Türkiye ve dünya kamuoyu, son üç aydır oldukça yoğun ve gergin bir süreçten geçiyor. Ülkemizde ve dünyada ağırlıklı olarak, bu süreçte tartışılan gündem maddeleri Barış Pınarı Harekatı, Donald Trump’ın azil süreci, ABD Senatosunda tartışılan Ermeni tasarısı ve son olarak Türkiye-Libya arasında imzalanan mutabakat muhtırası ve bunun hemen ardından Libya’da Türkiye müttefiki UMH yönetimine karşı, Tobruk merkezli isyancı general Hafter’in saldırıya geçmesi. Doğal olarak, aslında hem bizim ve hem de tüm Avrasya coğrafyası için oldukça önemli bir gündem olan Keşmir Krizi’ne sıra gelmesi zor oluyor. Halbuki, Keşmir Krizi, tüm bu gündem maddeleriyle, ülkemizin milli güvenlik stratejisi açısından ilintilidir. Zira, Pakistan, Türkiye olarak bizim Avrasya coğrafyasında kuracağımız yeni bölgesel dengeler açısından özel bir jeostratejik önem taşımaktadır. Ayrıca, hem Çin ve hem de ABD ile ilişkilerini de daima diri tutmaya ve güncellemeye çalışan Pakistan’ın, artık Avrasya coğrafyasındaki en önemli stratejik ortaklarımızdan olduğu da rasyonel bir durumdur. NATO’da masaya güçlü şekilde oturabilmemiz için, Avrasya coğrafyasında daima yakın ve müttefik olmamız gereken üç ülke var; Azerbaycan, Kazakistan ve Pakistan.
Günümüzde, Pakistan iki yüz milyona dayanmış olan nüfusu ve stratejik coğrafyası ile küresel politkanın oldukça önemli ülkelerinden birisidir. Orta Doğu, Orta Asya ve Güney Asya’nın kesişme noktalarında yer alan Pakistan’ın stratejik önemi, son yıllarda komşu bulunduğu coğrafyaların dünya siyasetindeki konumuyla orantılı olarak artış göstermektedir. Ayrıca bir diğer bölgesel güç olan Hindistan ile yaşanan sınır gerilimleri, öte yandan Afganistan sınırında süreklilik arz eden çatışmalar ve El-Kaide ve Taliban’ın varlığı Pakistan’ı dünya gündeminin üst sıralarına taşımaktadır.
Hindistan ve Pakistan arasındaki tartışmalı Keşmir bölgesi üzerine olan son çatışmalı süreçte şimdilik silahlar susmuş görünürken, Keşmir’de yeni çatışmaların alevlenmesi an meselesi.
Daha önce bu konuda kaleme aldığım yazılarımda belirttiğim hususu tekrar vurgulamak istiyorum; Pakistan ordusu ve Pakistan istihbarat servisi arasında yaşanılan kopukluk, görüş ve mantalite farklılığı ve hatta karşıtlık bir ulusal güvenlik sorunudur. Keşmir Krizi’nin yeniden alevlenmesiyle de bu ulusal güvenlik sorunu, Pakistan devleti için can alıcı bir noktaya ulaşmıştır.
Pakistan istihbarat teşkilatının ismi; ‘İnter Services İntelligence‘ . Kısaltılmış adıyla ISI. Bugün, dünyadaki en güçlü istihbarat servislerinden ilk beşini sıralar mısınız diye bir araştırma veya anket yapılsa, muhtemelen kimse ISI’nın ismini telaffuz etmez. Yahut bu teşkilatın hangi ülkeye ait olduğu bile bilinmez. Fakat, sanılanın aksine ISI, her yıl önemli araştırma merkezlerince en başarılı istihbarat teşkilatları arasında gösterilmektedir. Bu bağımsız kaynakların başında ABD merkezli RAND Corporatıon gelmektedir. Pakistan istihbaratı ISI, dünyada hakkında en az bilginin olduğu istihbarat teşkilatlarında biridir. Zira, gizlilik şeffaflık dengesini çok iyi kurmayı başaran bu teşkilatın tarihinde MOSSAD, BND, MI6, KGB vb. servislerden çok daha az bilgi ve asparagas haber vardır. Pakistan istihbaratının bu gücünün nereden kaynaklandığını incelerken, servise bu gücü veren kişilerden kısaca bahsetmek gerekiyor. En önemli isim Albay Jerry KİNG. Albay King, 80’li yıllarda hem Pentagon’da hem de RAND Corporatıon’da görev aldı. İkinci önemli isim ise John DEUTCH. O da, yine 80’li yıllarda aktif çalışan Alman kökenli bir CIA direktör yardımcısıydı.
