Bağış Sepeti

Yasal Uyarı: Kaynak gösterilmeden ve açık link verilmeden sitede yer alan yazılar kullanılamaz.

Güvenlik

ÇÖZÜM SÜRECİ TARİHÇESİ VE DEĞERLENDİRMESİ

By - Nisan 2, 201614 Mins Read
burak_tavalioglu
Burak TAVALIOĞLU

1984’teki ilk eyleminden itibaren 40.000 insanın ölümüne neden olan PKK terörünü temelden çözmeyi amaçlayan en ciddi adım, 2009’da gerçekleşen Oslo görüşmeleridir. Oslo’da MİT-PKK görüşmelerinin net olarak bilinmemekle birlikte 2009 yılı ortalarında gerçekleştiği tahmin edilmektedir.

PKK, Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da yakalanmasının ardından 1 Eylül 1999 tarihinde ateşkes ilan etmişti. Ancak 2004’ün Haziranında tekrar eylemlerine başladı. AK Parti hükümeti, PKK terörünün yıllar boyu yapılan askeri mücadele ile çözülemediği göz önünde bulundurularak siyasi bir çözüm arayışına girdi. Siyasi çözüm arayışı ilk defa 2005 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki TOKİ açılışındaki konuşmasındaki şu sözleriyle kendini gösterdi; “Bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, Anayasal düzen dâhilinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 11 Mart 2009’da; “Kürt sorunuyla ilgili ilerleyen günlerde çok iyi şeyler olacak” ve 9 Mayıs 2009’da; “Kürt sorunu Türkiye’nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir” şeklinde açıklamalarda bulundu. Bu işaretler, çözüm sürecinin başlayacağının ilk göstergeleriydi.

ÇÖZÜM SÜRECİNİN ÖZET KRONOLOJİSİ

19 Ekim 2009:

Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim oldu. Gelenleri karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde yaklaşık 50 bin kişi toplandı. Bu tarihten 10 yıl önce 1999 yılında Öcalan’ın, Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiği zaman 8 kişi teslim olmuştu. Ancak o zaman örgüt mensuplarına 5 yıl hapis cezası verilmişti, hatta bu kişilerin bazıları örgütün üst düzey kadrosunda bulunuyordu. Jandarma, PKK’lıları helikopterle almayı teklif etse de PKK’lılar yürüyerek gelmeyi tercih ettiler. Ardından ortada bir noktada buluşulup karşılıklı silah bırakılmıştı. Tabi 10 yıl sonra durum bundan farklı oldu, 34 PKK’lı terörist adeta bir savaş kahramanı gibi karşılandı ve 4 savcı, 1 hâkim PKK’lıları sınırda beklediler. Pankartlar açıldı, sloganlar atıldı, konserler yapıldı ve çözüm sürecinin ilk somut adımı da bu şekilde atılmış oldu. Çözüm sürecinin başlangıç noktasının bu olay olması, bu süreci ileride kontrolü daha zor bir süreç haline getirmişti. Çünkü yıllarca insanlarımızın kanını akıtan PKK’nın bu şekilde muhatap alınması, kamuoyu tarafında kabullenmesi zor bir durumdu. Tabi bu şekilde örgütün muhatap alınması, ileride istenmese de bazı tavizlerin örgüte verilmesine neden oldu. Sürecin içerisinde diğer muhalefet partilerinin aktif rolünün olmaması, toplumun her kesiminin süreçte kendini bulamamasına sebep oldu. CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter; “Devlet Habur’da teröristlerin ayağına götürülmüştür. AKP Habur’da teröre teslim olmuştur” şeklindeki ifadeleriyle Habur’da yaşananları desteklememesi ve yine aynı şekilde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Açılım tuzağına düşemeyin” ifadeleri, muhalefet kanadının böyle bir sürece sıcak bakmadığını bize göstermişti. İlerleyen zamanlarda da iktidarın süreçte yalnız kalması, süreci oldukça zora sokmuştu.

