Küreselleşme, günümüzde şahit olduğumuz para piyasalarındaki neredeyse limitsiz özgürlük olmasa, hem gelişen hem de gelişmekte olan ülkeler için bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Küreselleşmenin esas nimetlerinden gelişen ülkeler istifade ettiği için, onların bu fırsattan nasıl istifade ettiklerini açıklamaya gerek yok. Ancak günümüzde küreselleşmeyi çoğunlukla tehdit olarak algılayan gelişmekte olan ülkeler bakımından küreselleşme; kapalı ve verimsiz bir ekonomik yapıda yeterli performansa ulaşamayan ekonomilerinin rekabetçi bir üretim, teknoloji ve piyasa yapısı sayesinde verimli bir hale kavuşmasını ve performanslarının artmasını sağlayacak önemli bir faktör olabilir.
Ancak ne yazık ki, uluslararası sermayenin yüksek kâr oranları elde edememesi nedeniyle sonlandırılan Bretton Woods sisteminden sonra, uluslararası para piyasalarındaki neredeyse limitsiz özgürlük yüzünden ekonomik küreselleşme, genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aleyhine sonuçlanmaktadır. Üstelik bu olumsuzluk, sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere değil, gelişmiş ülkelerde yaşayan yoksul kesimlere de yansımaktadır.
Hobsbawn’ın ifade ettiği gibi; serbest piyasa küreselleşmesi, hem uluslararası düzeyde hem de ulusal düzeyde büyük ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri beraberinde getirmiştir.[1] Bu tespitler, 2001 Dünya Bankası Kalkınma Raporunda da teyit etilmiş ve Raporda, dünyadaki ekonomik kalkınmanın yoksul insanlara iyi yaşama şartlarını oluşturmada yetersiz kaldığı belirtilerek, yenidünya düzeninin ülkeler arasındaki gelir uçurumunu daha da büyüttüğü ve yoksulluğu artırdığı yönündeki tespitlere yer verilmiştir.[2]
Bretton Woods sisteminden sonra, azgelişmiş ülkelerde kalkınmanın finansmanının devletin planlaması ışığında, uzun vadeli banka kredileri tarafından desteklenmesi modelinden vazgeçilip borsa ya da tahvil piyasası aracılığıyla zengin batılı ülkelerden gelecek sıcak paraya bağlanması, bu ülkelerin günümüzde yaşadıkları sıkıntıların en büyük sebebidir.
Küreselleşmenin gelişen ülkeler açısından en temel yıkıcı etkisi, mal ve sermaye piyasalarında yeterli gelişmeyi sağlamadan, özellikle finansal piyasalarda serbestlik ve deregülasyon sonucu, büyük ölçüde finansal krizlere neden olmasıdır. Latin Amerika ülkeleri, Türkiye, Uzakdoğu Asya ülkelerinde bu tür 21. yüzyıl krizlerinden örnekler yaşanmıştır.
Paranın evrensel serbest dolaşımı olarak da adlandırabileceğimiz küreselleşme, az gelişmiş ülkelerdeki birikimin gelişmiş ülkelere akıtan bir sürecin hazırlayıcısı ve hızlandırıcısı olmuştur. Finansal küreselleşme ile birlikte son 20-30 yılda gittikçe artan bir hacimde para, denetimsiz ama küresel bir şekilde hareket etmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki birikmiş fonların, sermaye ihtiyacı olan az gelişmiş ülkelere yüksek faiz oranlarıyla aktarılması, gelişmiş ülkeler lehine geri dönülmez bir kâr transfer sürecini başlatmıştır. Paradan para kazanma ve spekülatif amaçlı hareket eden bu fonlar, az gelişmiş ülkelerin üretimine ve yatırımına hiçbir katkısı olmamakla beraber, bu ülkelerdeki piyasaların zarar görmesine ve krizlere sürüklenmelerine neden olmaktadır. Latin Amerika ve Türkiye örneklerinde de görüldüğü üzere bu tür fonlar en ufak olası bir risk karşısında geride bir tahribat bırakacaklarına aldırış etmeden yine geldikleri küresel kanallardan kaçmaktadırlar.[3]
Uluslararası ve ulusal düzeyde karşı karşıya kaldığımız gelir dağılımındaki adaletsizliğe dair literatürde oldukça çarpıcı istatistikler verilmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir[4];
- Dünyanın en zengin üç kişisinin toplam varlıkları, bütün az gelişmiş ülkelerin GSMH toplamlarından ve 600 milyon kişinin toplam gelirinden daha fazladır.
- 19. yüzyılın başında dünyanın en zengin ve en yoksul ülkeleri arasındaki kişi başına düşen gerçek gelirlerin orantısı 1/3’tü. 1900’de 1/10 oldu, 2000 yılında ise 1/60’a yükseldi.