Jerry KİNG ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarihinde oldukça önemli bir askerdir. 1981 yılında ABD’nin ilk “askeri istihbaratı teşkilatı” olan ve adı çok fazla bilinmemesine rağmen sahada çok aktif olan İNTELLİGENCE SUPPORT ACTİVİTY (ISA) adlı oluşumu kurmuştur. Yıllar içinde çok daha güçlü bir hale gelen İntelligence Support Activity, birçok operasyonda CIA’yı yetersiz buluyordu. Sonunda CIA rakip olarak gördüğü ISA’ya karşı savaş ilan etti. Ayrıca, CIA oldukça sert bir suçlamayı daha ISA’ya karşı yöneltti: CIA’nin elindeki angaje raporlarına göre, ISA özellikle Pakistan ve Hindistan’da, Pentagon’a bilgi vermeden bazı özel operasyonlar yürütüyordu. Pakistan operasyonları ise, genellikle petrol bölgeleri ve Keşmir üzerinde yoğunlaşıyordu. Özellikle Keşmir’deki Peştun Türkleri hakkında inceleme, espiyonaj ve angaje çalışmaları Jerry Kıng’in üzerind eönemle durduğu konulardı. Amerikan istihbarat yapısında artık bir iç çatışmaya dönüşmüş istihbarat savaşları tüm hızıyla devam ederken Pakistan’da başka bir operasyoan daha girişilmişti. 2001 yılında CIA’nın kendisine tehdit olarak gördüğü ISA, ‘Gri Tilki‘ kod adıyla yürütülen bir özel operasyon çerçevesinde Pakistan istihbaratı ISI ile ortak çalışmaya başlamıştı. Dolayısıyla yukarıda verdiğim bu bilgiler bağlamında, ISI’nın nasıl bir yapıya ve mantaliteye sahip olduğunu da gayet açık ve net olarak anlayabiliriz. Ayrıca, yine bu bilgiler doğrultusunda ISI’nın Pakistan ordusuna bile kafa tutabilen ve Keşmir konusunda atalet halinde kalan tutumunun köklerini de net olarak algılayabiliyoruz.[1]
Pakistan’ın ulusal güvenlik stratejisi, bugüne dek hep Hindistan üzerinden ve Hindistan ‘la olası bir nükleer veya konvansiyonel savaşa kurgulanmış olarak yapılandırılmış ve güncellenmiştir. Bu bağlamda, son yaşanan Keşmir Krizi de gösteriyor ki, Pakistan ordusunun milli duruşuna karşılık, ISI’nın net bir duruş sergileyememesi ve bunun sonucunda ulusal ve stratejik bir istihbarat yaklaşımı yerine, karmaşık bir enformasyonla, ülke güvenliği açısından kuşkulu olarak nitelendirilebilecek bazı angaje faaliyetlerini sürdürümesi, hem Pakistan’ın hem de dolaylı olarak Türkiye’nin gelecekteki Avrasya stratejisi açısından ciddi risk ve tehlike oluşturmaktadır.