18 Haziran 2010:

Öcalan’ın çağrısıyla Kandil ve Mahmur’daki kamplardan gelen 34 kişiden 13’ü hakkında tutuklama kararı çıktı. BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız, tutuklamalarla birlikte açılımın bittiğini söyledi. Süreç boyunca BDP kanadından süreci baltalayıcı açıklamalar yapılması, sürecin işlemesinde devamlı ortamın tansiyonunu arttırmasına, iktidar tarafından sürecin çıkmaza sokulduğu yönünde eleştiriler getirildi. Ancak BDP, süreç boyunca bu tarz söylemlerine devam etti. BDP gurubunun Kürt halkının temsilcisi olarak görülmesi ve bölgedeki diğer kesimleri içeren sivil toplum kuruluşlarına, vakıflara, aşiretlere vb. kuruşlara ağırlık verilmeden sürecin BDP ile yürütülmesi, sürecin kaotik bir ortama dönüşmesine neden oldu. Batı kamuoyu nezdinde de bu durum tepki ile karşılandı ve Batı kamuoyunun sürece desteği azaldı.

28 Aralık 2011:

Türk Hava Kuvvetlerinin, Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Irak topraklarında F-16 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardıman sonucunda 35 Kürt vatandaş hayatını kaybetti. Irak’tan Türkiye’ye mazot ve sigara getirmek için PKK’nın kullandığı yol üzerinden geçen Kürt kökenli vatandaşların oluşturduğu bir kaçakçı kafilesinin içinde 8-10 PKK’lı terörist de bulunuyordu. Örgüt, o bölgede heronların uçtuğundan haberdardı. Heronların harekete geçtiğini anladılar ve kafileyi terk ederek TSK’yı tuzağa düşürdüler. Ve süreç bir kez daha çıkmaza girdi. Aslına bakılırsa süreç boyunca en başından beri karşılıklı güven ve şeffaflık ilişkisi hiçbir zaman olmadı. Tabi örgüt, bu süre zarfında ciddi kazanımlar elde etti. Bölgede çok daha rahat hareket ettiler. PKK şehirdeki gençlik yapılanmasını güçlendirdi, kendilerine yakın belediyeler vasıtası ile asfaltlara bombalar döşendi. Bütün bu yaşananlar, en başından beri PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakmadığını göstermekteydi.

Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 2012’de Oslo görüşmelerinin çözüme yönelik olarak yapıldığını, daha sonrasında samimiyetsizlik ve PKK tarafından bilgilerin servis edilmesi nedeniyle bu görüşmelere son verdiklerini söyledi. Süreç içerisinde PKK’ya karşı yapılan operasyonların BDP ve PKK tarafından süreci bitirmeye yönelik hamleler olarak lanse edilmeye çalışıldı. Böylece kamuoyunda sürecin devamının PKK’sız ve BDP’siz olamayacağı gibi bir algı oluştu. Bu algıyı kullanan BDP, süreci kendi açısından bir avantaj olarak gördü ve bu süreci kendisi adına iyi yönetti. Nitekim bizler de 7 Haziran da süreci iyi yönettiklerini görmüş olduk.

Aslında örgütün süreci tamamen sonlandırmak istediği tarih, 25 Eylül 2013’tür. KCK Yürütme Konseyi Eş başkanı Cemil Bayık’ın hükümetin Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin diyalog aşamasından, müzakere aşamasına geçmemesi durumunda ve hükümetin adım atmaması durumunda süreci bitireceklerine dair açıklamalar yapması, sürecin temelinin çok da sağlam bir zeminde olmadığını bize göstermekteydi.

Tabi bu süreci sadece Kürt halkının meselesini çözmek olarak görmek yanlış olur. Bunun altında başka şeylerin de zemini oluşturulmaya çalışıldı. Olayları kronolojik olarak incelersek halkımıza bazı şeylerin alıştırarak kabul ettirilmeye çalışıldığını görürüz. Nitekim ilk önce HDP barış ve özgürlük klişeleriyle işe başladı, ardından anadilde eğitim, Kürtçenin resmi dil olması ve bu süreci takiben de özerklik veya bunu ima eden yerel yönetimlerin güçlendirilmesi taleplerini dile getirdi.

