığı iyileştirmelere bağlı olan Putin’i bu durum nasıl etkileyecektir?
Şimdilik Rusya’nın ekonomisinde bazı sorunlar var fakat bunlara rağmen siyasi olarak hala tek karizmatik lider olarak var olan Putin’dir. Genelde Rusya kendini ne kadar batı toplumu olarak görse de doğu toplumu olmaya devam ediyor ve doğu toplumlarında ağırlıklı olarak lider çok önemlidir ve lider gidince yerine başka bir lider olmaması riski de her zaman vardır. Putin, Putin’in çevresi ve Rusya’nın Putin tarafından kontrol edilen medya ve tüm diğer kamuoyu araçları 90’lar örneğini hala halka göstermeye devam ediyor. Kara propaganda açıklamaları, gösterileri devam ediyor. Rus halkının kafasında şuan korkunç karanlık 90’lar var. Belli bir anlamda 90’lar gerçekten var oldu ama şimdi zaman geçmesine rağmen 90’ları hala canı tutmaya çalışan bir propaganda var. “Putin gidip başka biri gelirse ne olur?” krizi var. Lider yok, çünkü Rusya’da hala en karizmatik lider Putin. Bunun yanında dış politikadaki aktiflik ve küresel güçlerden biri olma çabası da Rus Halkı’nın Putin’e desteğini hala devam ettiriyor.
3. 2012 yılına geldiğimizde artık küresel güç olma çabası mı demeliyiz yoksa artık süper güç olarak sahneye geri döndü mü? Zira ekonomisi artık daha iyi, dış politikada etkili bir aktör.
Günümüzde Rus ekonomisi 90’lara göre çok ilerde. Fakat önemli olan sosyal alandaki sosyal hizmetler, halka yapılan sosyal yardımlar, yolsuzluklarla mücadele, Rusya yolsuzluklarda hala en önde gelen ülkelerden biri, Oligarklar ile mücadele ve Rusya’nın siyasal sistemine karşı çıkan Oligarkların ortadan kaldırılması. Bunlarda günümüze kadar 2012’ye kadar gelen süreçte önemli etkenlerdir. Hem ekonomi de önemli bir etken oldu. 2001’den itibaren Batı’yla barışması, Amerika’nın Afganistan’a müdahalesi sırasında Amerika’nın yanında yer alması ve işbirliğini arttırması, o dönem NATO ile Rusya konseyinin güçlendirilmesi, Rusya’nın batıyla işbirliği sürecine girmesi ve bunu hızlı bir şekilde devam ettirmesi de önemli etkenlerdir. Bu sayede Rusya Batı’yla işbirliğini arttırdıktan sonra petrol ve doğalgaz kaynaklarını batıya aktarmaya başlamıştır ve en büyük kaynağını da oradan elde etmiştir. Bu süreç içerisinde ekonomik kalkınma, 2003’te Amerika’nın Irak’a müdahalesi sonrası hızlı bir şekilde petrol fiyatlarının artışı da Rusya’ya, halkına ve devlet projelerine kaynak ayırma imkânı verdi. Bunlar 2012’ye gelene kadar önemli etkenler olmuştur. Gürcistan müdahalesi, NATO’ya karşı çıkması ve hala devam eden ve Putin’in iktidarını sağlayan etkenlerden biri de anti-Amerikan söyleminin Rusya da yaygın bir biçimde devam ettirilmesidir. Tüm bu etkenlerden sonra günümüze baktığımızda Rusya ekonomisi geriliyor. 2015 yılında %-3 büyüdü. 2016 yılında kaynaklarını doğru kullanabilirse %1 büyüyebilecektir. Dolayısıyla şuan Putin’in halka verdiği ekonomik kalkınma konusunda tek kaynağı: 15 sene içerisinde biriktirdiği para ve altın rezervleridir. Bunun dışında Çin ve diğer ülkelerle işbirliğini sağlama yönünde harekete geçiyor. İlerleyen zamanlarda petrol fiyatlarının tekrar artmaya başlamasıyla Rusya’nın ekonomik kaynaklarının tekrar artmaya başlayacağı yönünde bir umutları var. Sadece ekonomi kötü gidiyor diye Putin’in karizması azalmaz zira Putin’in bunu engelleyebilecek kaynakları vardır.