İki düşman ülke olan Pakistan ve Hindistan’ın Keşmir konusundaki net tutumları şu şekildedir:
Pakistan haklı olarak, nüfusunun çoğunluğu Peştun Türk’ü[2] ve Müslüman olduğu için Keşmir’in Pakistan’ın bir parçası olması gerektiğini savunuyor. Ayrıca sayısız BM kararının da gösterdiği gibi Keşmir’in, Hindistan veya Pakistan’a katılımı için referanduma gidilmesi gerektiğini ifade ediyor. Hindistan ise, bu duruma, 1972 Simla Antlaşması’ndaki koşullar altında, her iki ülkenin Keşmir Sorunu’nun, BM gibi uluslararası kurumlarla değil, ikili görüşmelerle çözüleceği üzerine uzlaştığını savunarak karşılık veriyor. Bu yaklaşım aslında siyasi bir manipülasyondur. Zira Hindistan, aynı zamanda herhangi bir referandumun Keşmir de yapılmaması gerektiğini çünkü seçimlerin gösterdiği üzere, bölgede halkının Hindistan’ın bir parçası olarak kalmak istediğini söylüyor. Halbuki bölge halkının neredeyse tamamı Hindistan’ın saldırgan ve istikrarsız tutumundan şikayetçidir.
Hindistan tarafından tutuklanan bağımsızlık yanlısı Jamnu Keşmir Kurtuluş Cephesi (JKLF) lideri Yasin Malik’in eşi Meşal Malik, Keşmirlilerin özgürlüğü için kampanya yürütüyor. 29 Eylül 2019’da yapmış olduğu açıklamayı aktarıyorum: “Eşim silahlı örgütün lideriydi ancak yaklaşık 25 yıl önce barışçıl siyasi platforma geçmeyi tercih etti. Şu anda ölüm hücresinde kapalı. Oradaki insanların dünyayla bağlantısı kesik; radyo, televizyon, telefon, hepsi karartıldı. Cammu Keşmir’de isyan edenler tutuklanıyor. Genç, çocuk, kadın ve yaşlılar da işkence görüyor. 4 binden fazla insanın ortadan kaybolduğunu duyuyoruz. Siyasi tutuklular serbest bırakılsın, dışarı çıkma yasağı kalksın, artık sahte bir görüşme silsilesi değil, özgürlüğümüz için plebisit yapılmasını istiyoruz.”
Bu açıklamadan çıkaracağımız sonuç; Keşmir Krizi’nin büyük bir konvansiyonel veya nükleer savaşa yol açmaması için mutlaka plebisit yapılmalıdır. Çıkacaka olan sonuç hem Keşmir halkının hem de Pakistan’ın güvenlik ve istikrarı için sağlıklı olacaktır.
Genel Değerlendirme ve Sonuç:
Keşmir Krizi, küresel satrançtaki jeopolitik adımlarının Avrasya coğrafyası üzerinde yarattığı yüksek basınçtan da etkilenerek zaman içerisinde çapını büyütmüştür. Çin ile 1962 yılında yaşadığı savaştaki toprak kayıpları Hindistan’ı küresel aktörlerle işbirliği yapmaya mecbur bırakmıştır. Hindistan-Çin savaşından sonra Pakistan’ın Çin ile ittifak kurarak, kendi kontrolündeki Keşmir topraklarından bir bölümünü Çin’e bırakması da Çin’in Keşmir Krizi’nde taraf olmasına neden olmuştur. Çin’in bu tutumu küresel aktörlerin bölgeye yönelik yeni hamleler yapmasına yol açmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasında Hindistan ve Pakistan’ın daha rahat hareket imkanına kavuşması da çözüm zeminini değerlendirmenin aksine, krizi savaşla çözme eğilimlerinin artışına yol açmış ve her iki ülkenin ordularının da nükleer güce kavuşmasıyla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla Keşmir Krizi de, tüm dünyayı etkileme kapasitesine sahip bir nükleer tehdit kaynağı haline gelmiştir. Bununla beraber, böylesine sancılı bir süreçte, Pakistan E. Devlet Başkanı Pervez Müşerref için idam kararının çıkmasını doğru okumak gereklidir. Uluslararası siyasetin çalkantılarla