2013 NEVRUZ KUTLAMALARI:

Diyarbakır’daki Nevruz kutlamasında Öcalan’ın 5 sayfalık mesajını BDP’li Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan Türkçe ve Kürtçe okudu. Önce Kürtçe okunan mesajında Öcalan, ”PKK’ya silahlar sussun, sınır dışına çıkın” çağrısı yaptı. 2013 yılının ilk günlerinde bir yandan devlet yetkilileriyle görüşen Öcalan’ın Barış ve Demokrasi Partisi heyetleriyle de görüşmesine izin verildi. Çözüm süreci kapsamında varılan anlaşma gereği Öcalan’ın örgüte “Silahlı mücadele bırakılacak, Türkiye topraklarından çekilin” çağrısı yapması için seçilen tarih ise Diyarbakır’da Nevruz’un kutlanacağı 21 Mart tarihi oldu. Kutlamadaki slogan ‘’Öcalan’a özgürlük Kürt halkına statü” oldu bu slogana müteakip bir sonraki yılda çözüm sürecinin kontrolünün kaybedildiğini gösteren bir tablo vardı 2014 yılında da  “Özgür Önderlik Özgür Kürdistan” olarak belirlendi. Bu ifadelerde gösteriyor ki çözüm süreci kontrolü zor bir süreç haline gelmişti ilk baştaki saf ve samimi söylemler yerini özerklik, Kürdistan gibi HDP kanadının süreçten beklentilerini açıkça ortaya koyuyor.[1]

7 Ekim 2014:

HDP’nin IŞİD tarafından kuşatılan Suriye’de Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu Kobani için “Kobani’nin düşmesi durumunda çözüm süreceğinin biteceğini” belirtmesi ve böylece süreci hükümetin dış politikasına yön vermeye kadar götürmesinin ardından, 7-10 Ekim 2014’te yurt genelinde yapılan Kobani protestolarında pek çok vatandaşımız öldü. 10 Ekim’de Bingöl Emniyet Müdürü  Atalay Ürker, kent merkezinde olaylar nedeniyle tahrip edilen işyerlerinde inceleme yaparken silahlı saldırıya uğradı. Saldırıda Emniyet Müdürü Ürker yaralanırken, beraberindeki Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin ve Koruma polislerinden Komiser Hüseyin Hatipolu şehit oldu. Kobani protestoları ve sonrasında yaşanan siyasi gerilim, sürecin en büyük kırılma noktalarından biri oldu.

28 Şubat 2015 DOLMABAHÇE GÖRÜŞMELERİ

28 Şubat 2015 günü, Hükümet’ten 4, HDP’den 3 temsilci, Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelmiş, yarım saatlik bir ön görüşmeden sonra televizyon kamerası karşısında görüşmenin içeriğini açıklamışlardı.

Görüşmeye Hükümet adına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu katılmıştı.

HDP’yi ise grup başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder temsil ediyordu.

İşte Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile İçişleri Bakanı’nın da bulunduğu Dolmabahçe’deki o  toplantıda, HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in okuduğu 10 maddelik görüşme maddeleri:

Madde 1. ‘Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği…

Madde 2: ‘Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması…

Madde 3: ‘Özgür Vatandaşlığın yasal ve Anayasal güvenceleri…

Madde 4: ‘Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar…

Madde 5: ‘Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları…

Madde 6. ‘Çözüm sürecinde özgürlük-güvenlik ilişkisinin kamu düzeni ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması…

Madde 7: ‘Kadın kültür ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri…

Madde 8: ‘Kimlik kavramı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi…

 Madde 9: ‘Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve cumhuriyetin demokratik ölçütlerde tanımlanması, çoğulcu yaşam, içinde yasal ve Anayasal güvencelere kavuşturulması…

Madde 10: ‘Bütün bu hamlelerin içselleşmesini hedefleyen yeni bir Anayasa…’

Genel anlamda ifadeler silahlı eylemin yerini siyasal bir sürece bırakması gerektiği yönünde idi. Süreci en can alıcı yerlerinden biri olan bu görüşme beraberinde ciddi tartışmaları getirdi.