4. Önceki dönemlerden farklı olarak Rusya’da Putin karşıtı gösterilerin artmaya başladığını, STK’ların tekrar aktif olarak hareket etmeye başladığını görüyoruz. Putin’in ise bu gösteriler karşısında orta sınıfın daha fazla demokrasiye katılması gerektiği yönünde açıklamaları var. Bu Putin’in merkeziyetçilik anlayışında bir yumuşama olarak görülebilir mi?
Putin devlet yapısının merkeziyetçi ve hiyerarşik bir şekilde devam ettirmesini bundan sonrada sürdürecek çünkü en önemli kontrol aracı odur. Ancak orta sınıf katılımının artması demek: orta sınıfın refahının artması , bazı ülke sorunların biraz da toplumun kendi çabasıyla, iktidarı devirme çabasıyla değil, sadece belli talepleri öne sürerek ve bu sorun olarak görülen meselelerin çözümünde demokratik bir yolda çözülmesine kendilerinin de katkıda bulunması yönündedir. Yani Putin’in istediği şey: sokağa çıkıp taleplerinizi dilde getirilmesi ancak iktidarın tamamen ortadan kaldırılması, Batılı şekilde siyasi bir yapının hızlı bir şekilde oluşturulacağı fikriyle hareket edilmesi gibi ve aynı zamanda da STK’ların kapatılma nedeni olan STK’lardan doğrudan destek alarak ve bu STK’ların Batı bağlantılı olmaması gerekiyor. Bunlar olmadan haklı talepler dile getirilebilir ancak şiddet uygulanmadan. Ayrıca bu sorunun çözümünde ortak hareket edeceğiz şeklinde bir beklentisi var Putin’in. Çünkü Rusya’da şöyle bir toplumsal problem var: Rusya’da genelde halk her şeyi devletten bekler ve orta sınıf olmadığı sürece ve Sovyet dönemi boyunca işçi sınıfının olması ancak Batı’nın orta sınıf olarak adlandığı orta sınıf yoktur. Sadece en zenginler var en yukarda Sovyet sonrası ortaya çıkan ve kendisinin eskiden Sovyet zamanında pasif, işçi sınıfı ruhuyla hareket eden bir toplum var. Bundan kurtarmak istiyor Rus toplumunu Putin. Çünkü Rusya’nın toplumu her şeyin hazır olmasını bekler ve toplum sorunlarının çözümünü devletten bekler. Bunun önüne geçmeyi hedefliyor Putin.
5. Tüm bu olumsuz gelişmelere, insan hakları ihlallerine, medyaya uygulanan sansürlere rağmen Putin’in halktan aldığı desteğin %80 dolaylarında olmasını nasıl açıklayabiliriz? Putin’in Rus halkının “süper güç” idealini beslemesiyle açıklamak ne kadar yeterli olur?
Yeterli olmasa dahi o da bir etkendir. Ama daha büyük etken Rus toplumunun benzeri şekilde yani demokratik olmayan şekilde hayatlarını sürdürmeye alışık olmasıdır. Ancak tam demokrasiyi yaşadıktan sonra toplumsal insan hakları ihlaline tepki verilebilir. Aksi takdirde Rus toplumunun zaten böyle olduğu ve bunu kabul edilebilir bir durum olarak gördüğü için onların beklentileri farklı. Onlar çok fazla demokrasi beklemiyor. Bekleyenler, Rus toplumunun dışına çıkıp başka toplumlardaki demokratik yapıyı görüp, gerçekten öyle yaşamayı hak ettiğini düşünen insanlardır. Ancak o şekilde başka türlü haklar talep etmeye başlar. Lakin sürekli Rusya’nın içinde bu tarz toplumsal sistemin içinde yaşadığı için başka bir şey beklemez. Beklediği şey sadece biraz daha iyi hayat ve harcayabileceği bir para, tatil yapabileceği belli bir birikimdir. Demokrasiyi görmeyen ülkeler fazla demokrasi talep etmezler.
6. Putin’in 16 yıldır iktidarda olmasını sadece kendi başarısıyla açıklayabilir miyiz? Bu durumda muhalefetin bir etkinsizliği söz konusu mudur?