dolu zor bir döneminde Pakistan’a liderlik eden Pervez Müşerref, görev süresi boyunca uluslararası barış ve güvenlik ile bölgesinin güvenlik ve istikrarına katkıda bulunmak ve Türkiye ile ilişkileri daha da ileriye götürmek konusunda daima samimi ve takdire şayan bir gayret göstermiştir. Cumhurbaşkanı Müşerref, demokrasiye dönüş yönündeki vaatlerine de bağlı kalarak, Pakistan’da genel seçimlerin sorunsuz biçimde gerçekleştirilmesinde de belirleyici bir rol oynamıştır. Pervez Müşerref, Pakistan ordusu için oldukça önemli bir ulusal figür konumundadır. Ayrıca, görev yaptığı süre boyunca ülkenin istihbarat teşkilatı ISI’nın gerçek anlamda milli ve orduyla uyumlu bir teşkilat haline gelmesi için çalışmış ve bu nedenle ABD’nin daima olumsuz baktığı ve suçladığı bir lider olmuştur. Keşmir Krizi’nin deyim yerindeyse ‘Küresel satrancın Pik Noktası‘ haline geldiği son süreçte, Müşerref’in idamı Pakistan’ın büyük ölçüde güç ve moral kaybetmesi ve dolaylı olarak da Yeniden Asya açılımını kısa süre önce ilan eden Türkiye’nin kurgulayacağı muhtemel havza politikalarının riske girmesi anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla, Müşerref’in idamının engellenmesi için dünya kamuoyu nezdinde gerekli diplomatik angajmanı yapmamız gerekmektedir. Keşmir Krizi’nde son durum analizi olarak görülen; Hindistan ve Pakistan arasında sınırlar kapatılmış durumdadır. Savaş riski de daima masadadır. Buna rağmen savaş zamanı bile devam eden ve umut veren bir ritüel de halen devam ediyor. Wagah Sınır Kapısı’ndaki ‘bayrakların düşürülmesi töreni’ bu ritüelin uygulanış şeklidir. 1947’den beri yapılan bu törende, sınırın bir tarafında Hint diğer tarafında Pakistan askeri var. Tören, iki ülke askerlerinin tokalaşmasıyla son buluyor. Elbette umulan şu ki; artık askerlerin değil, siyasilerin el sıkıştığı bir tablo gereklidir. Bu amaçla Çin, Türkiye veya Kazakistan’ın garantörlüğünde (hatta üçlü bir garantörlük de mümkün) bir Keşmir Zirvesi toplanması elzem görünmektedir. En azından, emperyal odakların değil, Avrasya’nın yerlisi olan bölge halklarının barış ve istikrarı için bunu başarmak tarafların elindedir.
Umut Berhan ŞEN
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
Dipnotlar:
[1] Verdiğim bu bilgiler ve ISA-CIA mücadelesi hakındaki detaylı belge ve analiz notları, Pultızer ödüllü yazar Tım Weıner’in ‘Bir CIA Tarihi – Küllerin Mirası‘ adlı kapsamlı ve hacimli çalışmasında genel hatlarıyla yer almaktadır.
[2] Peştun Türkleri, geçmişte Gazneliler, Timurlular ve nihayetinde Babürlüler’den arta kalan kadim bir Türk topluluğudur. Konuyla ilgili olarak, Prof. Erdoğan Merçil’in ‘Gazneliler:Siyaset-Teşkilat-Kültür‘ adlı çalışması oldukça önemli bilgiler içermektedir. Ayrıca TİKA’nın 1994 tarihli Pakistan raporu da detaylı bilgi vermektedir.
Konuyla ilgili okuma tavsiyesi:
–E. Albay Dr. Cengiz Topel Mermer, ‘Keşmir Sorunu ve Pakistan-Hindistan
–Hakan Hançer, ‘Gerçek Burada:ABD ve Emperyalizmin 70 Yıllık Yalanları‘, Atatyurt Yayınevi, 2019.
İlişkileri Üzerine Etkisi‘, TASAM, 2019
-MGK Genel Sekreterliği, 2030-Küresel Eğilimler Raporu, 2012.
-MGK Genel Sekreterliği, Strateji Yazıları-1, 2014.
-MGK Genel Sekreterliği, Milli Hedefler ve Menfaatler, 1998.
Comments are closed