7 Haziran 2015

Sert bir seçim atmosferinden sonra 7 Haziran 2015’te HDP %13 oy aldı AK Parti ise %41 oy alarak birinci parti oldu ama tek başına iktidar olamayınca koalisyon arayışlarına başlanması, çözüm sürecinin seyrini değiştirdi ve süreç ciddi manada çıkmaza girdi.[1]

Çözüm Sürecinin Bugün Geldiği Noktanın Değerlendirilmesi

Sürecin bu noktaya gelmesinde yaşanan hadiselerin yani örgütün yapılan uzlaşmaya yanaşmaması ve ayak diremesi, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın deyimiyle su kaynatmasının ardından, kırılma noktası Adıyaman’da bir uzman çavuşumuzun ve Ceylanpınar’da 2 polisimizin evlerinde uykuda iken şehit edilmeleri ile yaşandı ve çözüm süreci fiili olarak sona erdi.[2]

Çözüm Sürecinde gelinen bu noktada sürecin bitmesini yalnızca yukarıda anlattığımız olaylara bağlanmaması gerekir. Süreç boyunca PKK ve HDP’nin tek muhatap kabul edilmeleri, Kürt vatandaşlarımız nezdinde PKK’ya meşruiyet kazandırmıştır. Bölgedeki diğer siyasi partilerin, diğer etnik unsurların liderlerinin, kanat önderlerinin ve bölgenin ileri gelenlerinin çözüm masasının etrafında toplamaması, örgütün çok daha rahat hareket etmesine zemin hazırlamış, hatta örgütün bölgedeki mütedeyyin kesimi baskı altına almasını ve yerlerinden göç ettirilmesini beraberinde getirmiştir.[3]

Yine bugün HDP’nin kışkırtıcı tutumu ve PKK’nın dağ kadrolarının bölge halkını iç çatışmaya sürükleme çabaları, süreç boyunca kendilerinin muhatap kabul edilmeleri ve bu durumun halk üzerindeki yansımasından kaynaklanmaktadır. PKK ve siyasi uzantısı, süreç boyunca hiç samimi olmamışlar ve sürekli devlet aleyhine zemin kazanmaya çalışmışlardır. PKK, şehirlere yığınak yapmış, geri çekilme adına sadece çoğu hasta olduğu bilinen 200 militanı yurtdışına çıkarmış ve bunun yanı sıra şehirlerde YDG-H isimli sözde asayiş ekipleri kurup, şehir içlerinde silahlı törenler düzenlemiştir. Kendilerine operasyon yapılmayacağına kesin kanaat getiren örgüt üyeleri, açıktan propaganda dahi yapmışlardır. Bunun yansıra örgütün kırsal kadrolarının da sürekli arttığı gözlemlenmiştir[4]. Yukarıda sayılan durumlar, örgütü moral ve motivasyon açısından güçlendirmiştir.

Bundan Sonrası İçin Politika Önerileri

1) Çözüm sürecine siyasi partiler olduğu kadar bölgedeki sivil toplum kuruluşları, önde gelen kanaat önderleri, din adamları ile işadamları dahil edilmeli, süreç HDP tekelinden çıkarılmalıdır. Arıca örgütün gençlik yapılanmaları tamamen ortadan kaldırılmalı bu şekilde halkın devletin tam manada varlığını hissetmesi ve kendini güvende hissetmesi sağlanmalıdır. Sürece destek verecek sivil toplum kuruluşları her konuda devlet tarafından desteklenmelidir.

2) Başta valiler olmak üzere kamu görevlilerinin bölge halkı ile iç içe olmaları gerekmektedir.

3) Örgüte destek verdikleri bilinen kamu görevlilerinin görevlerine derhal son verilmeli ve kamu kaynaklarının örgüt için harcanmasının önüne geçilmelidir.

4) Örgütün finansman akışını kesmeye yönelik politikalar geliştirilmelidir.

5) Halkın her zaman güçten yana meyledeceği bilinerek, güvenlikçi politikalar ile demokratikleşme politikaları eş zamanlı geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Bu politikalardan birinin diğeri aleyhine ihmal edilmesi, bizi içinde bulunduğumuz sarmalın içine daha da gömecektir.

.

Burak TAVALIOĞLU

SASAM Stajyeri – Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü Öğrencisi

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

_______________________________

[1] http://www.cnnturk.com/fotogaleri/turkiye/baslangictan-bugune-gun-gun-cozum-sureci

[2] http://www.cnnturk.com/yazarlar/guncel/hande-firat/cozum-surecinin-geldigi-nokta

[3] http://sahipkiran.org.tr/2015/07/27/cozum-sureci/

[4] http://www.taraf.com.tr/haber/barisi-zehirleyen-istihbarat-raporu.htm

img

Comments are closed

Benzer Gönderiler