Kesinlikle söz konusudur. Çünkü Rusya’da hem iktidar yapısında hem de parti sistemi içerisinde Putin’in daha güçlü kalmasına katkıda bulunan çok araç ve etken var. Bunlardan biri; Rusya’nın yönetimi Kremlin üzerinden yapıldığı için üstte yer alan bürokratların çoğu Putin’in yandaşları, dostları ve ortak menfaat sahibi olan ve devlet içindeki farklı şemalarda olan Oligark diyebileceğimiz insanlardır ve kararlar bu insanlar tarafından veriliyor. Bu bir tarafıdır. Hala güçlü olmasının diğer nedeni Putin’i destekleyen bir grup insan var ve bu grup hem maddi hem yetki olarak çok güçlüler. Kremlin’in içinde olup da farklı görüşe sahipmiş gibi görünen insanlar bile Putin sayesinde orda güçlü pozisyonlarını koruyorlar. Putin’in orda olması “Klan” denilen güçlü yapının devam etmesi anlamına geliyor. Putin hem bir dengeleyici, kural koyucu hem de bu kuralı oynatan adam. Bu sadece kremlin sistemi içerisinde olanlardır. Biraz daha aşağıya, parti sistemine baktığımızda yine iktidar partisi olarak Medvedev’in başında olduğu ve Putin’i destekleyen Birleşik Rusya Partisi var. Bunlar hem Oligarklarla iç içedir ve buna alternatif, iktidarı sürdürebilen başka bir parti yoktur. İkinci parti Komünist Parti’dir. Fakat komünizm artık bu dünyada kabul gören bir sistem değildir.
7. Panama Belgelerinde Putin’in çok yakın arkadaşlarının ve kendisinin de isminin geçmesi Putin’in halktan aldığı desteği etkiler mi? Rus halkı bu olaya nasıl yaklaşıyor?
Etkilemiyor. Çünkü eski Sovyet coğrafyasında enteresan bir şey var: iktidarda olan zengin ve büyük bir maddi kaynağa sahip olursa “o onların hakkıdır” şeklinde bir düşünce var. Böyle olunca destek düşmez. Belli bir kesim belki buna tepki göstermiştir fakat büyük çoğunluk buna tepki göstereceğini düşünmüyorum.
8.Rusya’nın son dönem Suriye’den çekilip AB ile ilişkilerini düzeltmek istemesini nasıl değerlendirmeliyiz? Ekonominin kötü gidişatının bir etkisi midir yoksa siyasi bir hamle mi?
Ekonominin kötü gidişatının bir etkisidir. Ukrayna Krizi’nden bu yana Rusya, Batı ile bu derece karşı karşıya geleceğini ummamıştı ancak oldu. Avrupa ülkeleri kendi ekonomileri zarar görmesine rağmen Rusya’ya karşı yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu da Rusya’nın ekonomisini doğrudan etkiledi. Ukrayna meselesinde de doğrudan barışmaya çalıştığı gibi başta Suriye’ye müdahalesi ve Suriye’de barış görüşmelerinin yapılması da tamamen batıyla tekrar barışma sürecine girilmesi çabasıdır.
9.ABD Başkanlık seçiminden sonra seçilecek yeni başkan Rusya ile ilişkilerde yeni bir boyut açabilir mi?
Başkandan başkana ve partiden partiye değişebilir. Cumhuriyetiler biraz daha sert bir tavır alınması gerektiği yönünde tavır sergiliyorlar ancak diğer taraftan Donald Trump Cumhuriyetçilerden biraz farklı politikalar uygulamak istiyormuş gibi bir görünümü var, o da Amerika’nın biraz daha dış politika harcamalarını biraz kesip, kendini çok fazla doğrudan etkilemeyen konulara fazla girmemesi yönündedir. Ancak Amerika’nın belli taktik değişiklikleri olsa dahi stratejisi özellikle de dış politikada hiçbir zaman değişmediği için geçerli Rusya politikasını devam ettirir.
10.Önümüzdeki dönemlerde Rusya iç siyasetinde yaşanması muhtemel gelişmeler hakkında öngörüleriniz nelerdir?