- 1990’ların sonu itibariyle dünyanın en zengin 3 adamının şahsi servetleri, en yoksul 48 ülkenin toplam milli hâsılasından fazla.
- En zengin 225 kişinin şahsi servetlerinin %4’ünden azı, dünyanın bütün yoksullarına yeterli beslenmenin yanı sıra temel tıp ve eğitim hizmetlerini götürmeye yetiyor.
Dünya Bankası’nın 9 Eylül 2008 tarihli raporunda da[5];
- 2005 de üç milyar 140 milyon insanın günde iki buçuk (2,5 $.) dolardan az gelirle ‘yaşadığı’, bu nüfusun %44’ünün de günde 1,25 doların altında gelire sahip olduğu,
- %85’i beş yaşın altında çocuk olmak üzere, her gün 30 binden fazla insanın açlıktan, yetersiz beslenmeden, sıradan bulaşıcı hastalıklardan, vb. öldüğü,
- Dünya’da 3,14 milyar insanın günde iki buçuk dolardan az bir gelirle hayatını sürdürdüğü
bildirilmekte ve son yüzyılda insanların durumu, geçmişe kıyasla iyileşmiş olmasına ve küresel zenginlik, küresel bağlantılar ve teknolojik imkânlar hiç bu kadar büyük olmamasına rağmen, bu yoksulluğun sürdüğü ifade edilmektedir.
Bugün, 21. yüzyılın başında küresel ekonomi yine olağanüstü bir sıçrayış döneminden sonra siyasi tıkanıklık belirtileri göstermektedir. Bir taraftan saf ekonomik gerçekler; daha fazla serbest ticaret, daha akışkan bir uluslararası sermaye hareketi, daha az ulusal yasal sınırlama ve daha çok teknolojiye işaret ederken, diğer bir taraftan sosyal dengeler, kültürel tercihler ve çevreyi koruma öncelikleri gibi etkenler küreselleşmenin siyasi boyutunu ön plana çıkarmaktadır.
Aslında hem gelişmiş hem de gelişmekte olan tüm ülke vatandaşları için bir fırsat olabilecekken, uluslararası sermayenin azla yetinmeyip yüksek karlar peşinde koşması, ve bu nedenle de uluslararası ekonomik sistemin az gelişmiş ülkelerin ve bu ülkelerin halklarının aleyhine işleyecek şekilde kurgulanması nedeniyle küreselleşme, dünya genelinde genelde olumsuz algılanmaya başlanmıştır.
Global ekonomik entegrasyonun ortaya çıkardığı toplumsal baskılar, iyi idare edilemezse küreselleşmenin gruplar arasındaki gerilimleri artırması nedeniyle muhtemelen kötü ekonomi ve kötü yönetimle sonuçlanacaktır. Küreselleşme, kaçınılmaz bir olgudur ama iyi yönetildiği takdirde, sadece belirli kesimler için değil herkes için fırsat olma ihtimali yüksektir.
Aşağıdaki hususlara dikkat edildiği takdirde, ekonomik küreselleşmenin tüm dünya vatandaşları için olumlu sonuçlar doğurması yüksek ihtimaldir;
- Sıcak paranın uluslararası dolaşımına sınırlamalar getirilmelidir.
- İş piyasasına sosyal korumadan arınmış vahşi bir rekabet ortamının hâkim olması engellenmelidir.
- Yerel tarım üretimi ve küçük ticari işletmeler korunmalıdır.
- Uluslararası ticaret ve sermaye için ortadan kalkan sınırların çevre kirliliğine sebep olması engellenmelidir.
- Sinema, edebiyat ve televizyon programları gibi alanlarda ulusal kültürel üretim korunmalıdır.
- İnsan hakları veya çocuk işçi sorunu yaşanan ülkelerle ekonomik ilişkiler geliştirilmemeli, bu ülkelere yaptırımlar uygulanmalıdır.
Süleyman ERDEM @suleymannerdem – suleyman@sahipkiran.org
YAZARIN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ
[1] Hobsbawm, Eric, Globalisation, Democracy and Terrorism, Great Britain, 2007, s.3.
[2] Ala, Melahat, Yoksulluk ve Küresel Çözümsüzlük, http://www.paradoks.org/makale/yil5_sayi2/monal52.pdf (Erişim Tarihi; 28/4/2010)
[3] Küresel Gelir Adaletsizliği ve Türkiye, http://www.koprugrubu.org/index2.php?option=com_content&do_pdf=1&id=23 (Erişim Tarihi;18/3/2013)
[4] Kızılçelik, Sezgin, Zalimler ve Mazlumlar: Küreselleşmenin İnsani Olmayan Doğası, Ankara, 2004.
[5] Ala, Melahat, a.g.m.
Comments are closed