Ekonomide doğru politikalar izlenerek belli bir istikrar yakalanabilir ancak gördüğümüz kadarıyla Rusya toplumu kısa zaman içerisinde Batı’nın beklentiye girdiği gibi Putin’e karşı isyana ya da karşı harekete geçmesi söz konusu olmaz. İç siyasette de sistem olduğu gibi devam edecek çünkü sistem bu şekliyle herkesin işine yarıyor ancak belli bir alanda sistemi değiştirebilecek liberal bir kesim var, insan hakları ve Rusya’nın biraz daha insanca yaşama hakkına sahip olduğunu düşünen bir kesim. Ancak onlar da sistem karşısında çok küçük, güçsüz oldukları için sistemi çok fazla dönüştüremezler, olduğu gibi devam eder. Belli değişiklikler belki olabilir ama radikal olarak Rusya’nın toplumsal, ekonomik, siyasi yapısında en azından birkaç yıl değişiklik yapılacağını düşünmüyorum.
.
Rabia BİLGE
SASAM Stajyeri – Gazi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
______________
[1] İlyas KAMALOV, Putin’in Rusya’sı KGB’den Devlet Başkanlığına, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2004, s.31.
[2] KAMALOV, a.g.e.,s.33
[3] E. Hasan MİKAİL, Yeni Çarlar ve Rus Dış Politikası, IQ Kültür Sanat Yayınları,İstanbul 2007,s.67
[4] Oktay F. TANRISEVER, Putin’in Başkanlığa Giden Yolu, Birikim Dergisi 2000, s.133
[5] KAMALOV, a.g.e.,s.117
[6] Mehmet KARABAĞ, Rus Federal Sistemi Etnik Problemi Çözmeye Yeterli mi ?, 2008
[7] SSCB’nin dağılmasından sonra yapılan özelleştirmeler ve vergi kaçaklarıyla zenginleşen sınıf.Daha fazla bilgi için bkz. Marshall I. Goldman, Putin and the Oligarchs, Foreign Affairs, 2004 November/December
[8] E. Hasan MİKAİL, KGB Albaylığından Devlet Başkanlığına PUTİN DÖNEMİ RUSYA.IQ Kültür Sanat Yayınları,İstanbul 2007,s.10
[9] ABD’li finans spekülatörü ve girişimci. Daha fazla bilgi için bkz. http://www.georgesoros.com/
[10] M.Suna ÖZEL, Nashiler: Putin’in Siyasal Askerleri,2012
[11]John EDWARDS, Jack KEMP. Russia’s Wrong Direction: What the United States Can and Should Do, Report of an Independent Task Force, no 57,s.9
[12] İsmail Hakkı İşcan. Yıldız Zeliha Hatipoğlu. Rusya’nın Serbest Piyasa Anlayışı ve Küresel Kriz ,INTERNATIONAL CONFERENCE ON EURASIAN ECONOMIES, 2010, s. 4
[13] Habibe ÖZDAL,Kerim HAS. Putin Rusya’sının Medvedevli Yılları,2012
[14] Yeni Putin Dönemi, Alıntılama, 03.05.16, http://www.dw.com/tr/yeni-putin-d%C3%B6nemi/a-15933156
[15] Putin Döneminde Rusya’da Başkanlık Ve Duma Seçimleri Ve Bunun Rus Dış Politikasına Etkileri, 26 Temmuz 2012, Uluslararası Politika Akademisi
[16] Merve Suna Özel, Çar Putin ile Üçüncü Dönem, 2012
[17] Merve Suna Özel, a.g.m., 2012
[18] TSK, Putin’in Münih’teki ABD ve NATO’yu eleştiren konuşmasını siteye aldı., Alıntılama 15.02.2007, http://www.haberturk.com/gundem/haber/15047-putin-genelkurmayin-sitesinde
[19] Aytekin GELERİ,Rusya’nın Dış Güvenlik Politikaları,Stratejik Düşünce Enstitüsü Rusya Raporu 2010,s.70.
[20] KAMALOV,a.g.e., s.155
[21] E. Hasan MİKAİL, a.g..e.,s.112.
[22] P.Özden CANKARA,Yavuz CANKARA, Vladimir Putin Döneminde Rus Dış Politikasında Yapılan Değişiklikler, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:1,Sayı:15, 2007,s.212
[23] Hüseyin B. IŞIK, Rusya’yla Bağlantılı Örgütler, SDE Rusya Raporu,2010,s.36
[24] Hüseyin B. IŞIK,a.g.m.,s.36
[25] Aytekin GELERİ, a.g.m.,s.72
Comments are closed